Havada Barış Kokusu Var Ama...
Son günlerde çeşitli köy ve kasabalarda üst üste konferanslar verdim. Bir kısmı üniversite çerçevesinde, bir kısmı da sivil toplum kuruluşları ve derneklerin girişimiyle örgütlenen bu etkinliklerin ana konusunu federal çözüm perspektifi oluşturuyordu. Haliyle tartışma meydanı Agora’da pek çok kişi ile temas kurma fırsatım oldu ve Kıbrıs Rum toplumunda çözüm ve barış konusunda gözle görülür bir hassasiyetin oluştuğunu bir kez daha gördüm. 2002-2004 sürecini yakından yaşayan biri olarak şunu söyleyebilirim ki, Annan Planına “hayır” diyen Kıbrıslı Rumların büyük bir kısmı şimdi federal devlet perspektifine sıcak bakıyor. Örneğin Annan Planına en yüksek oranda karşı çıkan Baf’ın dükkan sahipleri bugün çözüm konusunda umutlu olmak istiyorlar. Ben dahil, birçok kişiyi “kara listeye” alan ve o dönemde ekrana çıkarmayan medya patronları da öyle... Annan Planına karşı seferberlik ilan eden Kilise mensuplar yumuşak bir dil kullanıyorlar. 2004’te solculuğunu “emperyalist planlara karşı çıkmak” olarak anlayan solcular, çözüm momentumunun heba edilmemesi için özen ve gayret gösteriyorlar. Özellikle Ret Cephesinin en büyük partisini oluşturan DİKO üyelerinin azımsanmayacak bir bölümü, başkanları Nikos Papadopullos’un yolundan gitmeyi reddediyor ve federal çözümden yana tavır alıyorlar.
Federal devlet modelini Kıbrıs için ideal devlet modeli sayan benim gibi biri için bu manzarayı görmek elbette sevindiricidir. Fakat insan ister istemez bir yandan da 2002-2004 sürecinde olup biteni düşünüyor. Ağır dille yapılan suçlamalar, televizyon boykotları, karakter katli vs.
Aslında benzer bir durumu 2002-2004 döneminde Kıbrıs Türk toplumunda yaşamıştık. Düne kadar Denktaş’ın sarayında veya etrafında dolaşanlar birden bire İnönü meydanına doluşmamışlar mıydı? En iyi çözümün “iki devletli konfederasyon” olduğunu ileri sürenler birdenbire federal devlete sarılmamışlar mıydı? Beni “vatan haini” ile eden rejimin kalemşoru başına saksı düşmüşçesine birdenbire “statükoyu” yıkmaya yönelmemiş miydi? Üstelik beni de güzel bir yemeğe davet etmişti... İnsan böyle bir durumla karşılaştığında ne yapar? Söz konusu olan kamu yararı olduğu için bundan şahsi bir duygu üretmek elbette doğru olmaz. Nitekim yemek davetini geri çevirmemiştim...
Fakat şunun farkında olmak gerekir ki, bugün çözüm için meydanlara inenler dün orada olmadığı gibi, yarın da orada olmayabilirler. İşte bu yüzden içinden geçtiğimiz süreçte liderlerin momentumu değerlendirmede zamanlamaya dikkat etmeleri fevkalade önemlidir.
Kıbrıs Rum toplumunu bugüne çözüme iten faktörlerin başında elbette toplumun ihtiyaçları gelir. İnsanlar birdenbire “barışsever” kesilmezler. 2004’ten sonra yaşanan düş kırıklıkları, AB’den umduklarını bulamamaları, yaşanan derin ekonomik kriz, bölünmüşlüğün kalıcılaşma tehlikesi vs. gibi faktörler Kıbrıs Rum toplumunun yüzünü çözüme çevirmesine neden oldu. Kuşkusuz, bunlara Mustafa Akıncı faktörünü de eklemek gerekir. Kıbrıs Türk toplumunun toplum lideri olarak Akıncı’yı seçmesi Kıbrıslı Rumlar arasında çözüm coşkusu yarattı.
İhtiyaçlarımız dünyayı nasıl algıladığımızı etkiliyor ama algıladığımız nesnenin, bu durumda öznenin, de ihtiyaçlarımıza cevap verdiğine inanmamız gerekiyor. İşte, Kıbrıslı Rumlar Mustafa Akıncı’da çözüm ihtiyaçlarına cevap evren birini görüyorlar.
Evet, müzakereler için iyi bir zemin ve ortam oluştu. Bunda liderlerin davranış ve tavırlarının da etkisi var. Birlikte toplum içine çıkmaları, sivil toplum ile diyalog kurmaları, barış mesajları vermeleri yumuşak bir iklim yarattı. Şimdi, hızlı bir şekilde yol kat etmek ve kalıcı sonuçlara ulaşmak gerekiyor. Unutulmamalıdır ki, yaratılan olumlu ortam çeşitli faktörlerin etkisine açık ve kırılgandır. Böyle ortamlarda sürat “öldürücü” değil, yapıcıdır...