1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. KKTC’de “Merkezden Biraz Solda” Yeni Bir Sağ Oluşum
KKTC’de “Merkezden Biraz Solda” Yeni Bir Sağ Oluşum

KKTC’de “Merkezden Biraz Solda” Yeni Bir Sağ Oluşum

KKTC’de “Merkezden Biraz Solda” Yeni Bir Sağ Oluşum

A+A-

Tufan Erhürman

[email protected]

Ulusal Birlik Partisi’nden (UBP’den) 1992’de ayrılan “dokuzlar” Demokrat Parti’yi (DP’yi) kurmuş ve 1993 seçimlerine katılan bu parti, oyların % 30’unu alarak, seçimlerin ardından kurulan hükümette koalisyonun büyük ortağı olmuştu.
2013’te de “sekizler” ayrıldı UBP’den. Bu günlerde bu milletvekillerinin “Ulusal Güçler” adı altında DP ile seçim ittifakına hazırlandıkları konuşuluyor.
1992’de “dokuzlar”ın lideri konumunda bulunan ve 1993’te kurulan hükümette başbakan olarak görev yapan Hakkı Atun, bu iki hareketin benzemeyen yanlarının benzeyen yanlarından fazla olduğunun altını çiziyor son günlerde yaptığı açıklamalarda. Benzemeyen yan olarak da özellikle “dokuzlar” hareketinin herhangi bir makam/mevki arayışının söz konusu olmamasına vurgu yapıyor.
Oysa kanımca, illa ki bir kıyaslama yapılacaksa, Kıbrıs Türk sağının tarih boyunca sahip olduğu özelliklerin hiç değişmediğini, Türkiye’deki ana akım siyasi hareketlerle koşutluğun (hatta onlara bağlılığın), düşünsel (teorik) temel zayıflığının (hatta yokluğunun) ve bunun sonucu olarak kişisel ilişkilerin ve mevki/makam arayışlarının belirleyiciliğinin aynen devam etmekte olduğunu tespit etmekte ve bu açıdan “sekizler”le “dokuzlar”ın fena hâlde birbirlerine benzediklerini ortaya koymakta yarar var.

