1. YAZARLAR

  2. Niyazi Kızılyürek

  3. Gönyeli ovasından sesler
Niyazi Kızılyürek

Niyazi Kızılyürek

Gönyeli ovasından sesler

A+A-

Gönyeli Ovasından Sesler:
“Ölülere Yapılacak En İyi Tören Barıştır”


Koloni idaresi, 1958 yılının Haziran ayını EOKA’nın silahlı eyleme başladığı 1955’ten beri “en kötü ay” olarak değerlendirmişti. Gerçekten de 1958 Haziran’ında, EOKA’nın 416 saldırı gerçekleştirdiği 1956 Kasım’ından bile daha vahim bir şiddet dalgası yaşanmıştı.


1958 Haziranı’nda şiddetin doruğa tırmanması tesadüf değildi. O tarihlerde Büyük Britanya yeni Kıbrıs planını hazırlamakla meşguldü. Türk tarafı, Taksim talebinden vazgeçmediğini kanıtlamak ve/veya yeni planda Türk tarafı lehine olabilecek unsurları güçlendirmek istiyor ve bu amaçla kararlılık sergileyerek Taksim’i gerçekleştirmek için “atak” davranmaya hazırlanıyordu. Bu arada, adanın her yerinde Taksim mitingleri düzenleniyor ve Türkiye’de 8 Haziran tarihinde yapılacak büyük miting için hazırlıklar devam ediyordu. 7 Haziran 1958 tarihinde bir bildiri yayınlayan Türkiye dışişleri bakanlığı “hükümetimiz, (...) tek hal çaresi olan taksimi gerçekleştirmek hususunda tam ve kâmil bir karara sahiptir” diyordu.


6 Haziran 1958 tarihinde Türkiye’den Kıbrıs’a dönen Denktaş sert bir konuşma yapmıştı: “Davamızı kazanacağımızdan ve er geç muzaffer olacağımızdan en küçük bir şüpheniz bile olmasın. Bu kararımızın tahakkukunun önüne geçecek hiçbir kuvvet yoktur” diyor, Kıbrıslı Türkleri “çetin bir mücadeleye hazır olmaya” çağırıyordu. Dr. Küçük ise Türkiye’de yaptığı ateşli konuşmalarda “İngiliz plânı ne olursa olsun biz milletimize güvenerek size inanarak kararımızı verdik. O adadan biz değil İngiliz çıkacaktır. Biz ancak adanın topraklarını 120 bin Türkün kanı ile suladıktan sonra çıkarız” diyordu. Öte yandan 7 Haziran 1958 tarihinde Lefkoşa’da yayınladığı bir bildiride TMT, “her an başlamasını beklediğimiz özgürlük mücadelemize hazırlanırken, iki büyük düşmanımıza karşı da hazırlıklı olmamız gerekmektedir. Tek ve bir amacımız vardır: YA TAKSİM YA ÖLÜM” diyordu.


İşte böyle bir ortamda 7 Haziran gecesi Lefkoşa’da Türk Haberler Bürosu’na bomba atıldı. Bu olay, etnik gruplar arası ilişkilerin tarihinde bir dönüm noktası oluşturacaktı. Ada kısa sürede tam bir şiddet sahnesine dönüştü ve Lefkoşa’da başlayan olaylar her tarafa yayıldı. Ölü sayısı birdenbire arttı. 13-15 arası Kıbrıslı Rum ve 2 Kıbrıslı Türk hayatını kaybetti. Evler, dükkânlar yakıldı, göç başladı.  Yaklaşık 600-700 aile göç etmek zorunda kaldı.
Bozkurt gazetesi insanların yer değiştirmesini “Kendiliğinden Taksim” başlığı altında işliyor ve “Taksimin kati tahakkukuna hizmet ettiği için” büyük memnuniyet belirtiyordu. TMT de 14 Haziran 1958 tarihinde yayınladığı bir bildiriyle “geçtiğimiz günlerde yaşanan olayların Türk’ün gücünü dosta ve düşmana gösterdiğini” vurguluyor ve halkı daha çetin kavgalara hazır olmaya çağırıyordu.


13 Haziran tarihli Halkın Sesi gazetesinde “Ana-Baba Günü Yaşıyoruz” başlıklı bir yazıda “Umumhane orospuları gibi tabansız korkak ve kalleş olan tedhişçilerin, Girne yolundaki Türk Haberler Bürosu’na bomba savurmaları üzerine iki cemaat arasındaki gerginlik son haddine vardı” deniliyordu.


İki toplum arasında tansiyonun iyice yükseldiği bu dönemde vahşetin en büyüğü Gönyeli’de yaşandı. 12 Haziran 1958 tarihinde Kördemenli Kıbrıslı Rumlar Şillura köyünde Türklerle Rumlar arasında çatışma olabileceğine dair bir haber aldılar. İki kamyona atlayan 35 Kördemenli Rum, Şilluralı Rumlara yardım etmek üzere yola çıktılar. Şillura açıklarında İngiliz güvenlik güçleri öfkeli Rumların yolunu kesti ve onları önce Yerolako’ya, sonra da Lefkoşa’ya götürdü. Lefkoşa’ya ulaştıklarında güvenlik güçleri “bussing” cezası uygulamaya karar verdi ve Rumları köylerine yürüyerek dönmeye zorladı. Kördemen’e yaya olarak gidecek tutuklu Rumlar İngiliz askerlerinin denetiminde Gönyeli’den geçirildi ve köyün dışında arabalardan indirilerek serbest bırakıldılar.


İşte ne olduysa ondan sonra oldu. Gönyeli’li Türkler Rumları kovalamaya başladı. Birkaçı tabanca, diğerleri de ellerine geçirdikleri pala, balta, bıçak, şiş, topuz vs. gibi kesici ve vurucu aletlerle köylerine gitmek üzere ovada yürüyen savunmasız Rumlara öfke ve kinle saldırdılar ve 8 kişiyi katlettiler. Beş kişi de ağır yaralandı.
Bu vahşetin nedenlerini öncelikle adada bir süreden beri devam eden ve Türk Haberler Bürosu’nda patlatılan bombanın ardından tırmanışa geçen gerginlik ve şiddet ortamında aramak gerekiyor. Ayrıca, İngiliz güvenlik güçlerinin başka kolonilerde de uyguladığı “bussing” yönteminin Gönyeli katliamına yol açan etkenler arasında sayılması gerekiyor. Güvenlik güçleri, “bussing” dedikleri bir yöntemle, olay çıkaran şahısları otobüs veya kamyonlara dolduruyor ve olay yerinden uzak bir yere götürüp serbest bırakıyorlardı. Evlerine yürüyerek gitme cezasına çarptırılan insanların yollarda başlarına her türlü felaket gelebiliyordu. İşte, Gönyeli ovasında sekiz Kıbrıslı Rum’un katledilmesine neden olan bu uygulamaydı.


Bu katliam iki toplum arasındaki ilişkilerin süratle bozulmasına yol açtı ve şiddet eylemlerinin tırmanarak yaygınlaşmasına neden oldu. Nitekim çatışmalar yoğunlaştı ve ölü sayısında büyük artış oldu.
Türk Haberler Bürosu’na bombayı Türklerin koyduğunu artık herkes biliyor. Bu konuda en küçük şüpheye bile yer yok. Rauf Denktaş bunu başından biliyordu ama yine de 7 Haziran’ı “Milli Gün” olarak kutlamak istiyordu. Olayla ilgili derinlemesine bilgi sahibi olan büyükelçi Emin Dırvan’a ise “bu hicap duyulacak bir gündür,” diyerek 7 Haziran’ın “Milli Gün” ilan edilmesine şiddetle itiraz etti. 8 Haziran 1961 tarihinde Dr. Küçük’e sert bir mektup yazan Dırvana şöyle diyordu: “7 Haziran 1958 tarihi (...) Türkün ezeli şeref ve asaletine tamamen aykırı, mürettipleri için şayanı tecziye, buna kapılanlar için şayanı teessüf bir tahrik hadisesinin, Lefkoşa Türk Basın Bürosu önünde tahrik maksadıyla bomba patlatılmasının, hicapaver günüdür.”


Dırvana, 7 Haziran’ın “Milli Gün” olarak kutlanmasına “asla müsamaha göstermeyeceğini” vurguluyor ve şöyle devam ediyordu: “Böyle menfur bir hadiseyi tebcile yeltenmek, bunun vuku bulduğu günü milli mefahirimizden olan tertemiz masum çocuk ve gençlerimize aşılamaya kalkmak, ‘milli’ vazifesi icabı bu hatalı yolu önlemeğe çalışan Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçisini demagojik yalanlarla Türk Cemaati indinde kötülemeye teşebbüs etmek, Türk milletinin kanı kadar temiz Türk bayrağını böyle kepazeliklere alet etmek milletin ve hükümetin adına, Kıbrıs Türk Cemaatına bulaştırılmasına kat‘iyen müsamaha göstermeyeceğim bir siyasi, ruhi ve ahlâki dalalettir.”
Emin Dırvana sonunda 7 Haziran’ın “Milli Gün” olarak kutlanması engellendi ve Cemaat Meclisi Başkan Yardımcısı Dr. Necdet Ünel görevinden istifa etmek zorunda bırakıldı.
Gönyeli Katliamının Kıbrıs Rum toplumu üstündeki olumsuz etkisi çok büyük oldu. Nitekim olaydan kısa bir süre sonra EOKA rastgele Kıbrıslı Türk öldürmeye başladı. 1964 çatışmalarında bile “intikam referansı” olarak kullanıldı. Fakat katliamın gerçek mağdurları arasında barış dilini konuşanlar da vardır. Örneğin, katliamda babasını ve amcasını kaybeden ve iki yaşında öksüz kalan Adreas Stavros yaşadığı bütün acılara rağmen barış ve uzlaşma dilini konuşuyor. Aşağıda, Stavros’nun anlamlı sözlerini okuyalım.

“Babam Hristodulos Stavru ile amcam Petros Stavru Gönyeli’de öldürüldüklerinde ben iki yaşındaydım. Annem 28 yaşındaydı ve beş çocukla dul kalmıştı. (...) Babamız öldürüldü ve annemiz tek başına beş çocuğu büyütmek zorunda kaldı. Bu çok zor bir durumdur. Tecrübemiz bize şunu göstermiştir ki, bu türden olaylar bir daha asla yaşanmamalıdır. Komşu komşusuyla, köylü köylüsüyle karşı karşıya gelmemelidir. Her türlü ırkçılığa, yabancı düşmanlığına karşı çıkmak gerekiyor. Etnik nefretin bedelini suçsuz insanlar ödüyor. Biz bunu Kıbrıs’ta yaşadık. Her evden ya bir kişi ölmüştür veya kaybolmuştur. Bunu hem Kıbrıslı Rumlar, hem de Kıbrıslı Türkler yaşadı. Bütün çabamız, bu türden olayların bir daha tekrarlanmaması, kadınların dul, çocukların öksüz kalmaması yönünde olmalıdır. (...)
1974’te askerdim. Lefkoşa’da Aykasianos bölgesinde görev yapıyordum. Keskin nişancıydım. Türk tarafında beş altı Kıbrıslı Türk’ün bir dozerle mevzi kazdığını gördüm. Nişan alıp birisini vurabilirdim. Fakat birdenbire kafamda soru işaretleri oluştu. Neden öldüreyim ki? Vuracağım kişinin kim olduğunu, örneğin kaç çocuğu olduğunu biliyor muydum? Bunları düşününce silahımı dozere doğrulttum ve dozerin tekerine ateş ettim. Nefretle bir yere varamayız. Ölülere yapılacak en iyi tören, barış ortamı yaratmaktır. Önemli ve zor olan budur. Nefret yaratmak kolaydır. Barış yapmak ise zahmetli bir iştir. Kuşaktan kuşağa çalışmayı gerektirir. Eski nefretler ve düşmanlıklar yerini diyaloga bırakmalıdır.”

Andreas’ın bu anlamlı sözlerine küçük bir karşılık olarak Gönyeli’de 12 Haziran sokağının adı değiştirilemez mi?

Bu yazı toplam 7071 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar