1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. ‘Protokol bu ay kesinlikle imzalanmalı, buna ihtiyacımız var’
‘Protokol bu ay kesinlikle imzalanmalı, buna ihtiyacımız var’

‘Protokol bu ay kesinlikle imzalanmalı, buna ihtiyacımız var’

Eski Maliye Bakanı Zeren Mungan ile maliyenin dününü bugününü ve geleceğini konuştuk

A+A-

Fayka ARSEVEN KİŞİ

Eski Maliye Bakanı Zeren Mungan, 2016-2018 Ekonomik Programın bu ay kesinlikle Türkiye ile imzalanması gerektiğini söyleyerek, “Müzakere yoluyla TC ile uzlaşıyı bulmak zorundayız, buna ihtiyacımız da var” dedi.

Maliye Bakanlığı’nın Türkiye’den kaynak almadan maaş ödemesinin büyük başarı olduğu vurgusunda da bulunan Mungan, “5-6 yıl önce olsaydı KKTC’de hiçbir şey yerli yerinde olmayacaktı. Çünkü devlet mümkün değildi, 13’ncü maaş ve 2 aylık mükellefiyetlerini yerine getirsin” ifadesinde bulundu.

Eski Bakan Mungan ile hem dünü hem bugünü hem de geleceği konuştuk.

• 2016-2018 Ekonomik Protokol’ü gündemde… Protokol’ün en dikkat çekici yanı nedir?
• ZEREN MUNGAN:
Niçin böyle bir program yapılıyor ona bakmak lazım. Eğer biz KKTC olarak gelişmemiz, büyümemiz, refah seviyemizi yükseltmemiz ve toplumdaki herkesin daha iyi bir noktaya gelmesi için gerekli kaynaklara sahip olsak, bir başka ülkeyle böyle kapsamlı protokol, anlaşma yapmaya ihtiyaç doğmazdı. Ancak şöyle bir gerçeklik var; gelişmiş ülkeler de dahil belirli konularda mevcut durumdan daha iyi noktaya gelmek için bir takım anlaşmalar, işbirlikleri yapar.

KKTC’de yaşayan insanların refah seviyesinin yeterli olmadığını düşünüyoruz. Refah seviyesinin yükseltilmesi gerektiğine inanıyoruz. Bütün hükümetlerin de birinci önceliği odur, o olmalıdır. Bunun için de birtakım yeni yasal idari düzenlemelere ve yatırımlara ihtiyaç vardır. Çünkü hedefiniz ekonomiyi büyütmek ve daha fazla geliri adaletli şekilde dağıtmaktır. Bunları da yasalar ve idari düzenlemeler ile yapacaksınız. Şimdi biz KKTC olarak devlet bütçesinden yatırımlara yüzde 1 pay ayırabiliyoruz. Yani 4.5 milyar TL bütçeniz var ve biz 45 milyon TL yatırımlara ayırabiliyoruz. Bu yüzde 1 ile ülkenin refah seviyesinin yükseltilmesi gayri milli hasılasının büyütülmesi ve dolayısıyla insanların daha refah içinde yaşayabilmesini sağlamanız mümkün değil. Demek ki bizim ülkemizde yatırıma ihtiyaç var. Yani kaynağa, paraya… Diğer taraftan kime sorarsanız sorun kamuda verilen hizmetlerin yeterli ve nitelikli olmadığı yönünde görüşler var. Bunların nedenlerine bakacak olursak; mevzuat eksikliği var, idari düzenlemeye ihtiyaç var ve teknoloji kullanımının yetersiz olduğu yönünde tespit var.   Demek ki biz yasal mevzuatlarımızı güncellemeliyiz, personelin ise ciddi bir hizmet içi eğitime ihtiyacı var ve teknoloji etkin olarak kullanmalıyız.

Vatandaş haklı olarak örneğin seyri sefer ruhsatlarını niçin elektronik ortamda ya da bankaya verdiği otomatik talimatla ödeyemiyor diyor. Yüzde yüz insanlar haklı…

Gümrükleme işlerini yürüten arkadaşlar onlar da ‘elektronik ortamda niye yapmıyoruz’ diye söylüyorlar, yüzde yüz haklılar. Bu teknolojinin çözümü iki türlü çıkış yolu getirecek. Hem insanımızın işi kolaylaşacak hem de şeffaflık, hesap verebilirlik ve herkese eşit uygulama imkanı olacak.

Şunu açıkça söyleyebilirim başka ülkelerde olduğu gibi bizde rüşvet söz konusu değil. İnsanımız bunlardan uzak. Ama şu var; küçük ülke olmanın getirdiği bir takım sosyal ilişkiler belli insanların işlerini daha kolay yürümesini diğer sosyal ilişkisi olmayanın işlerinin biraz daha zor yürümesine neden oluyor. Teknolojiyi uyguladığınız zaman işte bu ayırım ortadan kalkacak. Kamu görevlisinin üzerindeki baskı ortadan kalkacak, duygular değil, bilgisayarın söylediğini yapmak durumunda olacağız.

Teknoloji kayıt dışı ekonomi ile mücadelede de büyük önem taşır. Çünkü teknolojiyi etkin kullanmadığınız noktada düşünün vergi ile ilgili denetimler yapılacak eleman sayısı sınırlı, bu insanların sürekli denetime çıkma imkanı yok. Artı bütün dosyaları detaylı olarak inceleme imkanı yok. Çok dengeli yaklaşımlar oluşmuyor. Ancak teknoloji kullanımı olduğunda tüm verileri toplu olarak bulacaksınız.

En başta dediğimiz dengeli dağıtımın yolu ise kayıt dışı ekonomi ile mücadele yolu ile olacak. Yasal, idari ve teknoloji düzenlemeleri yapılınca bir yandan kayıt dışı ile mücadele edilecek ve devletin topladığı vergi daha adaletli olacak, belki bir kısım insandan aldığımız vergi daha az olacak. Çünkü daha gerçekçi vergi toplayacağız. Hem kayıt dışı ekonomi ile mücadele hem devletin gelirlerini artıracak hem de yatırımlarla büyümeyi sağlayacağız. Bununla birlikte kamu hizmeti artacak.

• Bu kadar önemli teknolojik yatırımlar neden bugüne kadar gerçekleşmedi?
• ZEREN MUNGAN:
E-devlet ve e-maliye özellikle Türkiye’de Türksat tarafından yürütülecek bir proje şekline getirilmişti. 2013’te teknik şartnamesi hazırlandı, bitti. Ancak maalesef Türkiye’de yaşanan bir takım sıkıntılar bugüne kadar bunlarda sonuç almamıza neden oldu. Ama buna bir çıkış yolu bulmak zorundayız.

• Kamu görevlilerinin hizmet içi eğitimine dikkat çektiniz. Yerlerinin niteliklerine göre değişebilmesine yasalar imkan tanıyor mu veya çalışan, sendikalar bunu kabul edebilir mi?
• ZEREN MUNGAN:
Aslında belli kavram kargaşası var. Şimdi devlet olarak biz kamuda yeterli eğitimleri veremiyoruz. İnsanlar yeterli eğitimleri almayınca bulundukları yerde sürekli orada kalarak kendilerini donduruyorlar, buzdolabına koyuyorlar. Ama bunun müsebbibi biz,üst kademe yöneticileriyiz. Mühendis olan bir arkadaşın hiç ilgisi olmayan alanda görev yaptığını görebiliyorsunuz. Zorlama ile değil çalışanlarla, sendikalarla birlikte gerçek ve ihtiyaç alanlarında çalışmalarının motivasyon ve teşvik yoluyla sağlanabileceğine inanıyorum. Şuandaki mevzuatımızda buna imkan yok. Yani kamu çalışanlarının farklı yerlerde görevlendirilmesi konusunda imkan yok. Her bakanlığın hatta her dairenin ayrı teşkilat yasası var. Çoğu dairenin yasasında da başka daireden müracaat bile edemezsiniz. Çok katı bir sistem var. Dışarıdan siz eğer girdi almazsanız yenilenme mümkün değil. Ama bunları sağlarken kırıp dökmeden insanlara anlatarak ve belirli eğitimlerden geçirerek talepler dikkate alınarak yapılmalıdır. İnşallah 2016 yılında Kıbrıs sorununda bir uzlaşı sağlanır, federe devlet yapıları gerçekleşir. Bu yapı içerisinde bu ihtiyaçlar kendiliğinden çıkacak. Örneğin federal devlette görev alacak insanlara ihtiyacımız olacak. İşte bu dairelerden oralara aktarma olacak. Ama farklı dairelerden de alma durumunu yaratmak zorundayız. Bu sürede belirli eğitim programları uygulanmak zorunda.  Günün sonunda hep hedefimiz şu olmalı; kamuda daha iyi hizmet toplumun her kesiminin refah seviyesini yükseltmektir. Diğerleri buna bir araçtır. Bütün bunlar tabi anlaşma olması halinde gündeme gelecek ama bugünden düşünmezsek anlaşma olduğu gün gece yarısı yapacağız. 2004’te referandum öncesini hatırlıyorum son gece kimi nereye göndereceğiz diye listeler yapıyorduk Başbakanlıkta ve bir takım yerlere insan gönderme noktasında sıkıntı yaşadık.

• Hep şöyle bir iddia var; devlet kamu çalışanlarını ödemek için var. Nedir bunun gerçekliği, kamu çalışanlarının rakamı ülkemize göre normal mi?
• ZEREN MUNGAN:
Nüfusa göre kamuda çalışan sayısı değerlendirirken dikkatli olmak lazım. Gerçek anlamda kamuda kaç kişi sürekli, geçici çalışıyor, devlet kaç emekli ödüyor, kaç kişiye sosyal yardım ödeniyor, kaç engelliye maaş veriyoruz? Kamudan maaş çekenlerin listesi var. Kamudan, sosyal sigortalar da dahil maaş alanların sayısı 70 binlerin üstündedir. Bu rakamı duyanlar herkes memur yorumunu yapıyor ama öyle değil. Memur 14 bin civarı ve bu sayı çok yüksek değil. Hele ki ada ülkeleri gibi küçük ülkeler için kamu çalışanı açısından büyük oran değil.

Ama bunun üzerine belediyeler, kamu iktisadi kuruluşları, BRT gibi kurumları eklediğimiz zaman ne yazık ki sayı şişiyor. Bu kurumlarda çünkü gereğinden fazla istihdam var. Devlet dışı kurumlarda gereğinden fazla istihdam var. Devlette sürekli çalışan 14 bin civarı ama 70 bin çek ödüyorsunuz. Çünkü kamu çalışanın dışında bir o kadar emekli maaşı ödeniyor. Artı 4 binin üzerinde sosyal yardım alan var.  Yine bu civarda engelli maaşı alanlar var, onun dışında BRT var diğer kurumlar ve belediyeler var. İnsanlar büyük resme bakıp devletten çok sayıda çek çıkıyor diyor. Genel değerlendirmelerde de biz ne diyoruz; memurların maaşı gibi takdim ediliyor. Bu yanlış bir tanımdır. Bütçenin yüzde 85’ni kamu çalışanları alıyor gibi bir takım konuşmalar oluyor. Bu çok yanlıştır.

Ama çalışanların verimli ve yerinde kullanılmadığını, çalışanların kendilerini geliştirme fırsatı bulamadıklarını düşünüyorum.

Halkla ilişkiler konusunda da bütün kamu çalışanlarının eğitimden geçmesi gerekir. Maalesef bazı kamu çalışanı arkadaşlar oranın hakimi veya sahibi gibi davranıyor. Ama hizmet verdiğimiz insanlardır oranın sahibi. 

• Maliye bakanlarına hep bir eleştiridir ‘zenginden vergi alınmıyor’ … Gerçekliği nedir?
• ZEREN MUNGAN:
Belli ölçüde gerçeklik payı vardır. Kayıt dışı ekonomi yoluyla gerçekten sistemin dışında faaliyet gösteren insanlar vardır.

• Bunları belirlemek çok mu zor? Yeterli denetim var mı?
• ZEREN MUNGAN:
Denetim var ama teknolojiyi etkin kullanamadığınız için bütün dosyaları sizin detaylı olarak inceleme imkanınız yok. Didik didik yapmanız mümkün değil. Varsayın elde yaptınız ama ertesi gün bir kayıt dışılık yaşanabilir. Yani anlık bunu takip edebilmeniz lazım bu da teknolojiyi kullanmakla olur.

• Kayıt dışılık bizde hangi orandadır?
• ZEREN MUNGAN:
Biz de kayıt dışılıkla ilgili kapsamlı bir rapor hazırlamıştık. Orada vergideki kayıt dışılık yüzde 50- 60 düzeyinde, Gayri Milli Hasıla’daki kayıp ise yüzde 25 civarındaydı. Çok ciddi bir oran ama şunu söyleyebilirim diğer ülkelere de baktığımızda da yüzde 20 düzeyine çekmek ciddi bir başarı olarak görülüyor. Bu adım adım olacak. Demek ki ülkeyi bir yandan ekonomik olarak büyütmemiz gerek hem de kayıt dışılıkla mücadele edeceğiz ki toplam ülkedeki geliri artıralım ve refah seviyesini yükseltelim.

• 2016-2018 Ekonomik Programı’nda belli kurumların özelleştirilmesi gündeme geldi. Bu özelleştirmelere ihtiyaç var mı?
• ZEREN MUNGAN:
Özelleştirme çok genel olarak söyleniyor. Detaya çok gidilmiyor ve kavram kargaşasına neden oluyor. Gerçek anlamda özelleştirme kamunun elindeki bir varlığın tamamıyla özel sektöre devredilmesidir. Ama bizim yakın zamanda yaşadığımız örneğin suyla ilgili olan konuda yapılmak istenen şu; işletmenin belirli bir süre ile kamu-özel ortaklığına verilmesidir. Bu büyük anlamda özelleştirme değildir. Bu yap-işlet-devret modelidir. Yani kamunun da dahil olduğu ve stratejik konularda söz sahibi olacağı bir yönetim kurulu olacak.  Proje çalışmaları başlatıldı, nokta nokta KKTC’nin su ile ilgili ne yatırımlar yapılması gerektiği tespit edilecek. 

Peki bu niçin yapılıyor? Devlet olarak veya yerel yönetimlerin yatırım yapma kabiliyeti olsaydı veya böyle bir faaliyeti sürdürmek için bilgi birikimi olsaydı şunu tartışabilirdik; devlet ve belediyeler yapsın. Ancak bir takım gerçeklerle yüzleşmek zorundayız. Bir; devlet böyle bir yatırım yapamaz. Çünkü devlet bütün yıl boyunca yatırımlara yüzde 1 pay ayırıyor. Ama oraya yapılacak yatırım ihtiyacı ilk önce yarım milyar konuşuldu şimdi 1 milyara yaklaşan ihtiyaç olduğu söyleniyor. Böyle bir yatırımı devlet yapamıyor bu kesin ve net. Birey olarak da düşündüğünüz bazı şeyleri gerçekle yüzleşince o hedeflerinizi aşağıya indirmek durumunda kalırsınız.

