1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. YORGO HACIDİMİTRİADİS’in AŞKALE - ERZURUM GÜNLÜĞÜ, 1943
YORGO HACIDİMİTRİADİS’in AŞKALE - ERZURUM  GÜNLÜĞÜ, 1943

YORGO HACIDİMİTRİADİS’in AŞKALE - ERZURUM GÜNLÜĞÜ, 1943

YORGO HACIDİMİTRİADİS’in AŞKALE - ERZURUM GÜNLÜĞÜ, 1943

A+A-



Ayhan Aktar

Varlık Vergisi’nin belki de en acımasız tarafı, vergisini en fazla 30 günlük süre içinde ödeyemeyen mükelleflerin ilk olarak Aşkale’de, daha sonra da Erzurum ve Sivrihisar’da oluşturulan çalışma kamplarına yollanmasıdır. 12 Kasım 1942 günü Resmi Gazete’de yayımlanan Varlık Vergisi Kanunu’nun 12 maddesine göre, mükellefler “umumi hizmetlerde veya belediye hizmetlerinde” çalıştırılacaklardır.

Ülkemizde II. Dünya Savaşı sırasında uygulanan Varlık Vergisi’nin çalışma kamplarını, Nazilerin Yahudileri, komünistleri, eşcinselleri, çingeneleri ve bazı savaş esirlerini imha etmek amacıyla kurulan “Toplama Kampları” ile bir tutmak yanlış olur. Aşkale, Erzurum veya Sivrihisar Kampları, kesinlikle Auschwitz veya Birkenau gibi birer ölüm fabrikası değildir. Varlık Vergisi mükellefi olan gayrimüslimler, Aşkale’de Trabzon - İran transit karayolundaki karları temizlemişler, Erzurum’da karayolunun kardan kapanmasını engellemişler veya şehrin sokaklarını süpürmüşlerdir. Sivrihisar’da ise yol inşaatında çalışarak taş kırmışlardır.
Tuhafiyeci Leon Bahar’ın Aşkale’den eşi Jenny’ye yazdığı 19 Mart 1943 tarihli mektupta belirttiği gibi, kamplarda “asker hayatı” yaşanmaktadır. Ama elli yaşını aşmış, kronik hastalıkları (kalp yetmezliği, tansiyon, şeker vb.) olan ve ömründe hiç İstanbul dışına çıkmamış bazı mükellefler için deniz seviyesinden 1721 metre yükseklikte ve sıfırın altında 20 derece soğukta “asker hayatı” yaşamak da pek kolay değildir. Varlık Vergisi sırasında çalışma kamplarına toplam olarak 1400 gayrimüslim vatandaşımız yollanmış ve bunlardan 21 tanesi “borçlu olarak” hayatını kaybetmiştir.

27 Ocak 1943 tarihinde, Haydarpaşa’dan Aşkale’ye doğru 32 kişilik 1. Kafile trenle yola çıkar. İlk dört kafiledeki toplam 319 kişinin çalışma yeri Erzurum’un Aşkale ilçesi olarak belirlenmiştir. 22 Mart 1943 tarihinde yola çıkan 5. Kafiledeki 60 kişi Aşkale tren istasyonuna ulaştığında, artık Varlık Vergisi mükelleflerinin kalacakları boş yer yoktur. Aşkale kasabasında ve Pırnakapan köyündeki bütün boş odalar, kahvehâneler ve hatta ahırlar mükellefler tarafından doldurulmuştur.  Yer darlığı nedeniyle, 5. Kafile Erzurum’a sevkedilir. 5. Kafileyi oluşturan 60 kişi, kızak ve kamyon kiralayarak trenle sadece iki buçuk saatte alınan yolu, iki günde kat ederler. İstanbul’dan 22 Mart 1943 tarihinden sonra yola çıkan bütün kafileler doğrudan Erzurum’a gönderilmiştir.

Ağustos ayının ilk haftasına kadar Aşkale ve Erzurum’da kalan mükellefler, 6 Ağustos 1943 günü Erzurum’dan yük vagonlarına bindirilerek dört günlük bir yolculuktan sonra Eskişehir’in Sivrihisar kazası, Biçer istasyonuna ulaşırlar. İzmir’den yola çıkan Varlık Vergisi mükellefleri ise doğrudan Sivrihisar’a gönderilmişlerdir. Sivrihisar’da son derece zor şartlarda kalan mükellefler Gökbel denilen mezrada, açık arazide delik çadırlarda yatmışlar ve Aralık ayının ilk haftasına kadar yol inşaatında çalışmışlardır.

1883 yılında Niğde’de doğan Yorgo Hacıdimitriadis, 1895 yılında okumak ve çalışmak amacıyla İstanbul’a gelmiştir. O devirde birçok Karamanlı Rum’un yaptığı gibi Yorgo Efendi de ticareti seçer. 1942 yılında un ticareti ile uğraşan Yorgo Hacıdimitriadis’e işinden ve sahip olduğu gayrimenkullenden dolayı, kendi ifadesine göre, toplam 138,000 liralık vergi tahakkuk ettirilmiştir. Fakat gazete haberine göre, ödemesi gereken vergi 60,000 liradır.  Vergi borcunun sadece 5,590 lirasını ödeyebilen Yorgo Hacıdimitriadis Erzurum’a yollanır. Galata ve Eminönü’ndeki iki dükkanına ve Kadıköy’de eşi Elpida Hanım’ın mülkiyetinde olan evine haciz konmuş ve kendisi Erzurum’da iken ailenin tüm gayrimenkulleri içindeki eşyalarla birlikte haraç mezat satılmıştır.  Bütün bu satışlardan sonra Yorgo Hacıdimitriadis’in vergi borcunun ne kadarının ödemiş olduğunu bilmiyoruz.
Hacıdimitriadis’in günlüğü dikkatli okunduğu zaman, evinden 1900 kilometre uzakta, son derece kötü şartlarda yaşamak zorunda kalan bir insanın en bunalımlı günlerde bile hayata sarıldığını ve yazdığı mektuplarla İstanbul’daki eşine ve kızlarına moral vermeye çalıştığını görüyoruz. 1943 yılının Aralık ayı başında diğer mükelleflerle birlikte İstanbul’a dönen Yorgo Hacıdimitriadis tekrar eski mesleğine dönmüş ve 1966 yılına kadar ticaretle uğraşmıştır. 1968 yılında vefat eden Yorgo Hacıdimitriadis, İstanbul’da Balıklı Rum Mezarlığında gömülüdür.
Yorgo Hacıdimitriadis tarafından kaleme alınan Aşkale - Erzurum günlüğü bizim için son derece değerlidir. O zaman için ileri sayılabilecek bir yaşta, 60 yaşında iken çalışma kampına gönderilen Yorgo Hacıdimitriadis’in günlüğünü okuyana kadar Varlık Vergisi mükelleflerinin çalışma şartları, maruz kaldıkları baskı ve kötü muamele hakkında pek bilgimiz yoktu. Yorgo Hacıdimitriadis’in kareli kağıtlara temiz bir el yazısı ile yazdığı günlük 50 sayfadır ve torunu Niki Stavridi’de bulunmaktadır. 

Niki Stavridi ile 2005 yılında Atina’da verdiğim bir konferans sırasında tanışmıştım. Niki Hanım, anne tarafından dedesi olan Yorgo Hacıdimitriadis’in günlüğünde yazanları bilgisayara girdikten sonra bana yolladı. Metni ilk okuduğumda sarsıldığımı hatırlıyorum. Günlüğün muhakkak yayımlanması gerektiğine karar verdim. Bu konuda Niki Stavridi’den izin aldım.

Günlüğü yayına hazırlarken, Yorgo Efendi’nin üslubu ile fazla oynamadım. Köken olarak Karamanlı Rum olan Hacıdimitriadis’in okuyucuyu zorlayacağını düşündüğüm bazı kelimelerini ve deyişlerini düzelttim. Örneğin, gece sözcüğünü “kece” olarak, kirpiği de “kibrik” olarak yazıyordu. Bu tür sözcüklerin doğrusunu yazdım, fakat onun hoş Türkçesinin tadını bozmak istemedim. Özellikle, sentaks’a hiç dokunmadım. Sadece okumayı kolaylaştırmak amacıyla, noktalama işaretlerini ilave ettim. Metinde anlaşılmayacağını düşündüğüm bazı sözcük ve deyişlerin olduğu cümlelerde ise, köşeli parantezler kullanarak metne müdahale ettim. Umarım, genç okurlar Hacıdimitriadis’in günlüğünü okurken zorlanmazlar.
Yorgo Hacıdimitriadis, günlüğüne “hâtıra” başlığını koymayı uygun görmüş. Onun koymuş olduğu başlığı aynen muhafaza ettik. Cumhuriyet tarihinin utanç sayfalarından biri olan Varlık Vergisi’nin Aşkale - Erzurum cephesini son derece samimi olarak bize anlatan merhum Yorgo Hacıdimitriadis’in hâtırası önünde saygıyla eğiliyorum.

* * *

Varlık Vergisi üzerinde, yaklaşık yirmi yıl önce 1991 yılı yaz aylarında çalışmaya başladım. Konuyla ilgili ilk yazımı ise, 1996 yılında Toplum ve Bilim dergisinde yayımladım. Daha sonra, Varlık Vergisi ve ‘Türkleştirme’ Politikaları isimli kitabım 2000 yılında piyasaya çıktı ve bugüne kadar on baskı yaptı.
Bir akademisyenin ismi bir konu ile birlikte anılmaya başladığı zaman, o konudan çok fazla uzaklaşması mümkün olmaz. Hem konu onu bırakmaz, hem de başkaları ona bilgi ve belge sunmaya devam ederler. Benim için de böyle oldu. Yakın zamana kadar başka konular üzerinde çalışıyor olmama rağmen, bir yandan Varlık Vergisi ile ilgili yeni yayınları takip ediyordum, diğer yandan da bu konu ile ilgili olarak anlatacak hikayesi ve elinde belgesi olanlar bir şekilde ulaşarak ellerindeki malzemeyi bana teslim ediyorlardı. Biraz da onların bana gösterdikleri güvene saygım nedeniyle, Varlık Vergisi konusundan kopmam mümkün olmadı.
İlk makalemi yazdığım 1996 yılından sonra, başka yazarlar da Varlık Vergisi ile ilgili birçok makale ve kitaplar yayımladılar. Açıkça ifade etmeliyim ki bütün bu yayınlar benim 1996’da yayımlanan “Varlık Vergisi ve İstanbul” isimli makalede yaptığım tespitlerin doğrultusunu değiştirmedi, tersine okuduğum her yeni ciddi yayın görüşlerimi pekiştirdi ve zenginleştirdi.  Son yıllarda Varlık Vergisi hakkında kitap yayımlayan, makale yazan ve belge yayınlayarak bilgi dağarcığımıza katkı yapan bütün dostlara burada teşekkürü bir borç biliyorum.

Bütün bunlara rağmen, akademik hayatta “ilerleme” dediğimiz sürecin vazgeçilmez bir parçası da eleştiridir. Düzgün, ayağı yere basan, yeni belge ve yaklaşımlarla ufkumuzu açan eleştiriler, her zaman bir konuyu daha derinliğine kavramamızı sağlar. Maalesef, son onbeş yıl içinde Varlık Vergisi ile ilgili olarak bu tip eleştiriler pek azdı. Daha çok, “neden eski defterleri karıştırıyorsunuz ?” türünden sorulara muhatap olduk. Türkiye’nin akademik ve entelektüel ortamında Varlık Vergisinin bir araştırma nesnesi hâline gelmesinden rahatsız olanlar vardı. Varlık Vergisine eleştirel yaklaşanlara veya “tarihimizle yüzleşelim” diyenlere karşı çıkanlar ve bu gibi “netâmeli” konularda yayın yapılmasından rahatsızlık duyanlar oldu.

