Çözüme Giden Yolda Hınç Duygusuna Dikkat!
2016 yılının Kıbrıs’ta çözüm yılı olmasının muhtemel olduğu anlaşılıyor. Bu tarihi kavşakta önemle üzerinde durmamız gereken konulardan biri de çözümün toplumların duygu dünyalarına nasıl yansıyacağıdır. Dünya tarihi ile ülkemizin yakın geçmişi, anlaşmalardan sonra oluşan duygular arasında hınç duygusunun en yıkıcı duygulardan biri olduğunu gösteriyor. Bu yüzden, böyle bir duygunun oluşmaması için büyük çaba sarf edilmelidir.
Tam olarak karşılamasa da Türkçeye “Hınç” olarak çevrilen Ressentiment kavramının kökleri Kadim Yunana uzanır. Yunancada “Mnisikakia” olarak bilinen sözcük bellek, dolayısıyla “hatırlama” odaklı bir kavramdır. “Belleğin kötülüğü” olarak çevirebileceğimiz “Mnisikakia”, yapılan kötülükleri hatırlama ve intikam almaya yönelmeyi ifade eder.
Friederich Nietzsche genel olarak çalışmalarında ama özellikle 1887 yılında yayınladığı “Genealogy of Morals” (Zur Genealogie der Moral) adlı çalışmasında Hıristiyan ahlakını “köle ahlakı”, yani “aşağı” ve “küçük insanların” ahlakı olarak yerden yere vururken, açıklayıcı bir kavram olarak ressentiment’a başvurur.
Nietzsche, Filistin’de yaşayan Yahudi hahamların üstün bir konumda olduklarını, kendilerini Tanrı ile “seçilmiş halk” arasında aracı olarak gördüklerini, bunun da onlara bütün Yahudiler ve Filistin’de yaşayan diğer halklar karşısında üstün bir konum bahşettiğini yazar. Romalıların Filistin’i işgal etmeleriyle bu soylu zümre işgal altına girer. Yahudi hahamlar içine düştükleri aciz durumu ve statü kaybını reddediyor ama bunu değiştirecek güçten yoksundular. İktidarsızdılar. Bu çaresizlik onları Romalılara karşı öfke ve nefret duymaya sürükler. En önemlisi, üstünlüklerini sürdürebilmek için Romalıların değerlerini reddetmeye yönelirler. Bir bakıma, düşmanının dünyevi değerlerini değersizleştirerek manevi intikam almaya yönelirler. Nietzsche’ye göre Hıristiyanlık, Yahudilerin bu eğilimlerini taçlandıran bir dindir. Bir “köle ahlakıdır” ve kölelerin başarıya ulaşan ahlaki isyanı sonucunda ortaya çıkan bir dindir. Kölelerin ahlaki isyanının temelinde ise hınç vardır.
Hınç üzerine klasikleşmiş bir çalışmaya imza atan Max Scheler 1912 yılında yayınladığı “Ressentiment” adlı kitabında hınç kavramını derinlemesine inceler ve hıncın Nietzche’nin düşündüğü gibi Hıristiyan dininin ürettiği “köle ahlakı” değil, modern zamanların siyaseten ve formel düzeyde eşit saydığı ama toplumsal eşitsizliklere mahkum ettiği insanların kaçınılmaz olarak içine sürüklendikleri bir duygu durumu olduğunu söyler.
Kendilerini ötekilerine eşit sayan ve onlarla kıyaslayan insanlar gerçekte eşit olmadıklarını anlayınca, kin, öfke, garaz ve hınç duygusuna kapılırlar. Layık olmadıkları bir konuma itildiklerini, yani “tıkanıp engellendiklerini” düşündüklerinden, sahip olmak istedikleri değerlere sahip olanlara karşı hınca kapılırlar ve o kişilerle birlikte o değerleri de değersizleştirmeye koyulurlar.
Başka türlü söylersek, siyasi eşitlikle toplumsal eşitsizliğin, maddi varlıkla siyasal güçsüzlüğün hüküm sürdüğü ortamlarda hıncın ortaya çıkması kaçınılmaz olur. Aynı şekilde, beklenti ve hırsların imkânlardan daha ileride olduğu durumlarda da ressentiment duygusu güçlenir.
Kısacası, “tıkanmış” ve “engellenmiş olma” inancı, hınç duygusunu tetikler. Çaresizlik, acizlik ve muktedir olamama hali, içine sürüklenen durumdan çıkılamayacağı duygusu ise hıncı güçlendirir. Max Scheler, tespitlerini topluluklara da da uyarlayarak, “bir grubun fiili gücüyle politik, anayasal ya da geleneksel statüsü arasında uyuşmazlık büyüdüğü oranda,” ‘psikolojik dinamit’ olarak tanımladığı hıncın etkisini artıracağından söz eder.
Kısacası, eğer bir etnik grup haksızlığa uğradığını ve statü bakımından kendini layık gördüğü konumun altına itildiğini düşünürse, bu durum kaçınılmaz olarak hınç ve kızgınlığa yol açar.
Etnik çatışmalar tarihinde çok karşılaştığımız bu durumun ülkemizde varılacak bir anlaşma sonrasında ortaya çıkmamasına dikkat etmeliyiz. Bu da çözümün iki toplumun algısında “haksızlık” olarak algılanmamasıyla mümkündür. Bireyler varılacak anlaşmanın etnik gruplar arasında eşitsizlik yarattığına inanırsa veya bir grup diğerini bir tehdit olarak değerlendirirse, bu, hınç duygusuna yol açabilir. Ressentiment duygusu ise alttan alta intikam duygularını besler. Dünya tarihi anlaşmalardan sonra oluşan hınç duygusunun yol açtığı çatışmalarla doludur. Bu yüzden, çözümün toplumlar tarafından “adil” olarak değerlendirilmesi çok önemlidir...