Devlet yapamıyor peki yerel yönetimler asıl suyu dağıtan? Onlara bakıyoruz belediyelerin hali devletten daha sıkıntılı. Niçin sıkıntılı? çünkü devlet son 3 yılda eskiye göre çok iyi noktaya geldi. Hatırlayın daha önceki yıllarda Türkiye’den çok ciddi kaynak gelirdi. Ocak-Şubat aylarında da ciddi kaynaklar aktarılırdı ve ödemeler ancak öyle dönerdi. Ama şimdi Aralık sonunda hiç para gelmedi, Ocak- Şubat ayında para gelmedi Sayın Maliye Bakanı olmak üzere bütün Maliye Bakanlığı çalışanlarını tebrik ederim buna rağmen 13’ncü maaş da ödendi. Bu devlet bütçesinde iyi bir iyileşmeyi gösteriyor. Zaten 4 yıl içerisinde TC’den maaş ve benzeri ödemeler için katkı almama hedefimiz vardı. Devlet maaşları ödüyor, çalışanların yatırımlarını ödüyor belediyelere bakıyoruz, belediyeler değil yatırım yapmak çalışanlarının ihtiyat sandığını, sosyal sigortasını ödeyemiyor. Ki bu yasal bir zorunluluktur.  Bu, bugün belediyelerde görev alan arkadaşların yarattığı bir sıkıntı değil, geçmişten geliyor. Demek ki buna da baktığımızda belediyeler yatırım yapacak durumda değil. Belediyeler alsın suyu yavaş yavaş yatırım yapsın konusu da konuşuldu ancak Kıbrıs Türkü 10-15 yıl daha bekleyemez. İnsanlar artık usandı. Deniz suyu niteliğinde su kullanılıyor.

Dikkat edin temin edilen suyu özel sektör dağıtacak. Bazı arkadaşlar da anlaşmanın bütününü okumadı. Bütün suyu dağıtacak gibi ifadelerden yola çıkarak, yerel altı suları da, kuyuları da alacaklar, böyle bir şey yok. Anlaşmada tanımlar var. Temin edilen su da TC’den gelen sudur. Özel sektör eliyle bu su yönetilecek.

Bu çok net yazılmıştır. Birde ne yapacak, yatırım yapacak. Yağmur suyu şimdi kıymetli oldu. Bu yağmur suyu bize su baskını olarak döndü. Yağmur sularını kontrol etmedik, drenaj hatlarını yapmadık ve her bölgeyi sular bastı. Kimse bunu tartışmıyor. Özel sektör senin belirlediğin koşullarda yatırımını yapacak. Özel sektör bizim istediğimiz koşullarda bir kaynak yaratıyorsa o kaynağı kullanmalıyız.  Bütünlüklü bakarsak bunun toplumun yararına olacağı görülür.

• Limanların, Telefon Dairesi’nin ve KIB-TEK’in özelleştirilmesi düşüncesine nasıl yaklaşıyorsunuz?
• ZEREN MUNGAN:
Limanların şimdiki hali içler acısı, ciddi yatırıma ihtiyaç var. Limanlarda verilen hizmetler tekel… Yani zamanında sınırlı sayıda insanın aldığı hakkı sürdüren bir yapı... Devlette de değil yani. Oraya yatırım yapılması lazım. Yine başa dönüyoruz, devlet bu yatırımı yapamaz. Demek ki ciddi bir otoriter oluşturarak bu otoritenin kontrolünde su da Su Kurumu olduğu gibi yine ihale yoluyla limanları geliştirmeliyiz. Ancak şu gerçeklik de duruyor; limanlarla ilgili bana göre yılsonuna kadar ciddi bir adım atmamız mümkün değil. Çünkü Kıbrıs görüşmeleri devam ediyor. Limanlar da görüşmelerde yer tutan bir husus. Anlaşma olması halinde zaten limanların hangi standartlarda olacağı gündeme gelecek. Limanlar federal devlet tarafından şekillenecek.

Biz hep anlaşma olacak gibi düşünüyoruz ama anlaşma olmaması halinde de kendimizi nasıl sürdürebiliriz düşünmek zorundayız. Anlaşma olması veya olmaması halinde A ve B planı diye limanlarla ilgili kapsamlı çalışma yapılmalı.

Telekomünikasyona ve elektriğe baktığımızda ikisi de çok önemli. Bunlarda önemli olan suda olduğu gibi bağımsız kurumlar oluşturulmalı. Telekomünikasyon ile ilgili BTHK oluştu, etkin olarak da çalışıyor. Enerjide de böyle bir kurum kuruma ihtiyacımız var. Enerji ve akaryakıt piyasasını denetleyen bir kurum olmalı 2005-2006’da bununla ilgili çalışmalar AB ile birlikte yapıldı. Maalesef belirli yerlerde tıkandı.

Enerjide bu tür yapıya ihtiyaç var. Bu yapıyla birlikte hiç zaman kaybetmeden enterconnecte bağlantının yapılması lazım. Tabi bu enterconnecte yapılan tartışma hep şu oldu; Türkiye bize elektrik satacak. İlgisi alakası yok. Bu enterconnecteyi tanımlamaz. Çünkü orada hem elektrik alırsınız hem verirsiniz. Yani Türkiye üzerinden Avrupa’ya da bağlanırsınız ister belirli dönemlerde elektrik alırsınız ister satarsınız. Bu dünyaya açılmaktır. Diğer tartışmalara girmeden biz bunu yapmalıyız. Önce enerji alanında bağımsız bir kurum oluşacak, gerek güneyle gerek kuzeyle enterconnecte ihtiyacı var. Biz prensipleri, ihtiyaçları tartışmalıyız. Biz şimdi ne yapıyoruz Elektrik Kurumu’nu özel sektöre mi vereceğiz tartışması yapıyoruz. Alakası yok. Yaşanacaksa böyle bir şey tüm bu söylediklerimden sonra tartışılacak. Şimdi alakasız şeyleri tartışıyoruz.

• Yabancı yatırımcıya biraz kapalı mıyız?
• ZEREN MUNGAN:
Yabancıya da yerliye sermayeye de kapalıyız. İçerden de dışarıdan da yatırım yapanın kar kaygısı var, vakıf değil ki yatırımcı. Ama koşulları belirlemek bizim elimizde. Büyümek istiyorsak sermayeye ihtiyacımız var. Eğer sermayeyi kamu sağlayamıyorsa özel sektör eli ile yapmak zorundayız.  Eğer büyümek ve kişi başına düşen geliri artırmak istiyorsak, eğer anlaşma olması veya olmaması halinde de güney ile rekabet edebilir duruma gelmek istiyorsak. Ama halimizden memnunsak, kendi yağımızla kendi ciğerimizi kavururuz, onun için dışarıdan biri gelmesin, üretileni de mecbur edelim insanlara pahalı alsın, dışarıdan gelenlere yüksek fon koyalım ki kapalı toplum olalım. Hiçbir yere gidemeyiz ve çocuklarımıza torunlarımıza çok yazık ederiz. Ve burası bir köye döner. Ama Kıbrıs insanı bunu hak etmez.

• TC bize zoraki bir program dayatıyor mu?
• ZEREN MUNGAN:
Eğer siz bir şey yapmazsanız ve giderseniz Türkiye’nin karşısına ve şu kadar para verin derseniz böyle bir şey olamaz. Dünyanın hiçbir yerinde yok. KKTC ile TC arasındaki ilişkiler evet farklı. Dünya Bankası, IMF ilişkileri olsaydı biz daha iyi yerde olurduk. Çünkü IMF ve Dünya Bankası kaynakları farklı ülkelerde elde edilen kaynaklarla yönetiliyor. O anlamda sorumlu olduğu yer var. Size bir kaynağı sağlarken bunun sizin ülkenizde sonuçlar yarattığını hem görmek zorunda hem de kredi olduğu için geri dönüşümünü garanti altına almak istiyor. Onun için o reçeteyi sıkı sıkı takip ederler. TC bu reçeteyi sıkılıkla takip etmedi, etseydi farklı olurdu.

