1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Fransız Devrimi, Devlet Terörü ve İmparatorluk
Fransız Devrimi, Devlet Terörü ve İmparatorluk

Fransız Devrimi, Devlet Terörü ve İmparatorluk

Fransız Devrimi, Devlet Terörü ve İmparatorluk

A+A-

 

Şevki Kıralp
[email protected]


Bu yazıda, modern demokrasi ve modern ulus-devletin ilk örneklerinden birinin (birincisi Amerika Birleşik Devletleri’dir) doğuşunu, büyümesini ve amacından sapışını inceleyeceğim. Akademik ve aydın çevrelerde, Fransız İhtilalı pek çoğumuza ilham kaynağı olmuştur. Devletine ait tebaalardan devletine sahip yurttaşlara dönüşümün yaşandığı, her yurttaşın anayasa temelinde eşit sayıldığı ve toplumların kendilerine liderlik edecek kadroları serbest seçimler ile belirlediği modern demokrasilere geçişte, hiç kuşkusuz Fransız Devrimi’nin emsal teşkil eden ve ilham veren rolü büyüktü. Fakat Fransız devleti, devrimin ilk çeyrek asrında önce Robespierre liderliğinde terör devletine, sonra ise Napolyon liderliğinde İmparatorluğa dönüşmüş ve her iki süreçte de başarısızlığa uğramıştır. Bu süreçlerde tarih adına çıkarılacak önemli dersler yatmaktadır.

18. Yüzyıl’a gelindiği zaman, soylular sınıfı asırlardır süregelen bir gelenek doğrultusunda önemli vergi muafiyetlerinden yararlanıyorlardı. Bunun dışında, benzer ayrıcalıklar din adamları için de geçerliydi. 1770’li yıllarda, Amerikan Bağımsızlık Savaşı başlamış, diğer bir süper güç olan İngiltere’nin bu güzide koloniyi kaybederek zayıflatılabilmesi için, Fransa Amerikalıları destekleyerek donanmasını Okyanus ötesi bir harekâta göndermişti. Bu harekât Fransız halkına çok ciddi vergi yaptırımları getirmiş, fakat soylular ve din adamlarının vergi ayrıcalıkları nedeniyle devlet bütün harekâtın faturasını halka ve yükselmekte olan burjuvaziye kesmişti. Sanayileşen Fransa’da üretimin başını burjuvazi ve köylüler çekerken, soylular ve din adamları vergi muafiyetlerinden yararlanıyor ve üretici olmamalarına karşın güçlü ve dominant sınıflar olarak Fransız sosyal yaşamını yönetiyorlardı. Öte yandan, Kral da geleneksel feodal yapıyı sürdürebilmek ve kendi liderliğini garanti altında tutabilmek için soylular ve din adamlarını el üstünde tutmaya devam ediyordu (Allen & Allen 1993; Sander 2007).

1789 yılına gelindiği zaman, Fransız burjuvası önderliğindeki kitleler ayaklandı ve Kral’dan monarşi yetkilerinin anayasa ile sınırlandırılmasını, halka anayasal özgürlükler verilmesini, düşünce özgürlüğünün önünün açılmasını ve vergi düzenlemesine gidilmesini içeren isteklerde bulundular. Devlet baskısının sembolü durumundaki Bastille hapishanesini yakıp yıkan kitleler, Kral ve soyluları zor duruma düşürerek güçlerini gösterdiler ve Kurucu Meclis toplandı. Kurucu Meclis derhal bir anayasa hazırladı ve halka yurttaşlık hakları tanıdı. Basının özgürlükleri genişletildi. Bunun yanında, özellikle burjuvanın ekonomideki gücünü ve liderliğini sağlamlaştıran mülkiyet dokunulmazlığı da sağlandı. Parlamento üyelerinin seçimle belirlenmesi garantilendi ve soyluluk kaldırıldı. Yasama erki artık halkın oylarıyla yetki kazanan temsilcilere aitti. Bunun dışında, din adamlarına anayasaya bağlı kalma zorunluluğu getirildi. Din adamları yeni rejim aleyhine konuşmalar yapınca tutuklandılar ve devlet-Kilise çatışması yaşandı (Allen & Allen 1993).

Fransa’daki yeni rejim, Kral’ın dış devletler ile işbirliği içerisinde bir karşı devrim örgütleyeceğinden kuşkulanıyordu. Öte yandan, devrimin anayasal gücünü doruğa ulaştırabilmesinin yolu monarşinin kaldırılmasından geçiyordu. Bu faktörlerin etkisiyle, 1793 yılında Kral ve Kraliçe tutuklandı, vatan hainliğiyle yargılandı ve idam edildi. Monarşi kaldırıldı ve Cumhuriyet ilan edildi. Kral’ın idamı ve Cumhuriyetin ilan edilmesiyle oluşan devrimin bu safhasında Girondinlerin lideri Danton ile Jakobenlerin lideri Maximillien de Robespierre güç birliği yapmışlardı. İki siyasi parti olan Girondinler ile Jakobenler, Kral’ın idamı sonrasında birbirlerine düştüler ve Robespierre iktidarı ele geçirdi. Robespierre, Rousseau’nun oluşturduğu Toplum Sözleşmesi kuramını destekleyen bir liderdi. Toplumun ortak çıkarlar ve ortak hedefler doğrultusunda, çoğunluğun isteği doğrultusunda hareket etmesi ve bireysel özgürlüklerden feragat edilerek toplumsal özgürlüğe ulaşılması gerektiğine inanıyordu. Yeni rejimi Toplum Sözleşmesi’ne ulaşmakta bir araç olarak kullanmak isteyen Robespierre, Cumhuriyet rejimini korumak adına başlatılan devlet terörünün de lideri durumuna geldi (Levine 1978; Allen & Allen 1993; Sander 2007).

Kral ve Kraliçe’yi halk önünde giyotin ile idam ederek hem güç gösterisi yapan, hem de korku salan Robespierre, daha sonra kendisine karşı çıkan Danton başta olmak üzere pek çok muhalifi, karşı devrimciyi, soyluyu, kraliyet yanlısını ve rejime karşı saldırı örgütleyeceğinden kuşkulandığı sayısız insanı idam ettirdi. Soylular, din adamları ve burjuvanın yanında, işçi ve köylüler de giyotin altında can verdi ve Robespierre’in savundukları ile icraatları birbiriyle çelişir hale geldi. İdam edilenlerin ya da tutukluluk halinde öldürülenlerin sayısı 40,000’i, hapse atılanların sayısı 300,000’i buldu. Artık çığırından çıkan Robespierre’i durdurmak Parlamento’ya düştü. 1794 yılında Parlamento tarafından yasadışı ilan edilen ve tutuklanan Robespierre, kendisinin idam ettirdikleri gibi giyotin altında can verdi (Allen & Allen 1993; Sander 2007).

Demokrasi adına kurulan Fransa Cumhuriyeti daha ilk yıllarında tökezlemiş, baskıyı ortadan kaldırma iddiasındaki rejim bizzat baskının kendisi haline gelmişti. O yıllarda, bir Fransız generalin İtalya ve Mısır seferlerinde yıldızı parlamaktaydı. “Antik Roma” tutkusuna dayalı bir dünya görüşüne sahip Napolyon Bonaparte ve yandaşları, 1799 yılında Fransa’nın başındaki siyasetçileri bir komplo ile devre dışı bıraktılar ve iktidara gelmenin yolunu açtılar. Fransa’nın liderliğine talip olan Napolyon, özellikle askerlerinin desteğiyle “Konsül” sıfatıyla yürütme erkinin başına geçti. 1800 yılında, Napolyon’un yetkilerini garanti altına alacak, ancak bu yetkileri halk desteği ile demokratik ve meşru bir zemine bağlayacak referandum gerçekleştirildi. Fransız halkının ezici çoğunluğunun desteğini alan Napolyon ülkenin yeni lideri oldu (Allen & Allen 1993; Sander 2007).

Napolyon, kendisinden öncekilerin hapsettiği, soylu sınıfa mensup yaklaşık 100,000 kişiyi serbest bıraktı. Ancak bunun yanında toprak reformunu köylüleri memnun edecek bir şekilde gerçekleştirerek feodalite kalıntılarını ortadan kaldırdı. Vergi düzenlemesinde sanayi üretimini elinde tutan burjuvaziye nefes aldıracak önlemler aldı. Kısa sürede bütün sosyal sınıfların desteğini kazanan Napolyon, kendinden öncekilerin küstürdüğü din adamları ile de barış yapmıştı. Üstelik Cumhuriyet’in seküler temellerini derinden sarsan bir adım atmış ve Papa ile yakınlaşmıştı. Bütün bunlar, kendisinin ilerleyen yıllarda kurmaya çalışacağı İmparatorluğun temel taşları olmuştu (Allen & Allen 1993; Sander 2007).

Kendi halkının sorunlarına etkili çözümler üreten Napolyon, yayılmacı bir dış politika izledi ve kısa sürede bir Avrupa İmparatorluğu kurdu. 1805-1810 yılları arasında Belçika, İtalya ve Almanya topraklarını önemli ölçüde ele geçirdi. Hollanda ve İspanya’yı kendisine bağlı uydu devletler haline getirdi. Prusya, Avusturya, Norveç, Danimarka ve Rusya ile ittifak yaptı. İngiltere’nin deniz hâkimiyeti karşısında Avrupa’da güçlü bir kara hâkimiyeti kurdu. Napolyon’a “Sezar” unvanı verildi ve böylelikle kendisinin “Antik Roma” hayali büyük ölçüde gerçeklik kazandı. İngiltere, Napolyon İmparatorluğu’nu yıkmak adına Avrupa’yı donanması ile ablukaya aldı. Napolyon İmparatorluğu’na dışarıdan ticari ürün girmesini ve İmparatorluktan dışarı ticari ürün çıkmasını engelledi. Bu durum Rus ekonomisine ciddi bir darbe vurdu ve Rus Çarı ambargodan kurtulmak adına Napolyon ile ittifakını iptal etti (Allen & Allen 1993; Sander 2007).