1996’dan bu yana, Varlık Vergisi ile ilgili olarak benim yazdıklarıma eleştirel yaklaşanların ortak bir özelliği vardır: Eleştirenlerin çoğu bugünlerde “ulusalcı” olarak tanınan ve esas olarak Aydınlık grubunda çöreklenmiş milliyetçiler arasından çıkmaktadır. Takdir edersiniz ki, bu kısa sunuş yazısında onlarla hesaplaşmak niyetinde değilim. Fakat benimsedikleri eleştiri tarzı ve tercih ettikleri kavramsal çerçeve itibarıyla onları “Kemalist Devrim Muhafızları” olarak gördüğümü itiraf etmeliyim.

* * *

Bu kitaptaki ikinci yazı, benim kaleme aldığım “Varlık Vergisi, yeniden” başlıklı metindir. Bu yazı, benim açımdan, onbeş yıl sonra Varlık Vergisine bir yeniden dönüş çabasıdır. 1996’dan sonra yayımlanmış çalışmaları bütünsel bir bakış içinde değerlendirmeye ve Yorgo Hacıdimitridis’in anlattığı acı hikayeyi belli bir çerçeve içine oturtmaya çalışan bir denemedir. Tabii ki yazım esnasında, önceki çalışmalarımdan epey belge, mülakat çözümleri, yorum ve somut bilgiler bu yazıda yerlerini aldılar. Zaten başka türlü olması da beklenemezdi.

Eğer İstanbul Defterdarı merhum Faik Ökte, 1951 yılında “ülkemize demokrasi geldi zannederek” Varlık Vergisi Faciası başlıklı kitabını yayımlamasaydı, bugün Varlık Vergisi hakkındaki bilgilerimiz çok eksik kalırdı. İngiliz ve Amerikan Arşivlerinden çıkan belgelerle, belki uygulama hakkında bir fikir sahibi olabilirdik. Ama Faik Bey’in yazdıkları sayesinde Milli Şef Rejiminin ruhuna ve mantığına nüfuz etmemiz mümkün oldu. Fakat Faik Bey’e de böyle bir kitabı yazmış olmanın bedelini ağır ödettiler. Kitap yayımlandıktan sonra basında çıkan eleştirilere “Vur fakat dinle” başlığı altında cevap veren Faik Ökte şunları söylüyordu:
“Bu kitabı neşretmekle [yayımlamakla] üzerime korkunç bulutları çekeceğimi pekâlâ biliyordum. Fakat bir gün, ince bir kabuk altında müzminleşen [derinleşen] bu yarayı mutlaka açmak lazımdı. Açılmasa iyi [tedavi] olmayacaktı. Ona gereken merhemi sürmek, onu tedavi etmek, zedelenen milli birliği tekrar yaratmaya çalışmak külfeti [işi], ilk günlerde işin aslını bırakıp hikayesiyle, hikayesini yazanla uğraşan muharrirlerimize [yazarlarımıza] düşmektedir. Ben ergeç dâvânın bu zaviyeden [açıdan] ele alınacağına inanıyorum.”

Faik Bey, Varlık Vergisinin “milli birliği” zedelediğinin ve gayrimüslim vatandaşlarımızın cumhuriyet rejimine olan güvenlerini yok ettiğinin farkındaydı. İnanmış bir demokrat olan eski defterdar, geçmişte yaşanan acıların ancak tartışılarak aşılacağının farkındaydı.
Cumhuriyet tarihinin bu gözüpek ve namuslu bürokratı, kitabını okuduğum günden beri benim hep ilgimi çekmişti. Geçtiğimiz aylarda Faik Ökte hakkında biraz araştırma yaptım, ailesi ile görüştüm. Böylece, “Defterdar Faik Ökte’nin Çilesi” isimli biyografik denemeyi kaleme aldım.
Varlık Vergisi ile ilgili tartışmalarda her zaman karşımıza çıkan görüşlerden biri de gayrimüslimlerin İstanbul’un ticaret sektöründe egemen oldukları iddiasıdır. 1935 ve 1945 Genel Nüfus Sayımlarındaki anadil ve meslek ile ilgili dağılımları kullanarak, İstanbul’daki gayrimüslim nüfusun konumu üzerine bir yorum yapmak lüzumunu hissettim. Konuyla ilgilenenler için ilginç olacağını düşünüyorum.

Varlık Vergisi sırasında İstanbul basının meseleye yaklaşımı bir utanç vesikasıdır. Fakat gazeteci Feridun Kandemir’in yazdıkları üzerinde durmamız gerektiğini düşünüyorum. Tasvir-i Efkâr gazetesinden Feridun Kandemir, 27 Ocak 1943 tarihinde 1. Kafile ile Aşkale’ye gitmiştir. Orada yaptığı röportajlarla, Ankara yönetiminin İstanbul’daki gazetecilerle birlikte kurguladığı bir psikolojik operasyonun parçası olmuştur. 1943 yılının Ağustos ayında Başbakan Saracoğlu ile Varlık Vergisi ve Aşkale kampları konusunu görüşen Kandemir, 1960’larda yayımladığı bir tanıklıkla bir anlamda “nedâmet getirmekte” veya itiraflarda bulunmaktadır. Kandemir’in tanıklıklığının okuyular açısından ilginç olacağını sanıyorum. Bu nedenle Kandemir’in yazdıkları bu derlemeye dahil edilmiştir.

Varlık Vergisinin en acımasız yönünün vergisini ödeyemeyen mükelleflerin Aşkale, Erzurum ve Sivrihisar’da oluşturulan çalışma kamplarına yollanması olduğunu bu yazının başında ifade etmiştik. Yıllar içinde, benim çok sık karşıma çıkan bir soru da şudur: “Peki, sizde Aşkale’ye gidenlerin listesi var mı?” Yakın zamana kadar, cevap olarak “maalesef yok” diyordum. Fakat 1990’ların başında o yılların gazetelerini kütüphanede okurken, İstanbul basınının attığı “bugün 69 suiniyet [kötü niyet] sahibi daha Aşkale’ye yollandı” türünden pespaye manşetlerin altında Aşkale’ye yollanan mükelleflerin isimlerinin, mesleklerinin ve vergi borçlarının bulunduğu listeler verildiğini fark etmiştim. Çoğu haberlerde isimler yanlış yazılıyor veya vergi miktarları tam verilmiyordu, fakat üzerinde çalışmaya değerdi.

2008 yılında aynı gazetelere tekrar baktım ve digital fotoğraf makinası ile bu haberlerin resimlerini çektim. Daha sonra evde bu haberlerden çıkan isim, meslek ve vergi borcu bilgilerini bilgisayara girdim. Aynı işlemi birkaç gazeteyi kullanarak karşılaştırmalı olarak yaptığım zaman, ortaya 836 kişilik bir liste çıktı. Faik Ökte’nin verdiği bilgilerden çalışma kamplarına 1400 gayrimüslim mükellefin yollandığını biliyoruz. Mükelleflerin önemli bir kısmının listesi böylece ilk kez ortaya çıkmış bulunuyor. Yakınları Aşkale, Erzurum ve Sivrihisar’a yollanmış insanlar için, bu listelerin kitabın sonunda verilmiş olmasının anlamlı olacağını düşünüyorum.

* * *

Bu kısa sunuş yazısını son günlerde Varlık Vergisi ile ilgili piyasaya çıkmış olan yeni bir kitaptan bahsederek bitirmek istiyorum. Varlık Vergisi uygulamasında yer almış yaşlı bir maliyeci, bu konuda yeni bir kitap yazdı.  Bir anlamda, benim ve bana yakın düşünenlerin görüş, tespit ve yaklaşımlarına itiraz amacıyla yazılmış bir kitaptı bu. Cahit Kayra ve onun arkasına saklananların kurmuş olduğu savunma hattını biraz basitleştirerek özetlersek, Cahit Bey’in itirazlarını şöyle sıralayabiliriz: “Devletin parası yoktu, imkanlarımız sınırlıydı ve savaş içindeydik. Ne yapsaydık yâni?” Burada Cahit Kayra’nın kitabının eleştirisine girişmeyi gereksiz buluyorum. Elinizdeki derleme, aslında bu türden “asmayalım da besleyelim mi?” demagojilerine bütünüyle karşı çıkan bir analitik yaklaşımın ürünüdür. Kitabın kendisi, zaten bu tür duygusal savunma reflekslerine gerekli cevabı vermektedir.

Geçtiğimiz aylarda, Varlık Vergisi sırasında İstanbul Defterdarı olan merhum Faik Ökte’nin Varlık Vergisi Faciası başlıklı anılarını tekrar okudum. Kitapta, ilk okumalarımda farkına varamadığım ince bir ayrıntıyı keşfettim. Faik Ökte, Varlık Vergisi’ni uygulayan bazı maliyecilerin görevlerinden istifa ettiklerini anlatıyordu. Yine 1951 yılında kendi kitabı piyasaya çıktığında, kitaptan rahatsız olanlar Faik Ökte’ye “Bu vergiyi tatbik edenlerin başında sen de vardın, o zaman neden çekilmedin?” sorusunu sormuşlardı. “Vur fakat dinle” başlığı altında uzun bir cevap kaleme alan Faik Bey, o yazıda 1943 yılında istifa eden arkadaşlarını tekrar gündeme getirerek söyle bir özeleştiride bulunuyordu:

“Kaziyenin [önerinin] doğru tarafı, daha başta bu işten çekilmem [istifa etmem] lâzım geldiğidir. Beni tenkit edenlerin [eleştirenlerin] bu hususta hakkı vardır. Amme hizmetinde [kamu hizmetinde] vazife alan gençlere, tecrübeli bir ağabeyleri sıfatıyle tavsiye ederim: Kariyer, istikbal, çoluk çocuk, yeniden kaldırıma düşmek endişesiyle inanmadıkları bir dâvâya sürüklenmesinler; kitabımda kendilerini bu badireden çekebilmek basiret ve imkânını bulan fanilere [insanlara] işaret ettim. Benim o zaman bu işten çekilmeyişimi bu arkadaşlar kadar olgunlaşmamış, kemâle ermemiş olduğumla izah etmekteyim.”
Verginin tahsilatı sırasında mükelleflere yapılan zulüm, verginin ırkçı ve ayrımcı nitelikleri, o günlerde mesleğine ve kendine saygılı bazı maliyecileri görevlerinden istifaya zorlamıştı. Faik Ökte, kendi deyimi ile “olgunlaşmış ve kemâle ermiş” iki müfettişin hikayesini şöyle anlatmaktadır:
“Şubelerde çalışan müfettişler arasında da daimi değişiklikler olmuştur. Mesela, Fatih Şubesinde çalışan İhsan Arat mükelleflerin ıstıraplarına, göz yaşlarına birkaç aydan fazla dayanamadı. Bu işten affedilmesini istedi... Bütün varlığı satılan mükelleflerin çalışma kampına gönderilmesine en evvel Müfettiş Ekrem Türkay itiraz etti. Dinlemediler. Türkay ayrıldı.”

