Bildiğimiz Kıbrıs Rum Toplumunun Sonu
Kuşkusuz tarihe “Kara Mart” olarak geçecek Kıbrıs Rum toplumunun 2013 yılının Mart ayında yaşadıkları. İçine sürüklendiği kritik ekonomik durumdan çıkmak için “borç anlaşması” imzalamak üzere Eurogroup’un kapısını çaldığında, Euro bölgesinin üyeleri, Avrupa Merkez Bankası ve Uluslararası Para Fonu’nun ağır şartları ile karşılaşan Kıbrıs Rum toplumu, kelimenin tam manasıyla şok yaşadı, yaşamaya da devam ediyor. 17.8 Milyar Eoro’luk borcun 5.8 milyarını kendi kaynaklarından bulmaya zorlanan Kıbrıslı Rumlar, banka mevduatlarını vergilendirmek (tıraş etmek) zorunda bırakıldılar. Cumhurbaşkanı Nikos Anastasiadis’in bütün itirazlarına rağmen Eurogroup tavrını değiştirmedi. Hatta, Kıbrıslı Rum lideri Kıbrıs bankalarına akıtılan acil para yardımını kesmekle tehdit etti. Anastasiadis, çaresiz, anlaşmayı kabul etmek zorunda kaldı. Ne var ki, haber duyulur duyulmaz Kıbrıs Rum halkı sokaklara döküldü ve bankaların önünde toplanmaya başladı. Tam bir panik havası yaşandı. Halk öfkeyle coşunca, siyasetçiler de coştu ve Temsilciler Meclisi borç anlaşmasını reddetti. Meclis’te yapılan konuşmalarda Avrupa Birliği “sömürgecilik” ve “yeni sömürgecilikle” suçlandı. Bol bol “kahramanlık” gösterileri yapılarak AB’ye “Oxi” çekildi. Arkasından bütün insan kaynakları seferber edilerek çıkış yolları aranmaya başlandı. Gözler “mevduat tıraşından” büyük kayıplara uğrayacak olan Rusların başkentine çevrildi ve ekonomi bakanı apar topar Moskova’ya uçtu. Moskova’da Mihalis Sarris’i buz gibi bir hava bekliyordu. Ruslar, Kıbrıs’a taşıdıkları milyarlarına “el koymaya” kalkıştıkları için Kıbrıslı Rumlara bozuktu. Kıbrıslı Rumların bütün iş ve ticaret önerilerini geri çevirdiler. Ne doğal gaza, ne de banka satın almaya ilgi gösterdiler. Kuşkusuz, bunda Kıbrıslı Rumların Moskova’ya koşmasına kötü gözle bakan AB’nin de rolü oldu. Sarris Moskova’da bulunurken, Avrupa Merkez Bankası Kıbrıs bankalarına yaptığı acil para yardımını Pazartesi günü durduracağını açıkladı. Böylece, Makarios’un Doğu-Batı çelişkisini istismar etmeye dayalı politikalarının günümüzde uygulanmasının imkansız olduğu ortaya çıktı. AB ve Rusya tarafından yalnız bırakılan Kıbrıs Rum toplumu çare üretmek için seferber oldu. Gidilecek başka adres yoktu. Yeniden Eourgroup’un kapısı çalındı. Borç anlaşmasını imzalayarak 10 milyarlık krediyi almak için Troyka’nın şartlarını biraz değiştirerek kabul etmekten başka çare yoktu. Mevduatların kesilmesi de dahil, bütün şartlar kabul edildi.
AB’nin tavrı çok nettir: özellikle Rusya’dan gelen paralarla Kıbrıs’ta bankacılık ve finans sektörü çok fazla büyüdü. Ülkenin etine buduna göre bir sektöre dönüşmesi için mutlaka küçültülmesi gerekiyor. Bu kadar fazla sıcak para ülke ekonomisiyle birlikte Euro bölgesini de tehlikeye atıyor. Ayrıca, ülkeye giren paranın önemli bir miktarının kara para olduğu söyleniyor, buna son verilmeli. Kıbrıs Rum ekonomisini kurtarmak için Avrupalı yurttaşların vergilerine baş vuruluyorsa, bunca yıldır bu şişkin sektörden beslenen Kıbrıslı Rumların da fedakarlık yapması gerekiyor.
Bu argümanlarda pek bir kusur yok. Fakat Anastasiadis’e dayatılan mevduat kesintisi 100 bin Euro’nun altında olan mevduatların da tıraş edilmesini içeriyordu ki, bu uygulamanın kabul edilebilir bir tarafı yoktu. Eurogroup bu hatayı yaparak diğer Avrupalılarla birlikte Kıbrıs Rum toplumunu da panik içine sürükledi. Bankalar günlerce kapalı kaldı. İnsanlar otomatlardan para çekebilmek için sabahlara kadar sırada bekliyor. Bankalar Salı günü açılacak ama para hareketlerini sınırlandıran yasalar daha şimdiden parlamento tarafından çıkarılıp yürürlüğe girmiş bulunuyor. Kimse istediği miktarda para alamayacak!
Kıbrıs Rum toplumu iflasın eşiğine sürüklendikten sonra iflastan kurtulmanın tek yolu Troyka’nın şartlarını yerine getirerek borç anlaşmasını imzalamak olduğu anlaşıldı. Nitekim siz bu satırları okurken büyük ihtimalle Troyka ile anlaşmaya varılmış olacak. Pazar günü Anastasiadis, parti liderlerini yanına alarak (hepsi gitmeyebilir) Brüksel’e gidecek ve Eurogroup ile toplantıya oturacak. Kıbrıs Rum toplumu için bundan sonra hiç bir şey eskisi gibi olmayacak. Bankacılık ve finans sektörü küçülecek. Kamu sektörü de öyle. Özelleştirmeler yapılacak. Patronaj ilişkilerine dayanan siyasi partiler iş vaadi ile oy avcılığı yapmayacak. İşsizlik artacak. 1974 sonrasında yapay bir refah yaratan bankacılık ve finans sektörü yerine, üretim ve kalkınmaya ağırlık veren alternatif ekonomik modeller düşünülecek. Kısacası, iflasın eşiğinden dönen Kıbrıs Rum toplumunda her şey yeniden yapılandırılacak. Fakat en önemlisi, siyasetin duygusal ve popülist saplantılardan arındırılarak, olması gereken şey, yani, “sorun-çözücü” olması olacaktır. Olmak zorundadır. Temsilciler Meclisi’nin tarihe bir “farsa” olarak geçen “Oxi’si” her gün hatırlanıp bir “ibret dersi” olarak anılmalıdır. Bir daha böyle hallere düşmemek için siyaseti ve siyasi elitleri yenilemenin elzem olduğu iyice anlaşılmalıdır.
Umalım, bu yeni başlangıç kısa sürede meyvelerini versin ve Kıbrıs Rum toplumu yeniden ayakları üstünde dursun. Bu, Kıbrıs Sorununun çözümü için de önemlidir. Tersi de doğrudur: Kıbrıs Sorununun çözümü Kıbrıs Rum toplumunun ayakları üstünde durmasını hızlandırabilir. Böylesi sarsıcı deneyimler düşünce biçimini etkiler. Kıbrıslı Rumlar çözümü daha fazla düşünmeye başlayabilir. Bu süreci hızlandırmak için Türkiye’nin kapalı Maraş bölgesini, o “hayalet şehri” Kıbrıslı Rumlara açmasına ne dersiniz? Ben, gelin, çözümsüzlük kabusunu def etmek için “hayalet şehri” açalım diyorum…