“Dokuzlar” ile “Sekizler” Arasındaki Benzerlikler
1. “Dokuzlar” da, “sekizler” de, basına yaptıkları açıklamalarda, eleştirdikleri düzenin/sistemin temelinde yer alan vesayeti hiçbir biçimde tartışma konusu yapmamışlar, Türkiye’ye bağlılığı sürekli olarak ön plana çıkarmışlar ve rakiplerine karşı “Türkiye’nin en fazla kendilerini sevdiğini” ileri sürmeye özen göstermişlerdir. “Dokuzlar”a göre yozlaşmanın temelinde Eroğlu ve yandaşları, “sekizler”e göre ise Küçük ve yandaşları vardır. Bu iki liderin, partinin ve hükümetin başında bulundukları dönemde, Türkiye Cumhuriyeti yetkililerinin vesayeti altında görev yaptıklarına ve vesayetin, doğal olarak, sistemdeki/düzendeki yozlaşma üzerinde ciddi bir pay sahibi olduğuna en ufak bir vurgu yapmaktan özenle kaçınılmıştır.
2. “Dokuzlar hareketi” de, “sekizler hareketi” de, partilerinin/hareketlerinin isimlerini belirlerken, Türkiye’deki siyasi hareketlerle bağ kurmaya özel bir önem vermişlerdir. Türkiye’de Türk sağının CHP’ye karşı kurulmuş partisi olan “Demokrat Parti”nin adı, dokuzlar hareketinin tercih ettiği isimdir. “Sekizler hareketi” ise, AKP iktidarı sonrasındaki tartışmalarda özellikle CHP içindeki bazı kesimlerin ve İşçi Partisi’nin temsil ettiği “ulusalcılık”tan mülhem, “Ulusal Güçler” ismini tercih etmiştir.  
3. “Dokuzlar” da “sekizler” de aslında sağ içerisindeki liderlik yarışlarının ürünüdürler. “Dokuzlar hareketi”nin görünürdeki liderleri Hakkı Atun ve Serdar Denktaş, perde arkasındaki gerçek lider ise Rauf Denktaş’tır. Bu o kadar böyledir ki, halk arasında, Demokrat Parti’nin “D”si, “Demokrat”ın değil, “Denktaş”ın ilk harfi olarak algılanmıştır. “Sekizler hareketi”nin ise, görünürdeki lideri Ahmet Kaşif, perde arkasındaki gerçek lideri Derviş Eroğlu’dur. Bunun böyle olduğu, Küçük’ün Meclis’teki “Silihtar” çıkışından da, Eroğlu’nun basın toplantısında söylediklerinden de anlaşılmaktadır.
4. “Dokuzlar”da da, “sekizler”de de hareket, ciddi bir ideolojik, teorik boşlukla ortaya çıkmıştır. Demokrat Parti, özellikle Serdar Denktaş liderliğinde, bu boşluğu “Kıbrıs Türk milliyetçiliği” ile doldurmaya çalışmış olsa da, daha sonra bu yöndeki fikriyatta ısrarcı olmamıştır. Benzer biçimde “sekizler” de, düşünsel temellere ilişkin ilk açıklamalarda, özellikle Hasan Taçoy’un ağzından, “liberal serbest piyasa ekonomisini benimseme”, “merkezden biraz solda yer alma” ve “ulusalcı olma” gibi iddialarla, âdeta üç benzemezi yan yana getirmeye çalışılıyormuş izlenimi vermektedir. Merkezin az da olsa solunda yer alan bir hareketin sosyal devletten hiç söz etmemesini ve “milliyetçilik”in yeni Türkçe biçimi olan “ulusal”cılığı solla nasıl bağdaştırdığını anlatmaya gerek duymamasını açıklamak elbette mümkün değildir. Bununla birlikte, bu durumun Türkiye’de CHP içinde yer alan bir grupla bağ kurma arayışından kaynaklandığı hatırlanırsa, üç benzemezin yan yana getirilmesine şaşmamak gerekir. Unutulmamalıdır ki CHP içindeki “ulusalcı kanat” da, ulusalcılıkla solda durma arasındaki çelişkiyi önemsememekte, hatta ulusalcılığı solcu olmanın gereği saymaktadır.
Bu arada CHP içindeki ulusalcı kanada haksızlık etmeme kaygısıyla onların bazı konularda “sekizler”den daha tutarlı olduklarını vurgulamakta yarar vardır. Unutulmamalıdır ki CHP içindeki ulusalcılar, bir yandan başka herhangi bir ülkenin (örneğin ABD) yöneticilerinin Türkiye üzerindeki vesayetçi girişimlerine kararlı bir şekilde karşı dururken, sosyal devleti koruma güdüsüyle değil, ulusalcılıktan hareketle de olsa, özelleştirmeleri eleştirmektedirler. Oysa benzer tutumları “sekizler” hareketinde gözlemlemek mümkün değildir. 
5. Zaman zaman aksi iddia edilse de, gerek “dokuzlar” gerekse “sekizler” hareketlerinin ortaya çıkışında, makam/mevki tartışmalarının önemli oranda belirleyici olduğu açıktır. Dokuzlar hareketinin ortaya çıkış gerekçelerini açıklayan Hakkı Atun’un, 30 Haziran 2010 tarihli Demokrat Bakış’ta söyledikleri bu açıdan aydınlatıcıdır:
“Daha birinci günden bizi disiplin kuruluna vermeden önce bile muhtıra parti meclisi gündemine getirilmeden ‘haklılık haksızlık’ konusu tartışılmadan Sn. Eroğlu o günlerde bir mitinge gitmiş ve âdeta sevinerek 'gitmezseler biz götürürüz' demişti. Bu söylem demokrasi ayıbı olarak tarihe geçmiştir. Çünkü bazı kişilerden bilhassa benden ve Serdar Denktaş'tan kurtulmak istiyordu. Geçmişte Serdar Denktaş'ın Genel Sekreter adayı olmasına bile itiraz etmişti. O dönem ‘Benim yerime göz dikmiş olacak’ düşüncesinde idi.” (http://www.demokratbakis.net/haber-detay.php?nno=29425&page=home, erişim tarihi: 27.5.2013)
Görüldüğü gibi Atun’un bu açıklaması, Eroğlu-Atun ve Serdar Denktaş arasındaki makam/mevki tartışmalarının “dokuzlar”ın ortaya çıkışındaki etkisini açıkça ortaya koymaktadır. Benzer biçimde, “sekizler”in ortaya çıkışında da, Kaşif ve ekibinin parti yönetimine ortak olma arayışlarının ve genel sekreterlik kavgasının ne denli belirleyici olduğu bilinmektedir.

Sonuç
“Dokuzlar” ve “sekizler” hareketlerinin bu benzerliklerinin yalnızca onlara özgü olduğunu düşünmemek gerekir. Bu benzerlikler, Kıbrıs Türk sağının 1900’lerin başlarından beri özenle koruduğu özelliklerin yansımalarıdır.
Necati Özkan’ın 1920’lerin sonlarında ve 1930’ların başlarında “Evkafçılar”a karşı verdiği mücadelede CHP’den mülhem “Halkçılar” adını tercih etmiş olduğu, “Özkan” soyadını kendisine Mustafa Kemal’in verdiğini her fırsatta vurguladığı, Evkafçıların da Halkçılara karşı özne olmayı değil, İngiliz Sömürge İdaresi vesayetini öne çıkardığı, Dr. Küçük-Necati Özkan, Dr. Küçük-Denktaş mücadelelerinde Türkiye’nin kimi istediğinin temel mesele olarak ortaya çıktığı hatırlanırsa, Kıbrıs Türk sağındaki vesayeti reddetmeme, tam tersine liderliği onun üzerine kurma alışkanlığının hiç de bugüne özgü olmadığı açık biçimde görülecektir.
Benzer biçimde, Kıbrıs Türk sağında 1900’lerin başından beri ciddi bir ideolojik-teorik boşluk bulunduğunu da tespit etmek gerekmektedir. Bu boşluk, sürekli olarak, milli dava ve Türkiye’ye bağlılık aracılığıyla doldurulmaya çalışılmıştır. Bu kesimin en tutarlı liderlerinden biri olan merhum Denktaş’ın dahi, zaman zaman İslamcı, zaman zaman Turancı, zaman zaman sosyal demokrat ve Kemalist olduğunu düşündürecek açıklamalar yapmış olduğunu unutmamak gerekir.
Böyle bir ideolojik boşluğun sağ siyasi hareket içerisinde liderlik ve makam/mevki kavgalarını belirleyici kılmış olması elbette şaşırtıcı değildir.
Meseleye ister sağdan ister soldan bakın, başka ülkelerde olduğu gibi bu ülkede de, ideolojik-teorik tutarlılığı olan, milliyetçilikten ya da ulusalcılıktan hareketle de olsa Kıbrıslı Türklerin özne olmasını savunan, muhafazakâr da olsa bir ahlak anlayışına sahip çıkan, liderlik/makam/mevki/çıkar yarışlarıyla değil, düşünce temelli ayrışmalarla belirlenen bir sağın bulunması siyasi hayat bakımından son derece önemlidir. Bu nedenle, sağdaki düşünsel sığlık ve sefalet, yalnızca sağcılar değil, solcular açısından da ciddi bir sorundur.
Bu yazı, bu yöndeki kaygılardan hareketle kaleme alınmıştır.

Bu haber toplam 3372 defa okunmuştur
Gaile 216. Sayısı

Gaile 216. Sayısı