Demokrasi’yi Korumak İçin Önce Var Etmek Lazım
Türkiye’de 15 Temmuz darbe girişiminden beri demokrasi toplantılarından, şölenlerinden, bayramlarından ve mitinglerinden söz ediliyor. Nitekim bugün de büyük bir miting yapılıyor. Geçtiğimiz günlerde adanın kuzeyinde de bir demokrasi mitingi yapıldığını hatırlatalım.
Bu durum, 15 Temmuz darbe girişiminin yarattığı dehşet karşısında bir yere kadar anlaşılır olabilir. Fakat Türkiye gibi bir ülkede demokrasiye sahip çıkmak demek, hükümetlerin işbaşına seçimle gelip seçimle gitmelerini sağlamayı epeyce aşan bir durum olduğu bir yana, bu mitinglerde kullanılan dil demokratik bir yaşama duyulan özlemi pek yansıtmıyor. Misilleme, idam, büyüklük, milliyetçilik, dindarlık ve güç gibi öğelere yapılan vurgular mantıklı görünse de, bunlar demokratik bir düzenin kurulmasına dayanak olacak zihniyet kalıpları değildir. Demokrasi, yoksul kesimlerin, dışlanmışların, hor görülenlerin, baskı altında tutulanların kucaklanmasıyla kurulur, güç ve büyüklüğün diliyle değil. Nitekim ünlü sosyal psikolog Arno Gruen, Demokrasi Mücadelesi adlı kitabında şöyle der: “Terör ve şiddeti engellemek ancak insanın gerçek ihtiyaçlarının kabulüyle; gerçek yoksulluğa, gerçek sefalete, bazı halkların aşağılanmasına ve dışlanmasına son verilmesiyle mümkündür. Demokratik bir yaşamı ayakta tutmayı ancak böyle başarabiliriz.”
Dışlanmanın ve ötekileştirmenin hüküm sürdüğü bir ortamda demokrasiden söz edemeyiz. Türkiye’de “En Hakiki Mürşit İlimdir” diyen tepeden inmeci, pozitivist, elitist, otoriter Kemalizm çöktü ama yerine demokratik bir düzen kurulamadı. Kemalist Vesayet Rejiminin çöküşünde büyük başarılara imza atan AKP hükümeti “En Hakiki Mürşit Ahlak ve Dindir” dercesine muhafazakar, otoriter bir anlayış sergiliyor. Türkiye’nin çoğulcu, katılımcı demokrasiye doğru yol almasını frenleyerek, belirli kalıplar içine sıkıştırılmış tek tip vatandaş yaratmanın peşinde koşuyor. Kemalizm’i baş aşağı çeviriyor ama zihniyet haritasını değiştiremiyor. Kemalizm “bilim” diyordu, AKP “din ve ahlak” diyor. Kemalizm tepeden inmeciydi, milli iradeyi yok sayarak tek tip yurttaş yaratmak istiyordu. AKP ise milli iradeye dayanıp aşağıdan-yukarıya doğru yol alıyor ve çoğunluk adına davranıyor ama belirli ahlak ve din kalıpları içinde şekillenmiş tek tip yurttaş anlayışını sürdürüyor.
Oysa Türkiye dün olduğu gibi bugün de -hatta bugün daha büyük oranda- çoğulcu bir toplumdur. Dinsel, etnik, cinsel kimlikleri, yaşam tarzları birbirinden farklılıklar gösteren büyük insan gruplarının yaşadığı bir ülkedir. Bu çeşitliliği tek-tipliliğe mahkum etmek için yapılacak her şey beyhude bir uğraş olacağı kadar, ister istemez otoriter de olacaktır.
Türkiye’nin sorunu farklılıkları tanıyarak, farklılık içinde birlik şiarını hayata geçirmektir. Kısacası, temel sorun çoğulcu-demokrasi sorunudur. Bu dün de böyleydi, bugün de böyledir. Hatta günümüzün Post-Kemalist Türkiye’sinde bu daha fazla böyledir, çünkü gelişen ve değişen toplumlarda farklılıklar çoğalır. Çünkü farklılaşmak bireyselleşmenin hem nedeni hem de sonucudur.
Türkiye gelişip değişiyor. Ayrıca, günümüzün dünyasında farklılıklar kolay kolay bastırılamazlar. Kamusal alana yansıyacakları bir yolu mutlaka bulurlar. Globalleşen dünyada yaşanan teknolojik yenilikler bireylerin farklılıklarını sergilemelerini kolaylaştırıyor. Kısacası, Türkiye’nin çoğulcu yapısına uygun bir demokrasiye ihtiyacı vardır. Kürtler, Türkler, Aleviler, Sünniler, Gayrimüslimler, Heteroseksüeller, Homoseksüeller, LGBT’ler aynı ülkenin yurttaşları olarak bir arada yaşayacaksa, bu demokratik kurumlar ve zihniyetlerle mümkündür. Özneler Arası Tanınma Mücadelelerinde farklılığının tanınmadığını, dışlandığını hisseden kesimler her zaman başkaldırıya eğimli olurlar.
Geçmişte Kemalizm’in en büyük hatası bu olmuştur. “Farklılık-Körü” bir tutum sergilemiştir ve bunu da cumhuriyetin “erdemi” olarak sunmuştur. Oysa bu yaklaşım cumhuriyeti demokrasi-özürlü bir yapıya dönüştürmüştü. Günümüzün Türkiye’si ne “Atatürkçü nesillerin, ne de “Dindar nesillerin” Türkiye’si olabilir. Farklılıkların aşağılanıp küçümsenmediği yeni bir Toplum Sözleşmesi şarttır. Kısacası, günümüzün çoğulcu toplumlarını bir arada tutan tutkalı demokraside aramak gerekiyor.
15 Temmuz darbe girişiminden çıkarılacak ders bu yönde olmalıdır ve ancak bu yönde olursa demokrasi tarihinde bir dönüm noktasından söz edebiliriz.