Lefkoşa Mevlevi Tekkesi
Lefkoşa Mevlevi Tekkesi
Tuncer Bağışkan
Bugünkü yazımda Girne Kapısı’ndaki Lefkoşa Mevlevi Tekkesi’nin tarihi geçmişi üzerinde duracağım. Açıkça söylemem gerekirse liseden mezun olduğum 1964 yılına kadar, hatta daha sonraki yıllarda bile, Mevlevi Tekkesi’ni ziyaret etmediğim gibi burada bir müzenin varlığından da bihaberdim. Bunun nedeniyse, öğretmenlerimizin bizleri müzelere götürme gibi bir geleneklerinin olmamasıydı. Belki onları da öğretmenleri müzelere götürmemişlerdi. Bu müzeye ilkin 1966 yılında gitmiştim. O yıl alınan siyasi karar, zorunlu mücahitlik nedeniyle üniversiteye gitmelerine izin verilmeyen lise mezunlarına bir yıl süreyle ilgili oldukları konularda eğitim verilmesi ve1967 yılının Mayıs ayında da Türkiye Üniversitelerine gönderilmeleri doğrultusundaydı. Ben tercihimi “arkeoloji” üzerine yaptığımdan, her hafta Mevlevi Tekkesi’ndeki Kıbrıs Türk Etnografya Müzesi’ne gider ve orada arkeolog olarak göreve yeni başlayan Abdurazzak Yücel’in anlattığı bilgileri dinlerdim. Hatırımda kaldığı kadarıyla anlattığı bilgiler ise Prof. Dr. Firuzan Kınal’ın 1964 yılında Belleten dergisinde 41 sayfa olarak yayınlanan “İlk Çağlarda Kıbrıs” konulu makalesiydi. Böylece belli bir süre tekkeye gittikten sonra, mücahit azlığı nedeniyle barikat nöbetleri 12 saata çıkarıldığından oraya bir daha gidememiştim.
TEKKENİN TARİHİ GEÇMİŞİ
Tekke’nin yapıldığı araziyle ilgili iki ayrı görüş üzerinde durulmaktadır. Bir görüşe göre tekke, Cira (Kyra) köyünden Emine Hatun’un verdiği arazi üzerine M.S XVII’ inci yüzyılın başlarında yaptırılmıştır. Bir zamanlar tamamı Rum olan bu köyde “Cira Çiftliği” ile “Mevlevi Çiftliği” adlarıyla da bilinen Straka Çiftliği, Emine Hatun Vakfı’na aitti. Çiftliğin gelir fazlalığı Mevlevihane dervişlerinin elbise ve iaşelerine tahsis edilmekteydi. Tekkedeki türbe binalarının kuzey doğusundaki yazıtı olmayan mezara ise Emine Hatun’a gömülü olduğu tahmin edilmektedir. Tekkenin arazisiyle ilgili diğer bir görüş ise, Ahmet Paşa’nın arazisine yapılan tekkenin, Haydar Paşazade Fatma Hanım’ın bağışladığı arazi ile birleştirildiği doğrultusundadır.
1593 yılına ait yazılı belgelerde, Girne Kapısı’nın çok yakınlarında Arab Ahmet Paşa’ya ait arazi üzerinde bulunan Lefkoşa Arap Ahmet Paşa Mevlevihanesinden söz edilmektedir. Bu Mevlevihane’nin yapıldığı 1593 yılı, Müstesna Vakıflar arasında yer alan Celâliye Vakıfı’nın da başlangıç tarihi sayılmaktadır. Mevlevihane ile Celâliye Vakfı’nın kurulmasıyla Kıbrıs ile Konya arasında bir bağlantı sağlanmış olur. Kurulan bu vakıf, diğer vakıfların hilafına, Evkaf İdaresi’nin hiçbir müdahalesi olmaksızın doğrudan doğruya mütevellileri tarafından yönetilmekteydi. M.S 1607 yılına doğru Arap Ahmet Paşa Tekkesi bakımsızlıktan harap olunca, Ferhad Paşa’nın gayretleriyle temelleri üzerine “Ferhat Paşa Mevlevihanesi” yapılır. Şimdiki Mevlevihanenin ise bu iki Mevlevihanenin bir devamı olduğu kabul edilmektedir. 29.4.1857 tarihli bir beratta, bu tekkenin fakirlerin barınma, yemek ve giyim ihtiyaçlarını karşıladığı ve buradaki Mevlevi şeyhine ait idari binasının 31.10.1765 tarihli buyrukla oluşturulduğu kayıtlıdır.
KIBRIS’TA MEVLEVİ TEKKELERİ
Mevleviliğin, Kıbrıs’ın Osmanlı İdaresine girdiği 1571 yılından sonra Konya, Kula, Karaman ve Sivas gibi yerleşim birimlerinden göçürülenler tarafından Kıbrıs’a getirildiği tahmin edilmektedir. Mevleviliğin Anadolu’daki merkezi Konya, Suriye’de Halep ve Kıbrıs’ta ise Lefkoşa Mevlevi Tekkesiydi. Tekkenin şeyhi Konya’ya bağlı olarak görev yaparken, Kıbrıs’taki Mevlevi dergâhları ile tekkelerine dayalı olarak kurulan “Celâliye Vakfı”nı da yönetmekten sorumluydu. Lefkoşa ile Konya’daki Mevlevi tekkelerinin önemi nedeniyle 1886 yılında adlarına “Kaptan Cafer Paşa Vakfı” oluşturulduğu Evkaf arşiv belgelerinde kayıtlıdır. Lefkoşa Mevlevi Tekkesi’ne bağlı olarak görev yapan tekkeler arasında Mağusa Kutup Osman Tekkesi, Limasol Piri Dede Tekkesi, Baf Mehmet Bey Ebubekir Tekkesi ve Aşağı Baf Hacı Mehmet Buba Tekkesi yer almaktaydı. Bu tekke ve dergâhlarda mesnevihan olarak görev yapanlar doğrudan doğruya Lefkoşa Mevlevi Tekkesi şeyhine bağlıydılar. Daha sonra oluşturulan Celâliye Vakıfları’nın kontrol ve denetimi, başta Konya olmak üzere, Lefkoşa Mevlevi şeyhine aitti. Bu nedenle Kıbrıs’taki Mevlevi tekkeleriyle dergâhları, topladıkları gelir ve ürünlerini Lefkoşa Mevlevi Tekkesi’ne gönderirlerdi.
MEVLEVİLİK VE SEMA AYİNİ
Mevlevilik genel anlamda hiçbir dini ayırım gözetmeksizin dünya insanlığına kucak açan ve tanrıdan geleni kullarına dağıtan hümanist bir inanca sahiptir. Sema ayinlerinde dönen Mevlevilerin sağ avuçlarının göğe, sol avuçlarının ise yere bakması “Hak’tan aldığımızı halka saçarız” anlamı taşımaktadır. Mevleviliğin kurucusu olan Mevlana’nın ölümüne (vuslata erişine) denk gelen Aralık ayının 17’inci gecesi “Şeb-i arûs” (Gelin Gecesi) sema ayini düzenlenmektedir. Mevlevilikte sema ayini üç bölümde gerçekleşir. Semanın ilk bölümünde Mevleviler selamlaşır. Semahanenin sağı “Görünen ve bilinen” bir âlem, solu ise “Görünmeyen ve bilinmeyen” bir âlemdir. İlk sema ayini bölümünde Mevlevi tanrıyı görebilme çabası içindedir. Selam üç turda tamamlanır. Semanın ikinci bölümünde Mevlevi artık Tanrı’ya daha çok yaklaşmıştır. Üçüncü bölümde de Mevlevi tamamen tanrının yanındadır. Mevlevi bu son bölümde olgunluğa erişmiştir. Semanın son bölümünde selamları kabul eden ve semayı yöneten postnişin (Mevlevi şeyhin) de böylesi manevi duyguyla yüklü olarak semahanenin ortasına girer ve diğer Mevlevilerle birlikte dönmeye başlar. Bu dönüş mâna olarak Mevlevilerin Tanrı’ya ulaşmalarına kadar sürer ve tören Kuran’ın okunmasıyla son bulur. Sema yapan semazenin giydiği külah (sikke) “mezar taşı”nı, hırkası “Mezar”ını, ak renkli tennuresi ise “Kefen”ini sembolize etmektedir.