1943 yılında, Milli Şef İnönü Rejiminin en karanlık günlerinde, Varlık Vergisi mükelleflerine yapılan zulme şahit olan ve onların acısını içinde hisseden İhsan Arat (1899-1986) ve Ekrem Türkay (1910-1962), kendilerine saygının sonucu olarak hiç çekinmeden “istifa müessesesini” kullanmışlardır.
Şimdi 2011 yılındayız. Artık Varlık Vergisi’nin nasıl bir felâket olduğu hakkında akademik çalışmalar yapılmış, romanlar yazılmış, hatta bir film çevrilmiş ve birçok televizyon kanalında tartışma programları düzenlenmiştir. Bütün bunlara rağmen, hâlâ bu ülkede birilerinin “bilirkişi” rolüne soyunarak yaklaşık 69 yıl sonra Varlık Vergisi rezaletini savunabilmeleri çok hazindir. Benim gibi “tarihle yüzleşmekten” yana olan insanların üzerine düşen görev, vicdan sahibi Maliye Müfettişleri olan merhum İhsan Arat ve Ekrem Türkay’ın hâtıraları önünde saygıyla eğilmekten ibarettir. Bu kitabı onlara ithaf ediyorum. Mekânları cennet olsun, nûr içinde yatsınlar.

 

---------

1940 nüfus sayımının sonuçlarına göre, Erzurum’un kent nüfusu 47,613 kişi, Aşkale ilçesinin merkez nüfusu 1,933 kişi ve Pırnakapan köyünün nüfusu ise sadece 554 kişidir. Bkz. Devlet İstatistik Enstitüsü, 20 İlkteşrin [Ekim] 1940, Genel Nüfus Sayımı. Ankara, 1941.
  Tasvir-i Efkâr, 23 Mart 1943
  Hacıdimitriadis’in Galata’daki dükkanı 504 lira muhammen bedel ile müzayedeye konulmuş ve satılmıştır. Satış ilanı 26 Temmuz 1943 tarihli Tasvir-i Efkâr gazetesinde yayınlanmıştır. Eminönü’ndeki dükkanı da 360 lira bedelle müzayedeye konulmuş ve mezat yolu ile satılmıştır. Satış ilanı 24 Haziran 1943 tarihli Tasvir-i Efkâr gazetesinde yayınlanmıştır. Kadıköy, Cafer Ağa Mahallesi, Hacı Sükrü Sokak’ta bulunan 18 - 20 numaralı ev ise, 4,440 lira muhammen bedel ile müzayedeye konulmuş ve satılmıştır. Satış ilanı 31 Temmuz 1943 tarihli Tasvir-i Efkâr gazetesinde yayınlanmıştır.
  Yorgo Hacıdimitriadis’in günlüğü önce torunu Niki Stavridi tarafından Yunanca’ya çevrilmiştir. Kitap 2010 yılı Eylül ayında Atina’da ESTIA yayınevi tarafından yayımlandı. Bkz. Giorgos Hadzidimitriadis, İmerologio Exorias: Erzerum 1943 [Sürgün Günlüğü: Erzurum 1943]. Atina: Estia Yayınları, 2010.
  Bkz. Ayhan Aktar, “Varlık Vergisi ve İstanbul,” Toplum ve Bilim. Sayı 71, Kış 1996. ss. 97-149
  Aşkale ile ilgili diğer bir yayın da 27 Ocak’da 1. Kafile ile Aşkale’ye yollanan Konstantin Kürkçüoğlu’nun 1943 yılının Ece ajandasına yazdığı notlardan oluşmaktadır. Kürkçüoğlu’nun günlüğü, Hacıdimitriadis’e göre çok sınırlı sayılabilecek bilgiler vermektedir, çünkü ajandanın yeri kısıtlıdır. Bkz. İrini Sarıoğlu (Yay. Haz.), Stin Exoria: Erzouroum - Askale 1943 [Sürgünde: Erzurum-Aşkale 1943]. Atina, 2009.
  Faik Ökte, “Vur fakat Dinle.” Son Posta, 26 Mayıs 1951
  Cahit Kayra, Savaş, Türkiye, Varlık Vergisi. İstanbul: Tarihçi Kitabevi, 2011.
  Faik Ökte, Son Posta, 26 Mayıs 1951
  Faik Ökte, Varlık Vergisi Faciası, İstanbul: Nebioğlu Yayınevi, 1951. s. 147

Bu haber toplam 22677 defa okunmuştur
Gaile 230. Sayısı

Gaile 230. Sayısı