Bladanisyo / Balalan köyünün tarihi geçmişi HORGON DU ZEKÂ BEY
Bladanisyo / Balalan köyünün tarihi geçmişi HORGON DU ZEKÂ BEY
Tuncer Bağışkan
Bu yazımın ilk şeklini Karpaz köylerinde halkbilimi araştırması yaptığım 1999 ile 2001 yıllarında İbrahim Ahmet Varvanno Gülkaya, Ahmet Guzarı, Taner Erginel, Yılmaz Erginel ve Zehra Bilgehan’dan sağladığım bilgilere dayanarak kaleme almıştım. Ancak bu yazımı yayın amacıyla güncellemek için köyü yeniden ziyaret etmem gerekti. Böylece köyün daha önce görmediğim önemli yerlerini Emirali Korman’ın yardımları, Selanikli Yaşar Tunçel’in de rehberliğinde ziyaret edip fotoğraflarını çekmem mümkün olabildi. Bu nedenle yazıma son şeklini vermeme yardımcı olan Balalan’ın misafirperver insanlarına öncelikle teşekkür etmeyi vefa borcu saydığımı belirtmek isterim.
KÖYÜN KURULUŞU
Rivayete göre köy ilkin, çobanların davarlarını denizde yıkadıkları ve şimdilerde balıkçı barınağının bulunduğu ‘Bedrevunya’ mevkiinde kurulmuş. Eskiden burada antik mezarlara rastlandığı gibi, son ziyaret ettiğim balıkçı barınağının güney sahilinin gerisindeki geniş arazide ve bu arazinin ilerisindeki Şeromilya tepesinin kuzey yamaçlarında da bol miktarda kırık seramik, amfora dibi, ağırşak, kiremit, su oluğu, havaneli, mozaik parçası, düzgün kesilmiş taşlar, moloz taşlar ve taş şarap teknesi saptamam mümkün oldu.
Ancak bu köyün ışıkları denizden göründüğünden sürekli olarak Karaman’dan gelen korsanlar köydeki hayvanları çalarlar ve kızlarla kadınları kaçırırlarmış. Bu nedenle köylüler deniz kenarından ayrılıp dağın güney eteklerindeki mağaralara yerleşmek suretiyle korsanların elinden kurtulmuş. Bu dağın ‘Danello’ adıyla bilinen yukarı kısmının yamaçlarında bulunan mağaralar daha sonraları “Keçi Mandrası” olarak da kullanılmaya başlandı. Zamanla bunlardan biri “Guselli’nin Mağarası”, bir diğeri “Mustauri’nin Mağarası” ve bir diğeri ise “Guzari’nin Mağarası” adlarıyla bilinir olmuştur. Çevrede antik seramik kırıkları bulunduğundan bu mağaraların antik çağlarda mezar olarak kullanıldıkları anlaşılıyor. Bu mezarlarla ilgili bir rivayet günümüze kadar gelmiştir. Rivayete göre çok eskiden köylünün biri köydeki mezarlardan birinde bir tencere dolusu nal şeklinde altın bulmuş. Altınların bir kısmını bir Arap ülkesinde satmak için alırken, diğerlerini ise gömerek saklamış. Altınları götürüp sattıktan sonra kendisinden daha da altın talebinde bulunulmuş. Ancak köye geldiğinde altınları sakladığı yeri unuttuğundan yerini bir türlü bulamamış; o gün bugündür de bulan olmamış. (Bu konuyla ilgili olmamakla birlikte, uzun yıllar önce vefat eden köydeki en ünlü mezar kazıcısının Hüseyin Male olduğu halen anımsanmaktadır.)
İnsanlar daha sonra bu mağaraları da terk ederek dağın güney yamacına yerleşmişler. Nitekim kartograf Leonida Attar’ın 1542 yılında çizmiş olduğu Kıbrıs haritasında denize kadar uzanan bir geçidin, ya da bir dere yatağının ağzında bulunan köyün adı ‘Platanista’ olarak geçmektedir. (Bak fotoğraf 2) Yine 1573 yılında Abraham Ortelius’un çizmiş olduğu haritada da adı ‘Platanissa’ olarak geçtiğinden bir Latin veya Hıristiyan köyü olduğu anlaşılmaktadır. Osmanlı ile İngiliz Sömürge dönemlerinde köyün adı Latince’de ‘çınar’ anlamına gelen Platanisso’ya (Bladanisyo) dönüşür. Osmanlı döneminde kiliseye ait bir haraç listesinde, 1825 yılı itibarıyla bu köyün diğer Gayri Müslim olan köyler gibi Osmanlı İmparatorluğuna haraç öderken, 1832 yılı itibarıyla köyün tamamının Müslüman olması itibarıyla haraç ödeyen köylere ait haraç listesinden çıkarıldığı bilgileri yer almaktadır. Konuyla ilgili bir iddia ise, köydeki Rumların Leonarisso (Ziyamet) ile Koma dou Yalou’ya (Kumyalı) göçmeleriyle köyün tamamının Türklere kaldığı doğrultusundadır. Daha sonra Aysimyo (Avtepe) ve özellikle de Kaleburnu köylerinden gelen insanlarla nüfusu artar.
Ancak zamanla işsiz kalan köylülerin çoğunluğu Londra’ya, ya da Kıbrıs’ın değişik yerlerine, özellikle de Mağusa’daki Sakarya bölgesine göç ederler. Şimdilerde sadece yaşlıların köyde ikamet ettiği söylenmektedir. 1901 yılı itibarıyla köydeki ev sayısı 104 (4’ü Rum evi), 1911 yılında 112 (5’i Rum evi), 1921 yılında 103 ve 1931 yılında 167 (6’sı Rum evi) idi. 1831 yılındaki nüfus sayımında köyde 74 erkek (70’i Türk, 4’ü Rum) bulunmaktaydı. 1833 tarihli Temettuât Defterine göre köydeki 37 hane evden 35 hanesi Türklere, 2 tanesi ise Rumlara aitti. 1891 nüfus sayımında nüfusu 329 kişi (7’si Rum), 1901 sayımında 369 kişi (2’si Rum), 1911 sayımında 380 kişi (5’i Rum), 1921 sayımında 359 kişi (2’si Rum), 1931 sayımında 419 kişi (8’i Rum), 1946 sayımında 445 Türk ve 1960 sayımında ise 386 Türk idi. 2011 yılında 89 nüfuslu olmasına karşın, Haziran 2014 tarihi itibarıyla nüfusu 49 kişiye inmiştir.
İlk kurulan köyün tatlı su kaynakları şimdiki yerleşim biriminin kuzeybatısındaki Villuri mevkiinde ve doğusundaki Lakkometti (tatlı su) ile Silo Nero (su akıntısı) mevkilerindeydi. Köyün zamanla gelişmesi sonucu bugünkü şeklini almış olur. Halen kullanılan Lakkometti su kaynağındaki çeşmede Rumca olarak kazınan “Dapanis Kiverniseos (Hükümet tarafından ödendi), 28.10.(1)936” kaydı bulunmaktadır.
KÖYÜN ESKİ AİLELERİ
Yakın geçmişimizde köyün fakirler ile zenginler diye ikiye ayrıldığı, fakirlerin ise çoğunlukta olduğu anlatılmaktadır. Köyün eski aileleri arasında Mehmet Kafalli, Ahmet Varvanno, Eminler, Ahmet Guzari, Hakim Mehmet Zekâ bey’in babası Hüseyin Mehmet Guselli, Mehmet Emin İspahuri, Hacı Mehmetler, Hacı Osmanlar, Balligoriyalar, Pireolar ve Halidolar’ın adları geçmektedir. Köyün zenginlerinden Hüseyin Mehmet Guselli’nin, Birinci Dünya Savaşında Çanakkale’de esir edilip Kıbrıs’a getirilen Türk askerlerine yiyecek verdiği gerekçesiyle 6 ay süreyle Mağusa Namık Kemal zindanına hapsedildiği anlatılmaktadır.
HAKİM MEHMET ZEKÂ BEY
Köyün en ünlü kişilerinin başında hakim Mehmet Zekâ Bey gelmektedir. 1903 yılında dünyaya gelen Hakim Mehmet Zekâ beyin babası Hüseyin Mehmet Guselli, annesi ise Ayşe Hüseyin Guselli idi. İlkokul ve rüşdi (ortaokul) tahsilini Galatya’da tamamladıktan sonra Lefkoşa’da İdadiden ve daha sonra ise İngiliz okulundan mezun olur. İstanbul Hukuk Fakültesinden ‘pekiyi’ derecesiyle mezun olduktan sonra kısa sürede İngiltere’de “Barister at Law” (Dava vekili) olur. Mezuniyet sonrası Kıbrıs’a gelerek avukatlığa başlar. 1930’lu yılların başında Kavanin Meclisi üyesi seçilir. 1.10.1952 tarihinde Yüksek Mahkeme hakimliğine terfi ettirilir, 1961 yılında ise Strazburg’daki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine üye seçilir. İngiliz Sömürge döneminde saygın bir kişi olduğundan Bladanisyo köyü “HORGON DU ZEKÂ BEY” (Zekâ bey’in köyü) şeklinde bilinmeye başlanır. Toplumlararası çatışmaların başladığı 21.Aralık.1963 tarihinden sonra Dr. Fazıl Küçük başkanlığında oluşturulan Genel Komite’ye üye olarak atanır, bu görevini de 1967 yılına kadar sürdürür. 1975 yılında K.T.F.D. Kurucu Meclis üyesi olarak görev yapar.1964 yılında Baş hakim olarak hizmet veren Zekâ bey, 1.6.1966’da bu görevden emekliye ayrılmış olmasına karşın İnsan Hakları Mahkemesi yargıçlığına ölüm tarihi olan 28 Mayıs 1984 tarihine kadar devam eder. Cenazesi 30.5.1984 Çarşamba günü Selimiye Camisi’nde kılınan öğle namazından sonra Lefkoşa Dikomo mezarlığında toprağa verilir. Uluslararası bir üne sahip olduğundan ailesi ile köylülerinin yardımıyla köyüne büstü dikilir.
Köydeki iki evinden biri büstünün doğusunda, diğer yazlık evi ise köyün kuzeyindeki deniz kenarındadır. Bu evin kuzeydoğusundaki küçük kayalık koyun 1958 yılında Türkiye’den getirilen silahların adaya girişinde kullanıldığı ve bu silahların köy ile Mehmetcik’de saklandıktan sonra Lefkoşa’ya nakledildikleri anlatılmaktadır. Ayrıca bu evin karşında Güvercinli Mağara adıyla bilinen denizdeki küçük adadan toplanan palazların makarınayla pişirilip yendiği de halen anımsanmaktadır.
KÖYÜN YETİŞTİRDİĞİ HUKUKCULAR
Bugüne kadar bilgimize getirilen köyün hukukçuları arasında Ayhan Çiftcioğlu (Ahmet Guzari’nin torunu), Gülden Çiftçioğlu, Orhan Zihni Bilgehan (Zekâ beyin kardeşinin oğlu), Osman Mehmet Dağlı (Kafallo’nun oğlu), Hasan Dağlı, Taner Erginel (Hüseyin Guselli’nin torunu), Oktay Feridun (Zekâ Beyin damadı), Arhun Zekâ (Zekâ beyin torunu), Serhan Çınar (Zekâ beyin torunuyla evli), Ömer Şerifoğlu, Alper Dede, Mehmet Bayram, Ahmet Derya, Erdem Ergürel (Zekâ Beyin kardeşinin torunu), Zihni Bilgehan (Zekâ Beyin kardeşinin torunu), Bilge Zihni Bilgehan, Tağmaç Bilgehan (Zekâ Beyin kardeşinin torunu), Sibel Erkman (Zekâ Beyin torunu) ve Ahmet Demirel bulunmaktadır.
KÖYÜN AMA KEMANECİSİ İBRAHİM AHMET VARVANNO
Balalan’ı ziyaret ettiğim 1999 ile 2001 yıllarında konuştuğum gözleri görmeyen köy kemanecisi İbrahim Ahmet Varvanno (Gülkaya) bana düğün törenleri için kurdukları müzik ekibinden de söz etmişti. 1924 doğumlu olan İbrahım Varvanno’nun gözleri 1930’lu yılların sonlarında geçirdiği bir kaza sonucu görmeyince keman çalmasını Gomili Hasan Ömer ile Ovgorozlu Mehmet Emin’den öğrenir. O sıralarda kurdukları grupta Lefkoşa’dan Altıparmak da vardı. Grubun deplek ile defçileri ise Lefkoşa’dan Mümüş ve Biladan’dan Emine hanım idi. Anlattığına göre eskiden düğünlerde kadınlar ile erkekler ayrı yerlerde toplanıp eğlenirlerdi. Kadınlara çalgı çalanların kör olması gerektiğinden her seferinde Varvanno’nun düğün ve derneklere kemaneci olarak çağırıldığını da kendisinden öğreniyorum.
KÖYÜN ÇEVRESİ
Köyün üst başındaki Çamlıca Tepesi’nde (eskiden Befkari tepesi) bir piknik alanı ve 1998 yılında köylülerden Derviş Halit Özergin (Dervişo) tarafından inşa edilen bir yangın gözetleme evi bulunmaktadır. Bu tepenin batısındaki ardıçların olduğu kayalık tepe, ‘el değirmeni’ anlamına gelen ŞEROMİLYA (Sheromillia) adıyla bilinmekteydi. Buradaki beyaz renkli taşlar çok sert olduklarından, uzak ve yakın geçmişimizde el değirmeni, tekne, şarap teknesi ve zeytinyağı değirmen taşlarının yapımında kullanılırlardı. Nitekim iri olan bir şarap teknesini geçtiğimiz hafta Şeromilya tepesinin kuzey eteklerinde saptamam mümkün olabildi.
Çok eskiden köyün kuzeyindeki Befkari ile Danello dağlarından başlayarak denize kadar uzanan alanda keçiler ile koyunların barındıkları sık bir ardıç ile çam ormanı vardı. Anlatıldığına göre o sıralarda bir köylünün ineği burada doğurunca yeni doğan yavru ineğin ancak bir hafta sonra bulunduğu anlatılmaktadır. Ancak İngiliz Sömürge döneminde buharla çalışan araçlarda kullanılmak üzere bu ağaçların kesildiği, bir kısmının ise Mısır’a nakledildiği iddia edilmektedir. Diğer bir iddia ise, bu ormanın 1945 yılında Amerika’dan gelip Leonarisso (Ziyamet) köyüne yerleşen ve orada buhar gücüyle çalışan bir değirmen kuran Teosi adında çok zengin bir Rum tarafından kesildiği doğrultusundadır.
Eskiden köyün batı bitişiğinde, ‘Bal yeri’ anlamına gelen Melissia, Melissa ve Melisonui mevkilerinden başlayarak dağın kuzeyi ile ovalara yayılan arazilerde topraktan yapılmış küçük arı evleri ile kovanları vardı. Daha sonra bunlar ortadan kaldırılarak evlerin bahçelerinde arıcılığa başlanmıştır. Ancak insanların köyden göç etmeleri ve arıların da çocukları sokmaları nedeniyle arıların tüketildiği anlatılmaktadır.
KÖYÜN KİLİSESİ
Yaklaşık 100 yıl önce köyün güneydoğusunda tonoz üst örtülü küçük bir kilise vardı. XIX. Yüzyıla ait İngiliz haritalarında adı “Ayia Ekaterini Kilisesi” olarak geçmektedir. Tonoz üst örtüsü sağlam olan bu kilisenin Rumlar tarafından tamir edilmek istenmesi üzerine tamamen yıkılmış, taşları da başka amaçlarla kullanıldığından izi bile kalmamıştır.
KÖYÜN CAMİSİ VE OKULU
Köyün eski camisi 1904 yılında yıkılma tehlikesi geçirdiğinden yıkılarak şimdiki cami köylüler tarafından yapılacağından, taş temini için 23.3.1904 tarihinde Evkaf İdaresi’nden 8 Kıbrıs Lirası talep edilir. Ayni yıl inşaata başlanır ve 27.9.1907 tarihinde dış duvarlar tamamlanır. Ancak tam olarak tamamlanamadığından Evkaf İdaresinden kiremitler için 9 Kıbrıs Lirası, kapı ve pencereler için de 10 Kıbrıs Lirası talep edilir. Kiremitler caminin mütevellisi Mulla Mehmet Ahmet tarafından 5 Kıbrıs Lirasına satın alındıktan sonra parası 12.12.1910 tarihinde Evkaf İdaresinden talep edilir. Caminin girişinde bir tamir kitabesi ve 1954 kaydı yer almaktadır. Minare 1998–1999 yılında yapılmıştır.
Eskiden caminin hemen yanında taştan yapılmış sibyan mektebi ile bir muallim evi vardı. Kufez’den gelen Hasan hoca’nın burada muallimlik yaptığı halen anımsanmaktadır. Ancak bu binalar yıkılınca, 1950’li yılların başlarında köyün doğu kenarına her biri 50-60 öğrenci alan yan yana iki sınıflı bir ilkokul inşa edilir. Bu okul 1970’li yılların ortalarına kadar kullanıldıktan sonra kaderine terk edildiğinden şimdilerde damı çökmüş durumdadır. Avlusunda 1962 yılına ait işlevini yitirmiş bir çeşme bulunmaktadır.
MEZARLIK
Köyün tarihi mezarlığındaki bazı mezarlar dikkat çekicidir. Kubbeli olan en ilginç mezarın hakim Mehmet Zekâ beyin babası Hüseyin Mehmet Guselli’nin kız kardeşi Emirayşe’nin (Mirayşua’nın) kızı Besime’ye ait olduğunu Yücel Tandoğdu ile babası Celâl Tandoğdu’dan öğrenmiştim. 1921 yılında ilk çocuğunu doğurduktan 3 gün sonra kanama sonucu genç yaşta vefat edince buraya defnedilmiş. Türbenin batı yanında eski Türkçe ve Rumca yazıtlar vardır. Rumca yazıtta türbenin İSTİLİOFİS adında bir Rum usta tarafından yapıldığı kayıtlıdır. Eski Türkçe olan yazıt hayli yıpranmış olduğundan deşifre edilmesi mümkün olamamıştır. Mezarlıktaki üzeri tonoz örtülü mezar ise hakim Mehmet Zekâ beyin babası Hüseyin Guselli’ye aittir. Kubbesinde yıldız bulunan üçüncü mezar ise Kafalliler’den Aziz Mustafa’ya aittir. Mustafa Dağlı’nın amcası olan bu kişinin çok zengin olduğu ve tarlalarında çalışan hizmetkârlarını denetlediği bir gün arı sokması nedeniyle köye gelinceye kadar yolda vefat ettiği anlatılmaktadır. Mezarlıktaki bazı eski mezarlara ait insan (büst) şeklindeki baş taşlarının Galatyalı taşçı Nazım tarafından yapıldıkları söylenmektedir.
KÖYÜN BAZI ÖZELLİKLERİ
Köy, deniz kıyısındaki kayalarda yabani olarak yetişen Girdama (Crithmum maritimum Habitus) bitkisiyle ünlüdür. Mayıs-Haziran aylarında yetişen ve nefis bir tadı olan bu bitkinin turşusu yapılmaktadır. Bu bitkinin şimdilerde sadece Khlorakas (Baf), Hala Sultan Tuz Gölü, Greko Burnu (Paralimni, Protaras, Agia Napa), Esentepe, Yedikonuk ve Balalan’ın deniz kenarındaki kayalıklarda yetiştiği saptanabilmiştir.
Yakın geçmişimizde köyde üretilen kavun ile iri karpuzların lezzetinin Kıbrıs genelinde ünlü olduğu, bunun ise köyün toprağı ile suyundan kaynaklandığı anlatılmaktadır. Bunlar ise genellikle Galatya ile köy arasındaki araziye ekilirlerdi.
Çok eskiden köyün geçim kaynaklarından biri de devecilikti. Köyde 10 deveci vardı. Bilinen en eski deveci ise Mulla Mehmet Ahmet idi. Köyde üretilen saman ve özellikle de köyde yapılan odun kömürleri Mağusa, İskele ve Lefkoşa gibi büyük şehirlere götürülüp aşhanelere satılırdı.