1873 yılı itibariyle bu tekkede 36 kişi bulunmakta ve sema ayinleri Pazar günleri yapılmaktaydı. 1936 yılı itibariyle sema ayinleri altı haftada bir yapılırdı. Bu ayinleri izlemek isteyenlerin Evkaf Müdürüne başvurup izin almaları gerekmekteydi. Tekkenin ellili yıllardaki son sema ayinleri Cuma günleri öğleden sonra yapılır, yoldan gelip geçenler ise semahanenin parmaklıkları önüne toplanarak düzenlenen sema ayinlerini oradan izlerlerdi.
TEKKEDE GÖREV YAPAN ŞEYHLER VE TEKKENİN İŞLEVİNİ YİTİRMESİ
1583-1607 yılları arasında tekkede İbrahim Hatip Efendi ile Hafız Mustafa Efendi şeyhlik yapmışlardır. 1607 yılından başlayarak tekkedeki şeyhlerden Saadeddin İbn Muharrem (1607), Siyahi Mustafa Dede (? – 1710), El-Haç Mehmet Sadri Dede (1719 - ?), Hızır Dede (Handi Dede) Efendi (? – 1727), Mehmet Arif Dede (1727 - 1765), Seyid Abdullah Dede (1765), Mustafa Dede (1765-1766), Feyzullah Dede (1813 – 1850/51), Mustafa Safvet Efendi (1850/51 – 1957), Konyalı Şeyh Derviş Ali Dede (29.4.1857 – 9.12.1860), Mustafa Safvet Efendi (9.12.1860 - 1894), Diş doktoru Mustafa Saffet Celalleddin’in babası Şeyh Mehmet Celâleddin Efendi (20.9.1893 – 22.9.1931), Şamlı Selim Dede (6.12.1933 – 9.12.1953) ve Hafız Şefik Efendi’nin adlarından söz edilmiştir.
Türkiye’deki tekkelerin 30.11.1925 tarihinde kapatılmasıyla Mevleviliğin merkezi Konya’dan Halep’e kaydırılmıştı. Bu arada Kıbrıslı Şeyh Mehmet Celâleddin Efendi’nin 22.9.1931 tarihinde vefatından sonra Tekke’nin mal varlığının içinde bulunduğu Müstesna Vakıflar (Celaliye Vakfı), Evkaf Murahhassı Mehmet Münir‘in (Sör Münir) talebiyle Evkaf İdaresine devredilirken, Tekke şeyhinin de Konya yerine Halep’ten getirilmesine karar verilir. O sırada vefat eden Şeyhin eşi Rana hanım ile diş doktoru olan oğlu Mustafa Saffet Celaleddin Tanul Konya’da ikamet etmekteydi. Böylece Suriyeli şeyh Muhammed Selim Dede (Şeyh Şamlı Selim Dede) 6.12.1933 tarihinde £48 aylık maaşla tekkeye şeyh olarak görevlendirilir, bu görevi de ölüm tarihi olan 9.12.1953 tarihine kadar sürdürür. Selim Dede’nin vefatından sonra yerine Şeyh Hafız Şefik Efendi getirilir. Ancak ondan sonra tekkede şeyh olarak görevlendirilenlerin bir kısmı memur, bir kısmı işçi, bir kısmı ise özel meslekten gelme olduklarından dervişlik mesleğini sürdüremezler. Nihayet Evkaf’ın Türk toplumuna devredildiği 15.4.1956 tarihinden sonra Kıbrıs’taki Mevlevilik de tarihe karışmış olur.
TEKKENİN MÜZEYE DÖNÜŞTÜRÜLMESİ
Tekke ilk yapıldığı dönemde semahane, türbe, derviş odaları, mutfak ve misafir odaları gibi bölümleri içermekteydi. Bunların doğusunda ise çeşitli meyve ağaçlarının ekili olduğu büyük bir bahçe uzanmaktaydı. Bu bahçede suyu hiç eksilmeyen bir de Venedik kuyusu vardı. Tekkenin bazı odaları 1956 yılından itibaren “Türk Çocuk Yuvası” olarak kullanılmaya başlanır. Ancak Mevlevihaneden geriye kalan bazı odaların Kıbrıs Türk Etnoğrafya Müzesi olarak kullanılması düşüncesiyle harekete geçen Türk Cemaat Meclisi, 1961 yılında zamanın Konya Müze Müdürü Mehmet Önder’i Kıbrıs’a davet eder. 25.6.1961 - 16.7.1961 tarihleri arasında Kıbrıs genelinde gerçekleştirilen değerlendirme sonucu Evkaf İdaresi’ne ait olan atıl durumdaki Mevlevi Tekkesi’nin Türk Etnoğrafya Müzesi olarak düzenlenmesinin uygun olacağı görüşüne varılır. Böylece 1962 yılında Tekke’de başlayan restorasyon ile sergileme çalışmaları tamamlandıktan sonra 30.4.1963 tarihinde “Kıbrıs Türk Etnografya Müzesi” adıyla hizmete açılır. Açılan bu müzenin sorumluluğuna ise müzenin oluşumuna katkı sağlayan resim öğretmeni Cevdet Çağdaş getirilir. O sıralarda müzede Mevlevi giysileri, Mevlevi müzik aletleri, halılar, şerri mahkeme sicilleri, fermanlar, beratlar, Ömerge Camisi’ndeki Lala Mustafa Paşa’ya ait Kuran-ı Kerim ve Konya’dan getirilen bazı etnoğrafik malzemeler sergilenmekteydi. Ancak müzenin bir Mevlevi Müzesi olarak yeniden düzenlenmesi düşünüldüğünden, bina 2001-2002 yılları arasında elden geçirildikten sonra 17.Aralık.2002 tarihinde yeniden ziyarete açılır.
MÜZENİN TANIMI
Mevlevihaneye girişi sağlayan cümle kapısının solunda yıllar önce işlevini yitiren depolu bir sokak çeşmesi bulunmaktadır. Çeşmenin sivri kemerli nişi içerisinde mermer bir yazıt, musluk ve bir yalak bulunmaktadır. Çeşmenin çok yıpranmış olan yazıtında “Ya Atta Shapari” şeklinde sözü edilen kişinin çeşmenin yapımına katkı sağladığı tahmin edilmektedir.
Tekkeye girişi sağlayan cümle kapısının üst başında “Ya Hazreti Mevlana. Ketebe (yazan) Ahmet Burhaneddin” ibaresi yazılıdır. Kapıdan geçildikten sonra girilen avluda, çoğunluğu Girne Kapısı Mezarlığı’ndan getirilen mermer mezar taşları sergilenmektedir. Avlunun batısındaki kapıdan semahaneye girilmektedir. Semahanenin güneyinde bir mihrap, ortasında semazenlerin beyaz renkli Tennureleriyle sema ayini yaptıkları bir alan ve kuzeyinde ise Mevlevi semazenlerin müzik icra ettikleri ahşap mutrib mahfili bulunmaktadır.
Semahanenin güney duvarındaki mihrabın üst kısmı boyayla yapılmış bir Mevlevi sikkesi (külahı) ve çelenklerle bezenmiştir. Ortadaki büyük çelengin içerisinde “Ali İmrân Sûresi”nin on yedinci Ayeti’nden alınmış olan “Kullema Dakhale Alleyha Zekeriyya İl- mihrap” (“Zekeriya, Mihrab’a her gidişinde, Hz. Meryem Ana’nın yanında, yiyecek bir nesne bulurdu”) cümlesi bulunmaktadır. Bu yazı 1284 H (1867) yılında Hattat Nazım tarafından İstifli Celi hattıyla yazılmıştır. Mihrabın doğusundaki mekânda ise bir yemekhane canlandırması yer almaktadır.