Eğer Türkiye’nin karşısına siz bir şey koymazsanız onlar da size ‘eksi var bunu gidermek için ne yapacaksınız’ der. Siz eğer ‘bakacağız’ derseniz haliyle TC’nin ciddi bir birikimi var ve diyorlar ki ‘size şu şu önerileri getirebiliriz. Şunları yaparsanız şöyle düzenleme olur.’ Kimi zaman ne getirildiyse kabullenildi, önüne ardına bakılmadan ve yine bildiğimizi yaptık. Ama son dönemlerde TC’ye gittiğinizde ‘çalışın, bir program yapın gelin’ dedi. En azından son program 2016-18’e bakacak olursak bunun çalışması 2015 yılında başlatıldı. Neydi yapılan? İlk önce biz 3 yıllık programımızı yapmalıyız. Önümüzdeki 3 yılda KKTC kendini nerede görmek istiyor? Büyümesi ne kadar olacak, kişi başına düşen gelir ne olacak, hangi yasalara ihtiyaç var ne kadar yatırıma ihtiyaç var, ne kadar yatırım kamu ve özel yapılmalıdır diye tespitlerde bulunduk. Bunun ardından Başbakanlık başkanlığında KKTC’nin hazırladığı bir program taslağı oluştu. Bu belirli ölçüde sivil toplumla paylaşıldı yeterli olduğunu düşünmüyorum. En azından son metinlerin paylaşılmasında yarar vardı. Daha önceki programlarda da benzer stratejik hatalar yapıldı.

Şimdi KKTC’nin ürettiği bir program var. Belli birkaç hususta TC ile görüşülürken sıkıtı yaşanabilir. Süreçte şudur; siz ne kadar kapsamlı ve nitelikli program hazırlarsanız bunun karşı tarafa kabul ettirme şansı da artar. Bu anlamda yapılan çalışma TC ile paylaşıldı ve halen görüşmeler sürdürülüyor ve onlardan bir takım geri dönüşler alınıyor ve bu süreç karşılıklı sürdürülüyor. Her programda olduğu gibi birkaç husus siyasi düzeyde görüşülerek belli noktaya gelecek. Kim ne derse desin TC hep esnedi. Müzakere yoluyla TC ile uzlaşıyı bulmak zorundayız, buna ihtiyacımız da var. Ama şunu söyleyeyim geciktik. Gerçekten Maliye Bakanlığı çok sıkıştı. Kırı kırk yarıyorlar ödemeleri gerçekleştirmek için. Bana göre yeterli değil. Çünkü bu 2 ayda 80-100 milyon bir kaynak KKTC’ye gelebilirdi. Bu ilgili sektörlere mutlaka yansıyacaktı. Şimdi sıkıntı yaşıyoruz, nakit dönmüyor ve insanlar ödemelerini ileriye öteleyerek çözmeye çalışıyor. Bu beraberinde devletin KDV gelirlerinde düşüşü de getiriyor.  Buna çok üzülüyorum çünkü KDV gelirlerinde yüzde 20 reel artış sağladık. Bu piyasadaki daralma KDV tahsilatlarını aşağıya çekecek. Mutlaka her düzeyde görüşmeler tamamlanarak bu ay kesinlikle bu protokol imzalanmalı ve kaynak aktarımı yapılmalıdır.

Türkiye bize para vermedi söylemi de doğru değil. Bir takım mevzuatlar var onları uygulamak zorundasın. Bu ‘baba ver biraz para’ demeye benzemez. TC’nin de kendi kurumlarına sorumluluğu var. Türkiye dost bir ülke ama bir protokol olmadan teknik olarak para aktaramaz. Protokolü hazırlamada çok çok geciktik. Çok açık söyleyeyim 5-6 yıl önce olsaydı protokolün bu kadar sarkması sanırım KKTC’de hiçbir şey yerli yerinde olmayacaktı. Çünkü devlet mümkün değildi, 2 aylık mükellefiyetlerini yerine getirsin.   


