Niyazi Kızılyürek

Niyazi Kızılyürek

AHALİLEŞMEK

A+A-

Son günlerde Kıbrıs Türk toplumunda çök önemli tartışmalar yaşanıyor. Bu gerilimli tartışmaların merkezinde Türkiye’den getirilen suyun kimler tarafından nasıl yönetileceği konusu yer alıyor. Veya, tartışma konusu suymuş gibi görünüyor ve öyle gösteriliyor. Fakat perdeyi aralayıp görünüşün arkasına geçersek, meselenin bir “su meselesi” olmadığını görürüz. Asıl mesele, Kıbrıslı Türklerin pejmürde mealidir. Artık her şeyi ile Türkiye’ye bağımlı hale gelen ve bütün kurumlarını tek tek yitiren Kıbrıslı Türklerin en bariz alametifarikası toplum olmaktan çıkıp yavaş yavaş ahalileşmesidir.

Diyeceksiniz ki, Kıbrıslı Türklerin Türkiye’ye bağımlı bir etnik cemaat olması yeni bir olgu değildir. Doğrudur. Kıbrıslı Türklerin bağımlılığı eskiye dayanıyor. 1950’lerden beri Türkiye’ye biat eden bir toplumdan söz ediyoruz. Nitekim İngiltere’nin Ankara büyükelçisi James Bowker 4 Şubat 1958 tarihinde Londra’ya geçtiği bir mesajda, Türkiye’nin Kıbrıslı Türkleri kendi amaçları doğrultusunda kullandığını yazıyordu ve Kıbrıslı Türklerin itaatkâr bir toplum olduğunu, liderlerinin de Türkiye’ye biat ettiğini belirterek, bunun, Türkiye’nin adada kendi talepleri doğrultusunda baskı yapmak için elinde “mükemmel bir silahın” olduğunu söylüyordu.
Fakat şurası da bir gerçektir ki, 1950’li yıllarda Türkiye’ye tam bağımlı hale gelen Kıbrıslı Türkler, yine Türkiye sayesinde “ahali” görüntüsü vermekten uzaklaşıp örgütlü bir topluma dönüşmüşlerdi. Nitekim Dr. Fazıl Küçük Kıbrıslı Türklerin 1950’li yıllarda geçirdiği dönüşüme işaret ederken, Türkiye ve İngiltere’nin rolüne de dikkat çekiyordu. 20 Şubat 1971 tarihinde Richard A. Patrick’e verdiği mülakatta şöyle diyordu: “Toplum üç yıl içinde siyasi bir yapıya kavuştu. Bu sadece Enosis’e karşı mücadele eden Kıbrıs Türk liderlerin çabasıyla olmadı. Kendi stratejik çıkarlarını korumak isteyen İngiliz ve Türk yetkililerin teşvikiyle de oldu.”


Gerçekten de Kıbrıslı Türklerin dinamik bir topluma dönüşmesi ve örgütlü siyasi bir görüntü çizmesi 1950’li yıllarda gerçekleşti ve bu dönüşüm Türkiye’nin Kıbrıs Sorununa müdahil olması ve çıkarlarını Kıbrıslı Türkleri güçlendirmesinde görmesiyle mümkün olabildi. Bunda ise Büyük Britanya hükümetinin önemli katkıları vardı.
Ancak Kıbrıslı Türklerin milli bir amaç etrafında birleşmeleri ve Enosisi engelleme azmini kapılmaları siyasi bir topluma dönüşmelerinin motor gücünü oluşturuyordu. Nitekim Rauf Denktaş 1959 yılında kaleme aldığı bir yazısında koloni döneminde Kıbrıs Türk toplumunun “milli bilinçten yoksun”, “dağınık” ve “örgütsüz” bir toplum olduğuna dikkat çekerken, 1950’li yıllarda yaşanan olaylar sonucunda “milli bir ideale” kavuştuğunu belirtiyordu ve şöyle diyordu: “Son senelerin acısı ve endişesi bizi tek bir ideal uğruna yanan bir meşale etrafında toplamıştır.” Rauf Denktaş devamla Kıbrıslı Türklerin statü kaybı üzerine kurulu mağduriyet algısını şöyle değerlendiriyordu: “81 sene evvel Kıbrıs’a İngiliz bayrağı çekildiğinde biz bu toprakların efendisiydik. 81 sene zarfında neler kaybettiğimizi düşünür bunları neden kaybettiğimizi araştırırsak başlıca sebebin haklarımızı gaspedenlere karşı milli bir cephe kurmayışımızda olduğunu göreceğiz. Eğer Kıbrıs Türkü ferd olarak değil de cemaat olarak milli bir vahdet yaratmış olsaydı koloni baskısı altında bu kadar çok sarsıntı geçirmezdik.”


Görüleceği gibi, bir yanda Enosisin yakın bir tehdit oluşturması sebebiyle toplumun harekete geçmesi, diğer yanda Türkiye’nin kendi çıkarlarını korumak amacıyla Kıbrıs Türk toplumunu kurumsal olarak güçlendirmeye yönelmesi, Kıbrıslı Türkleri örgütlü bir topluma dönüştürdü ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin oluşturan iki kurucu unsurdan biri olmasına yol açtı.
1974’ten sonra ve özellikle de son yıllarda Türkiye Kıbrıs üzerindeki çıkarlarını kurumsal olarak örgütlü, güçlü bir Kıbrıs Türk toplumunun varlığı üstünden koruma politikasını terk etmişe benziyor. Kuzey Kıbrıs’ta ekonomiden eğitime kadar bütün kurumlar Türkiyelileşiyor. Kıbrıslı Türkler cemaat olma özelliklerini kaybederek “ahalileşiyor”.
Günümüzün su tartışmalarında da görüldüğü gibi, Türkiyeli bir şirketi ihya edip Kıbrıs Türk belediyelerini batıracak bir anlaşmayı dikte etmek için yoğun baskı uygulanıyor. Benzer baskılar Türkiye’den gelen nüfusun vatandaş yapılması için de yapılıyor. Belli ki, Türkiye eskiden olduğu gibi, Kıbrıs’taki çıkarlarını Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs ülkesinde güçlü bir konum elde etmeleri üzerinden korumayı düşünmüyor. Ülke olarak Türkiye’nin Kıbrıs’ın kuzeyinde ekonomik, kültürel, kurumsal ve demografik bir güç olması hedefleniyor. Yani, Kıbrıslı Türkler “hesap dışı” bırakılıyor. Yeni olan da budur...
Kıbrıs Türk toplumu artık varlığını koruyup koruyamayacağının belli olmadığı bir belirsizlik noktasına gelmiş bulunuyor. 1940’lı ve 50’li yıllarda Enosis tehdidi karşısında benzer bir varlık sorunu yaşayıp “ahaliden” örgütlü bir topluma dönüşürken “bir meşale” etrafında seferber olmuştu. Şimdi de “ahali” olmaktan kurtulup siyasi bir varlık olarak yaşamını sürdürmek için bütün gücüyle Federal Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucu ortağı olmaya yönelmelidir. Bunun dışında yapılacak siyasi manevralar Kıbrıslı Türkler açısından “tarih yapan” siyaset değil, “tarih-öncesi” veya “tarih-dışı” kalmaya mahkumdur.

Bu yazı toplam 5732 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar