1. YAZARLAR

  2. Niyazi Kızılyürek

  3. ‘Alman Avrupa’sına karşı Federal Avrupa
Niyazi Kızılyürek

Niyazi Kızılyürek

‘Alman Avrupa’sına karşı Federal Avrupa

A+A-

 

“Ekonomik bir havza olmanın ötesine gitmekte ciddi sıkıntılar yaşayan AB henüz kendisini siyaseten kucaklayacak yurttaşlara kavuşamadı. Bunda, Brüksel bürokrasisinin yarattığı yabancılaşmanın elbette büyük payı vardır ama “ulusal” olanın hala baskın olması yurttaşları ulusal sınırlar içine hapsetmeye devam ediyor. Sadece yurttaşları mı? Üye devletler de ulusal-egoizmi ön planda tutmayı sürdürüyorlar. AB siyasi birliğini kuvvetlendirmek üzere ileri adımlar atmazsa, bu durum daha da kötüleşebilir. Özellikle küresel krizle karşı karşıya olduğumuz bu dönemde herkes dört elle kendi evini temizlemeye yönelebilir ki, böyle bir anlayışla “köy” olmaz. Kısacası, Avrupa Birliği bugün her zamankinden daha az “Avrupalı” olduğu gibi, daha az “birlik” görüntüsü çiziyor.”
Yukarıdaki satırları 13 Haziran 2009 tarihli Yenidüzen’de köşemde yayınlandım.  Yaklaşık bir yıl sonra, yani 2010 yılında, Avrupa Birliği’nde işler iyice sarpa sardı. Yunanistan’ın borç krizi etrafında yapılan tartışmalar sadece ortak para birimi Avro’nun değil, Avrupa Birliği’nin de tehlikeye girdiğini gösterdi. Bunun nedeni Yunanistan’ın Avrupa Birliğinin sırtına “çözülmez sorunlar” yüklemesi değil, birlik üyesi ulus-devletlerin ulusal egoizmlerinin baskın olması ve herkesin kendi evini temizlemeye yönelmesiydi. Aslında Yunanistan’ın borçları AB’nin gayrisafi hâsılasının %2’sine tekabül ediyordu. Başka bir anlatımla, ABD’nin Kaliforniya eyaletinin borcu kadardı. Fakat sorun “nesnel” durumun ağırlığından kaynaklanmıyordu. Avrupa Birliği’nin ulus-üstü veya ulus-ötesi bir “kader-toplumu” olamamasından kaynaklanıyordu. Nitekim Jürgen Habermas 2010 yılında “Avrupa’ya İhtiyacımız Var!” başlıklı bir makalesinde (Die Zeit, 20 Mayıs 2010) tam da bu noktanın altını çiziyordu. Avrupa’nın “ulusal sınırları aşan ortak kader bilincine ihtiyaç duyduğunu” belirten Habermas, siyasi elitlerin ortak kader bilincinin oluşması için hiç bir çaba sarf etmediklerini ileri sürüyordu. Habermas’a göre hem solda hem de sağda yer alan siyasi güçler ulus-devlet anlayışının dışına çıkamıyorlardı. Birliğe giden yolda kamuoyunu aydınlatamıyor, birliğe sahip çıkan yurttaşların çoğalmasına katkı koyamuyorlardı. Jürgen Habermas, Helmut Kohl’dan sonra Almanya’da AB-Angajmanının zayıfladığına işaret ederek, sorunun temelinde Almanya’nın “kendi tarihi ile barışmasının” yattığını ileri sürüyordu. Habermas şöyle diyordu:  “Günümüzün Alman elitleri yeniden normal bir ulus-devlet olmanın tadını çıkarıyorlar. ‘Batı’ya doğru yapılan uzun bir yolculuğun sonunda demokratik olgunluk belgesi ve artık ‘diğerleri gibi olma hakkını’ kazandılar. Moral olarak yenilmiş, özeleştiri gereksinimi duyan ve büyük bir istekle post-nasyonal düzene hazır olan halktan artık eser kalmadı.” Habermas küreselleşme çağında “başkalarının perspektiflerinin kendi perspektiflerimize katılması gerektiğini” vurguluyor ve bencil bir kazanç politikasından uzaklaşmak gerektiğini ileri sürüyordu. Almanya’yı kast ederek, Avrupa’nın orta yerinde kendi etrafında dönen ve kendine dönük yaşayan bir devin çalkantılı bir statü içinde bulunan Avrupa Birliği’nin ayakta kalmasının garantörü olamayacağını vurguluyordu.
  Dünyaca ünlü Alman sosyolog Ulrich Beck 2012 yılında yayınladığı ‘Alman Avrupa: Kriz Döneminde Yeni İktidar Manzaraları’ başlıklı kitabında Habermas’ın tespitlerine benzer değerlendirmelerde bulunuyor. Beck, Avrupa Birliği’nde ekonomik süper güç haline gelen Almanya’nın Avrupa’yı ‘Almanlaştırdığını’ vurguluyor. İkinci Dünya Savaşından sonra Almanya’nın ‘Avrupalılaşmaya’ yöneldiğini şimdi ise Avrupa’yı ‘Almanlaştırdığını’ belirten Beck, bir zamanlar ‘itaatkâr bir öğrenciye’ olan Almanya’nın şimdi ‘öğretmen’ gibi davrandığını ileri sürüyor. Avrupa Birliği’nin kendi içinde bölündüğünü ve artık birden fazla Avrupa’nın oluştuğunu belirten Beck, ‘Kuzey- Güney Avrupa’ ve ‘Eoro-Bölgesi ve Eoro-Bölgesi Olmayan Avrupaların’ birliği tehlikeye attığını vurguluyor. Beck’e göre bunun nedeni, olaylara sadece ‘ekonomi’ penceresinden bakan ve sosyo-politik boyutlara karşı kör olan anlayıştır. Ve bu anlayışın devam etmesi halinde, birliğin yavaş yavaş yerini ulus-devletlere bırakacağını, bunun da tam bir felaket olacağını ileri sürüyor. Beck, bu süreçte toplumların ve yurttaşların unutulduğunu oysa yurttaşlara dayalı yeni bir ‘Toplum Sözleşmesinin şart olduğunu belirtiyor. Avrupa Birliği devam edecekse, siyasi birliğe ve federalleşmeye doğru adımlar atılmasının kaçınılmaz olduğunu belirten Beck, herkesi ‘Federal Avrupa’ için mücadele etmeye çağırıyor.

Bu yazı toplam 2618 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar