52 Yıllık Hasret ve Liderler
1963 Aralık’ından 2015 Aralık’ına kadar tam 52 yıldır ülkemiz barışa hasret bir ülkedir. Kuşaktan kuşağa devam eden çatışma, zorunlu göç, darbe ve savaşlar sona ermişse de, Kıbrıs savaş ve barış arasında salınan bir anomali ve olağanüstü hal ülkesi olmayı sürdürüyor. Tek tesellimiz, iki toplum arasında yaşanan etnik çatışma ve şiddetin “ebesi” sayabileceğimiz amaç uyuşmazlığının artık kısmen tarihe karışmış olmasıdır.
Bir zamanlar şiddete “ebelik” yapan ama artık maziye karışan “amaçlar” listesine baktığımız zaman şunları görüyoruz: Enosis (adanın Yunanistan ile Birleşmesi), adanın Türkiye’ye verilmesi, Taksim (adanın bölünmesi), iki ayrı devletin kurulması, adanın bölünüp Türkiye ile Yunanistan arasında paylaşılması, Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin bir Kıbrıs Rum devletine dönüştürülerek Kıbrıslı Türklerin azınlık olması, adanın Türkiye ile Yunanistan’ın ortak egemenliği altına girmesi, Türkiye’ye üs verilerek adanın geri kalan kısmının Yunanistan ile birleşmesi.
Uzun şiddet tarihi ile toplumsal-siyasal dönüşümler sonucunda yukarıdaki amaçlardan hiçbiri artık Kıbrıslı Rumlarla Kıbrıslı Türklerin büyük çoğunluğunun hayallerini süslemiyor. Bu türden tahayyüller dar gruplarla sınırlıdır. İki tarafın amaç uyuşmazlığı uzun, karmaşık ve acılı serüvenlerden sonra yerini “amaç birliğine” bıraktı.
Gelinen noktada iki toplum da birleşik federal Kıbrıs devletini gerçekleşebilir tek amaç olarak değerlendiriyor. Gelgelelim, tarihin fiili verilerle değerler arasında yaşanan gerilim ve karşılıklı etkileşim süreçleri içinde ilerlediği unutulmamalıdır.
Ortaya çıkan fiili durumlar değere dönüştüğü zaman, yani tanınıp kabul gördüğünde kalıcı olurlar. Kıbrıs, ne verili bir durum olan bölünmüşlüğün, ne de verili bir durum olan amaç birliğinin değere dönüştüğü bir yerdir. Bu yüzden, hiçbir şeyin sonuna gelinmiş değildir. Bu durum, bir yandan umut ışığı olarak değerlendirilebileceği gibi, başka bir açıdan karamsarlığın, gerilim ve çatışmaların kaynağı olarak da görülebilir. Açıkçası, Kıbrıs’ta statü kavgası henüz sonlanmadı. Silahların şimdilik susmuş olması kimseyi aldatmamalıdır. Statü kavgası “başka araçlarla” devam ediyor ve Kıbrıs savaş ve barış arasında salınmaya devam ediyor.
Etnik şiddetin sona ermesi bardağın “dolu” tarafına işaret ediyor olabilir. Ne var ki, statü kavgası bitmediği sürece şiddetin tamamıyla sona erdiğinden söz edemeyiz. Ayrıca, uzun şiddet tarihinin bıraktığı olumsuz miras asla küçümsenmemelidir. Bu kötü mirasın başında Kıbrıs’ın geçmişiyle yüzleşmemiş olması geliyor. Kıbrıs’ta yaşanan ve uzun yıllara yayılan etnik ve siyasal şiddetten ötürü hiç kimse yargı önüne çıkarılmadı, hiç kimse kınanmadı. En önemlisi, hiç kimse hiçbir şey için kendini suçlu hissetmiyor. Oysa suçluluk duymak, yüzlerin biraz kızarması geçmişle yüzleşmede çok önemli olduğu gibi, geleceğe dönük çözüm arayışlarında da esaslı rol oynar.
“Onarıcı-Suçluluk”, uzlaşmaya dayalı çözüm arayışlarında olmazsa olmaz bir koşuldur. Karşılıklı olarak yapılan haksızlıkların konuşulmaması, kabul edilmemesi ve tarafların “milli bir hatırlama ve unutma” politikası izlemesi, Eski Yunan’da “Mnisikakia” olarak adlandırılan ve kendimize yapılan kötülüklerin hatırlanmasından kaynaklanan hınç duygusunun varlığını hayatın bütün alanlarında hissettirmesine yol açıyor. Eğitim sisteminden medyaya kadar, her yerde karşılaştığımız bu olgu, Antoni Negri’nin bir zamanların İtalya’sı için söylediğine çok benziyor: “Hatırlamamız gerektiğinde unutmaya çalışıyor, unutmayı bilmemiz gerektiğinde de hatırlamaya mecbur bırakılıyoruz.” Durum böyle olunca, geçmişin tarihi ile şimdinin gerçekliği ayırt edilemez hale geliyor.
İçinden geçtiğimiz süreçte 52 yıllık bir sorunu çözmeye çalışan ve aynı amaç etrafında birleştiğini söyleyen liderlere büyük görev düşüyor. Yüksek sesle söylemeseler bile içlerinde “onarıcı suçluluk” duymaları fevkalade önemlidir. Taraflardan hiç biri ak sütten çıkmış kaşık değildir. Yaşanan acılar, haksızlıklar ve hak ihlallerinden iki taraf da sorumludur. Dolayısıyla çözüm sadece bir modus vivendi bulmak olarak anlaşılmamalıdır. Hak restorasyonu çözüm arayışlarında liderleri yönlendiren etik ve vicdani bir şiar olmalıdır. Müzakere masasında herhangi bir al-ver pazarlığı yapılmıyor.
Ortak bir devlet ve ortak bir yurt yaratmayı konuşuyoruz. Bu da bütün yurttaşların haklarına karşı saygılı olmayı gerektiriyor. Federal devlet Kıbrıslı Türklerin eşit ortaklığına dayanacak ve Kıbrıs coğrafyası bütün yurttaşların yurdu olacak. Bu tarihsel meydan okumayı kavramadan ve “onarıcı suçluluk” duygusu hissetmeden ne ortak devlet kurmak, ne de ortak yurt yaratmak mümkün olur. 52 yıldır barışa hasret olan yurttaşların 2016 yılında liderlerden beklentisi boğayı boynuzlarından yakalamaktır. Sadece yurttaşların değil, tarihin gözü de liderlerin üstünde olacak. O tarih ki, istediği kadar haklı ve akıllı gerekçeler ileri sürsün, çözüm yapmayan hiçbir lideri parlak sayfalarına kabul etmiyor...