Kıbrıs’ta LGBT kimlikler ve gizli homofobi
Kıbrıs’ta LGBT kimlikler ve gizli homofobi
Besire Paralik
[email protected]
Çok değil, beş ay önce Aralık 2013’te meclise sunulan yasa değişiklik önerisi*, Kıbrıs toplumunda bu zamana kadar üzeri örtülen, ucu göründükçe tekrar tekrar halının altına süpürülen bir gerçeğin gündeme gelmesini kaçınılmaz kıldı. Ülke geneline baktığımızda, zaman zaman gazetelere konu olan eşcinsellikle ilgili haberlerin 2014’ün Ocak ayına kadar sadece eski ceza yasasıyla gündeme gelmesi, bu zamana kadar eşcinselliğin doğal bir varoluş olduğu gerçeğine gölge düşürmüş, tekrarlanan homofobik argümanlar, yeni cümlelere karşı ahlakı öne sürerek egemenliğini heteroseksizm üzerinden kurgulamaya devam etmiştir. Eşcinselliğin sadece hukuki boyuttaki gündemi yerini ülkedeki diğer gündemlere bıraktığı an, üretilen söylemler tekrar halının altına süpürülerek eşcinsellik olgusu sistematik bir şekilde tabulaştırılmaya devam edilmiştir. Değişiklik önerisinin onaylanıp yasalaşması, o günlerde bir tarafta sistemin hiç duyup görmek istemediği isimsiz insanların umut ve sevinci olurken, diğer tarafta eşcinselleri gür sesli kuru bir kalabalığın hedefi haline getirmişti.
Eşcinsellikle ilgili yasanın düzenlenmesinin bu kadar ses getirmiş olması şaşırtıcı olmaktan uzak, beklenen bir sonuçtu. Sadece eşcinselliği değil, genel olarak cinselliği rahatça konuşamadığımız bir toplumda yaşadığımızı hesaba katarsak, hukuki kısıtlamaların kaldırılmasıyla toplumun eşcinselliğe bakış açısında bir değişim yaşanmasının hızlı ve kolay olacağını söyleyemeyiz. İlk günler bazı kesimlerin telaşa kapılıp egemen zihniyete sahip olmanın verdiği güce dayanarak ezen rolünü ele geçirmeleri eşcinselleri kendi gözlerinde ezilen konumuna yerleştirmiş ve eşcinselliği, üzerinde değerlendirme yapılması gereken bir konu haline getirerek, toplumdaki kabul ya da reddinin bireysel kararlara bağlı olduğu yanılsamasını yaratmıştır. Tekrarlanan ayrımcı söylemler din ve ahlak çerçevesinde meşru kılınmaya çalışılmış, farklı öznelerle karşımıza çıkan ‘’biz’’ ve ‘’onlar’’ bu kez heteroseksist zihniyetin eşcinselleri ötekileştirmesine yol açmıştır. Eşcinselliğe karşı olan kişilerin, LGBT bireylerin varlığını reddettikleri zaman bir yönelim olarak eşcinselliğin yok olacağına inanmaları bana Piaget’in teorisindeki düşünme öncesi evrede 9 aya erişmemiş bebeklerin gözünün önündeki bir nesnenin kaldırılmasıyla böyle bir nesnenin evrende var olmadığına inanmalarını hatırlatıyor. Bu kişiler çoğu zaman çevrelerindeki LGBT bireyler hakkında da farkındalık geliştiremiyor ve tanıdığı herkesin heteroseksüel olduğunu varsayıyor…
Eşcinsellik kişinin kendi cinsine yönelmesi olarak tanımlanırken, sıra eşcinsel bireyleri tanımlamaya geldiğinde, önyargıyla bezenmiş birçok sıfat, genelleme ve sınıflandırma nefret söylemi eşliğinde kendini göstermeye başlıyor. Kimilerine göre eşcinseller, tüm talepleri sokakta el ele dolaşmaktan ibaret azınlık grubuyken, kimilerince de hayatta cinsellik dışında pratikleri olmayan rahatsız insanlar olarak tanımlanıyorlar. Her şeyden önce bilinmesi gereken bir gerçek var ki o da eşcinsel olmanın, tüm insanların heteroseksüel varsayıldığı toplumlarda ‘‘herkes heteroseksüel değildir’’ diye yükselen bir ses olduğudur.
Heteroseksüel varsayımlar elbette ki eğitim ve medya gibi araçlar kullanılarak devlet eliyle üretiliyor ve pekiştiriliyor. İşin en acı tarafı da, dünyaya sadece heteroseksist pencereden bakan anlayışın her zaman eşcinsel karşıtı olmaması, ya da kendilerini öyle tanımlamaları. Bundandır ki ‘‘homofobik değilim’’ diye başlayan cümlelerin devamında neyle karşılaşacağımız hiç belli olmuyor. Homofobik olmadığını beyan etmek, çoğu zaman kişinin benimsediği heteroseksüel hegemonyanın ortadan kalktığı anlamına gelmiyor. Türkiye’de Gezi Parkı direnişi süresince kendini ‘‘homofobik değilim’’ diye tanımlayan birçok kişi tarafından pek çok cinsiyetçi küfrün sloganlaştırılması, lezbiyen, gey, biseksüel ve trans bireyleri ayrımcılıkla yüzleştirmişti. O dönem Taraftar Hakları Derneği’nin ülke geneline yapmış olduğu çağrı birçok kesimin heteroseksist uykusundan kısmen uyanmasını sağladı. Taraftar Hakları Derneği’nin yazılı açıklaması şu şekildeydi: ‘‘Küfürlü sloganlarımızla büyük bir ayrımcılığa yol açıyoruz. Onurlu direnişimizde omuz omuza haysiyet mücadelesi verdiğimiz, barikat yoldaşlığı yaptığımız, tomalı, coplu ve eli sopalıların insanlık dışı saldırılarında bizlere evlerinin kapılarını açan halkın yarısını, yani kadın yoldaşlarımızı aşağılıyor ve onlara yönelik cinsiyet ayrımcılığı yapmış oluyoruz. Günlerdir Gezi Parkı'nda, İzmir'de ve Türkiye'nin her yerinde kadınlar direniyor. Eşcinseller, travestiler yani LGBT bireyler direniyor. Atılan küfürlü ve erkek egemen sloganlar ile tüm bu yoldaşlarımızı aşağılıyor, onlara ayrımcılık yapıyoruz.’’ (Etkin Haber Ajansı / 09 Haziran 2013 Pazar, 14:36)
Eşcinsel bireylerin ve/veya lgbt hareketinin cümleleri heteroseksist duvarlardan içeriye sızmaya başladıkça, homofobinin tanımı dar kalıbından sıyrılarak yerini “homofobik miyim” ya da “homofobi nedir” gibi bilinçaltı yüzleşmelerine bırakabiliyor. Homofobinin sadece şiddet ve dışlama gibi görünür sonuçlara indirgendiği bir yerde, kullanılan dil ve davranışlar gizli homofobiyi açığa çıkarmakta gecikmez.
Aslına bakarsanız Kıbrıs’ta herkes demokrattır, özgürlükçüdür, insan haklarına saygı duyar ve en önemlisi de “modern”dir ve işte tam da bu yüzden sahip oldukları bu özellikler kendilerini düzgün birer insan yapar, bu da onlara her konuda görüş bildirme ve “eğrileri düzeltme” alanı yaratır. “Zaten yasanız geçti, daha ne talep ediyorsunuz?” diyen özgürlükçü kesim, “çocuğum gey olsa ne yapardım” sorusunu yanıtlayarak özgürlükçülüğünü sınayabilir mesela. Ya da lezbiyen, gey, biseksüel ve trans olmanın sebeplerini araştırmaya heves edip “ama onlar da insan” sonucuna varmışsa, çevresindeki heteroseksist duvarları fark edebilmesi adına işe ‘‘heteroseksüelliğin nedenlerini’’ araştırarak başlayabilir.
Eşcinsel ya da heteroseksüel olması fark etmeksizin, kimsenin cinsel yöneliminden ve/veya cinsiyet kimliğinden onur duymadığı, bunu özellikle ifade etmek zorunda kalmadığı, tek bir yönelimin bir diğeri üzerinde egemenlik kurmadığı bir toplumda yaşıyor olsaydık, farklılıklar tehdit olarak algılanmayacak, “normal” ya da “öteki” gibi etiketler üzerimize yapışmayacak ve muhtemelen heteroseksüel, lezbiyen, gey, biseksüel, trans gibi tanımlamalara gerek duymayacaktık. Tam da bu sebeple toplum, LGBT olduğunu saklamayan bireyleri “cesur” olarak görmekten vazgeçtiği gün “cesur”ların yükselen sesinin ayrımcılığı yok etmek için gerekli olduğunu fark edebilecektir.
Heteroseksist düzenin inşa ettiği kimlik kalıpları o kadar katı ve soğuktur ki, kızgın ateşte kaynatmayı durdurduğunuz an, tüm soğukluğuyla insanların hayatlarına müdahil olmaya devam edecektir. Bilinçli ya da bilinçsiz benimsenen her türlü ayrımcılık, bilinçli bir şekilde yok edilmeye başladığı vakit, Ursula K. Le Guin’in ifadesindeki gibi insanı kendi özüne yaklaştırmaya başlayacaktır:
‘‘Diğer bir insan tipine yakınlık duymayı reddederseniz, karşınızdakinin tümden farklı olduğunu söylerseniz –erkeklerin kadınlara, bir sınıfın diğer sınıfa, bir ulusun diğer ulusa yaptığı şekilde- ondan nefret edebilir ya da onu tanrılaştırabilirsiniz; fakat her iki halde de onun tinsel eşitliğini ve insansal gerçekliğini reddetmiş olursunuz. Onu, aranızdaki tek olası ilişkilenme biçiminin iktidar ilişkisi olduğu bir şeye dönüştürürsünüz. Ve böylelikle kendi gerçekliğinizi vahim bir şekilde güçsüzleştirmiş olursunuz. Aslında kendinizi yabancılaştırmış olursunuz.’’ **
*Ceza (değişiklik) yasa tasarısının tamamı bu adresten okunabilir: www.cm.gov.nc.tr/Yasalar/ceza%20y.t.doc
**Berktay, Fatmagül (2012) ‘‘Kadınların Arendt’i: Dünyayı Bugünde Sevmek’’ İstanbul: Metis Yayınları