Çar Alexander’ın bu tavrının diğer devletlere de örnek teşkil edeceğini düşünen Napolyon, Rusya’yı cezalandırmak için 600,000 kişilik bir ordu ile seferberliğe hazırlandı. Ordusu ile Rusya’nın üzerine yürüyen Napolyon, geçtiği ülkelerde halk tarafından saygı ve coşku seli ile uğurlandı. Rusya’ya girdiği zaman, Çar oldukça ilginç ancak etkili bir strateji uyguladı. Fransızlar ile büyük ölçekli çatışmalara girmekten kaçınan Ruslar, Napolyon ve ordusunu bilinçli olarak Moskova’ya çekmişlerdi. Ancak, Rus ordusu düşmanlarının ikmal yapmalarını sağlayabilecek bütün doğal kaynakları (toprak, su, orman gibi) kullanılmaz hale getirmek üzere yakıp imha etmişlerdi. Moskova’ya ulaşan Napolyon, nasıl bir tuzağa düştüğünü orada anladı. Rus ordusu Moskova’da mevzilenmişti ve Fransızların kış şartlarında sağ kalmalarını sağlayabilecek bütün ikmal kaynakları yok edilmişti. Napolyon Çar’a barış teklifinde bulundu ancak Çar kurduğu tuzaktan ve ordusunun savaş gücünden emin olduğu için bu teklifi reddetti. Napolyon ordusunu geri çekmek zorunda kaldı. Geri çekilirken hem Rusların saldırılarından, hem de ikmal kaynakları yok edilen askerlerin kış koşullarına dayanamamasından dolayı Fransız ordusu yüz binlerce zayiat verdi. Fransız ordusu Rusya’dan çıktığı zaman perişan bir haldeydi ve Avrupalılar Napolyon’dan kurtulmak için bu paha biçilmez fırsattan yararlanmak istiyorlardı. Fransa’ya geri dönüş yolu üzerinde geçtikleri müttefik Avrupa ülkelerinde saldırılara uğrayan Napolyon ve ordusu, Fransa’ya ulaştıkları zaman sadece 600 kişi kalmışlardı. Böylece, Rusya’ya giderken törenlerle uğurlanan ve “Sezar” sıfatıyla saygı gören Napolyon, Rusya’da uğradığı yenilgi sonrasında saldırılara hedef oldu ve bütün gücünü kaybetti. Napolyon İmparatorluğu dağıldı, Fransa Napolyon öncesindeki sınırlarına çekilmek zorunda kaldı ve işgal edildi. Son savaşında İngiltere’ye karşı yenilen Napolyon, St. Helena adasına sürgün edildi ve adada sürgün halinde kanser hastalığına yenilerek öldü (Allen & Allen 1993; Sander 2007).

Sonuç olarak, modern anlamdaki ulus-devlet ve demokrasilerin en ilham verici örneklerinden biri olan Fransız Devrimi, ilk çeyrek asırlık tarihi bakımından, aynı zamanda tarih açısından son derece ibret vericidir. Fransız Devrimi’nin ilk çeyrek asrına damgasını vuran iki liderin sonlarında da önemli dersler yatmaktadır. Robespierre, Cumhuriyet’i ayakta tutmak adına yarattığı devlet terörünün, Napolyon ise Roma İmparatorluğu’nu diriltme sevdasının kurbanı olmuşlardır. Robespierre demokrasiyi demokrasi adına ihlal edip sonunda giyotin altında can verirken, Napolyon ulus-devlet anlayışını çiğneyerek önce Avrupa’da bir korku imparatorluğu kurmuş, fakat Rusya’ya yenilmesi sonrasında bu korku imparatorluğu yıkılmış ve kurbanlarından birisi de kendisi olmuştur.

 

------------------------------------------

Kaynakça:
Allen, M, J., Allen, J, B. 1993. World History From 1500. New York: HapperPerennial.
Levine, A. 1978. Robespierre: Critique of Rouessau. Canadian Journal of Philosophy. 7 (3), pp. 343-357.
Sander, O. 2007. Siyasi Tarih: İlk Çağlardan 1918’e. Ankara: İmge Yayınları.

Bu haber toplam 6150 defa okunmuştur
Gaile 245. Sayısı

Gaile 245. Sayısı