“Program ve protokolü biz istiyoruz”

“Program ve protokolü biz istiyoruz. Türkiye’ye de diyoruz biz bunları istiyoruz onlar da bir takım önerileri getiriyor. Biz bu listeyi ne kadar iyi hazırlarsak o kadar sonuç alıcı olur. Türkiye protokol dayattı biz ‘tamam’ dedik anlayışı doğu bir anlayış değildir. Eğer biz gerekli yasal çalışmaları tamamlamazsak çözüm olması halinde AB bunları bizim önümüze koyacak. Bundan kötü bir zül olamaz bana göre. Onun için bizim çok sayıda yasamız var. Öncellikli yasaları ivedi olarak geçirmeliyiz. Ve şöyle bir Meclis görmek istiyorum geceli gündüzlü çalışılsın… Yasalar takvimlendirilerek Meclis’ten geçirilsin. Konuşmak kolay.

Örneğin Perşembe günü Meclis’te gündem dışı konuşmalar yapılıyor ama sonuç yok. O günde yarım gün konuşalım geriye kalan zamanda yasa çıkaralım. Çok daha etkin Meclis’in çalışması lazım. Benim bakanlığım dönemimde de birçok yasa Meclis’e gönderildi ancak henüz Meclis gündemine gelemedi.”
Biz hazırlıklarımızı yapmazsak gün gelecek IMF, Dünya Bankası, AB bizim canımızı çıkaracak.

TC Yardım Heyeti’nin görevi TC kaynaklarının ilgili alanlara tahsisini takip etmektir. Ama takip ederken sizin projenizde rakamlar arasında tutarlılık yoksa bunları da kontrol etmek zorundadır. Kontrol edince de dahil oldu deniliyor. Biz eğer işimizi doğru düzgün yaparsak, ne TC ile yapılan protokollerin hazırlanmasında ne buradaki yetkililerle hiçbir problem yaşamayız.

“Elçi’nin sakinliğinde olamazdım”

“TC Elçiliği’nin zaman zaman siyaset yapması sıkıntı yaratıyor. Su konusunda bunu yaşadık örneğin..
Ciddi bir siyasi söylemi yok TC Elçisi’nin biz o kadar bir ağzımıza geleni söyledik ki adamlarda mecbur oldu onlar da söyledi. Bizim söylediklerimizi alt alta koy ne kadar söyledik bir de Elçi’nin söylediğini. Elçi gayet sakin ben onun yerinde olsam o kadar sakin olamazdım.”

“Elin çok sıkıydı diyorlar”

“Siyasiler şimdi beni gördüğünde ‘elin çok sıkıydı ama olması gerekirdi’ derler.

O bütçe çok sorumluluk getirir. Kendi cebinizdeki parayı çok rahat harcayabilirsiniz ama halkın parasının her kuruşunun hesabını vermek zorundasınız. Her düzeyde insanın söylediği; Türkiye’ye mahkum olmayalım, avuç açmayalım. Bunun yolu maaş ve benzeri ödenekler için aldığımız kaynakları minimum seviyeye ve sıfıra çekmektir. En temel hedeflerimden biriydi. Sonuç aldım ama bu yeterli değildi. Hak budaması yapmadım, maaş düzenlemesini de hak adalet çerçevesinde yaptık. Üst taraftan keserek alt maaşları artırdık ve bunu bütçeye yeni bir yük getirmeden gerçekleştirdik.

Ama en fazla üzüldüğüm konu görev aldığım sürede teknoloji konusunda sonuç alıcı sonuç üretemedik. Bakanlığım döneminde 2 kez bu konuyla ilgili Türkiye’ye gittim. Yasaları idari düzenlemeleri ne kadar yaparsak yapalım eğer teknolojiyi kullanmazsak kayıt dışılıkta sonuç alabilmemiz oldukça sınırlı kalır.  Bir de yasaları Meclis’e gönderdik ama Meclis’ten geçirilmesini sağlayamadık.”
 

Bu haber toplam 2643 defa okunmuştur