TEKKE TÜRBELERİ
Semahane’nin güneybatısındaki kapıdan Girne Caddesi boyunca uzanan ve altı kubbeyle örtülü olan türbelere (mausoleuma) girilmektedir. Burada Mevlevi ileri gelenlerine ait olan Mevlevi başlıklı yazıtsız 16 mezar bulunmaktadır. Mevlevihanede yetişen ve Lefkoşa Mevlevihanesine gömülen Mevlevi şairleri arasında Siyahî Mustafa Dede, Hızır Handî Dede, Danişî Ali Dede (İlmi Dede), Mehmet Arif Dede, Sadri Dede ve Mustafa Dede’nin adlarından söz edilmesine karşın bunların türbelerdeki hangi mezarlara gömülü oldukları bilinmemektedir. Buradaki mezarlardan sadece beş tanesinin kimliği belirlenebilmiştir. Semahaneden türbelere girişten itibaren ilk mezar 6.Aralık.1933 – 9.Aralık.1953 tarihleri arasında tekkede şeyh olarak görev yapan Şamlı Selim Dede’ye, ikinci mezar Mevlevihane’ye arazi bağışlayan Ahmet Paşa’ya, üçüncü mezar 20.Eylül.1893 – 22.Eylül.1931 tarihleri arasında tekkede şey olarak görev yapan Kıbrıslı Şeyh Mehmet Celâlettin Efendi’ye (Dt. Mustafa Saffet Celalleddin Efendi’nin babası), onuncu mezar adı bilinmeyen bir şeyhin lalası olan Arap Abdullah Efendi’ye ve 16’ıncı mezar ise XIX. yüzyılda yaşayan yerli hattatlardan Şeyh Feyzullah Dede’ye aittir. Şeyh Feyzullah Dede’nin bu mezara eşiyle birlikte gömülü olduğu günümüze gelen rivayetler arasında yer almaktadır.
TEKKEDE YAĞMUR DUASI VE AHMET PAŞA’YA ADANAN ADAKLAR
Yakın geçmişimizde öğrencilerin katılımıyla tekkede yağmur duası yapıldığı anımsanmaktadır. Kuraklık zamanlarında okul öğrencileri öğretmenleriyle Tekkeye giderlerdi. Buradaki müritlerin oluk altından topladıkları küçük taşlara şeyh tarafından yağmur duası okunurken öğrenciler ‘Amin’ çekerler ve bu taşlara üflendikten sonra bir torbaya konurlardı. Torbanın ağzı sıkıca bağlandıktan sonra tekke bahçesindeki su havuzunun üzerindeki asma çardağına asılır ve dua okunduktan sonra bu torba havuza bırakılırdı. Böyle yapılması halinde yağmur yağacağına inanılırdı.
Birinci Türbedeki Ahmet Paşa’ya ait ikinci mezar, yakın geçmişimizde, Mevleviliği benimseyen ya da benimsemeyen kadınların ziyaret ettikleri önemli adak yerlerinden biriydi. Ahmet Paşa’ya dilek dileyip adakta bulunacak olanlar, Perşembe gecesi mezarını ziyaret ederler, türbenin batısındaki pencerenin parmaklığına çaput bağlarlar, mum yakarlar ve dileklerinin gerçekleşmesi için ondan yardım dilenirlerdi. Çocuk yaşatmayan kadınlar, son doğan çocuklarının yaşaması için onları Ahmet Paşa’ya adarlar, onlara Ahmet adını verirler ve çocukları doğar doğmaz bir kadın aracılığıyla onları tekkeye bırakırlardı. Daha sonra tekkeye giden başka bir kadın, oraya bırakılan çocuğu alır ve tekkeye geliş yolunun dışındaki başka bir yoldan evine götürerek onu para karşılığında annesine satardı. Böyle yapılması halinde bu çocuğun yaşayacağına inanılırdı.