Joe Biden ziyareti ve Kıbrıslı Türkler'in 'çıplak' halleri
ABD Başkan Yardımcısı John Biden’in geçtiğimiz günlerde adaya yaptığı ziyareti öncelikle sembolik mesajları açısından ele alalım. ABD’nin İkinci Adamı Kıbrıs ziyaretine Larnaka havaalanında yaptığı bir açıklamayla başladı. Biden, ABD’nin Kıbrıs’ta tek bir devlet tanıdığını, bunun da Kıbrıs Cumhuriyeti olduğunu söyledi. Bu açıklamanın Biden’in adanın Kuzeyine geçecek olmasından dolayı Kıbrıs Rum toplumunun tepkilerini yatıştırmak için yapılmış olabileceği düşünülebilir. Fakat John Biden sadece bu açıklamayla yetinmedi. Derviş Eroğlu’nu makamında değil, ikametgahında ziyaret etti. Ayrıca, ikametgahta KKTC’yi çağrıştıracak hiç bir sembolün olmamasını şart koştu ve şartlarını kabul ettirdi. Derviş Bey’i ziyaret ettiği bina çırılçıplaktı. Sıradan bir binayı andırıyordu. Kıbrıs Rum toplumunda devlet konuğu olarak ağırlanan ve devlet protokolünün en küçük ayrıntılarına uyan Biden, Kıbrıslı Türk lideri ziyarete giderken binanın önünde fotoğraf çektirmek dahil, hiç bir protokol kuralına uymadı. Bu, Kıbrıs Türk toplumunun ‘statüsüz’ bir toplum olduğunu gösteren son derece düşündürücü bir tablodur ve öyle anlaşılıyor ki, Kıbrıs Sorunu çözülmeden Kıbrıslı Türklerin meşru bir statüye kavuşması mümkün olmayacaktır.
Görüşmelerin ve yapılan açıklamaların içeriğine baktığımızda, Amerikalı siyaset adamının öncelikle enerji konuları ile ilgilendiği açıkça görülür. Yapılan resmi açıklamalarda bu zaten dile getirildi. Görüşme konularının başında bölgede izlenecek enerji politikası vardı. Sonra Ukrayna krizi ve Kıbrıs Sorunu... Ukrayna’da yaşanan kriz ile Kıbrıs üzerinden izlenecek enerji stratejisi iç içe geçmiş durumdadır. Batılı ülkelerin Rusya’ya olan bağımlılığını azaltmak için Doğu Akdeniz’in doğal gaz yataklarının Batı’nın pazarlarına aktarılması çok önemli hale geldi ve bu gelişme Kıbrıs’ın önemini artırdı. John Biden’ın Kıbrıs’ın ABD’nin ‘stratejik ortağı’ olduğunu birkaç defa tekrar etmesi bundandır. Hatta vurguyu daha da güçlendirmek için Kıbrıs’ı bölgede ‘önemi giderek artan stratejik ortak’ olarak tanımladı. Daha da ileri gitti ve Kıbrıs’ı ‘Kilit-Ortak’ olarak adlandırıp bölge ülkelerine önemli mesajlar verdi. Başta İsrail olmak üzere, Mısır ve diğer bölge ülkelerinin doğal gaz kaynaklarının Kıbrıs üzerinden değerlendirilebileceğine işaret etti.
Nikos Anastasiadis, John Biden’ın onuruna verdiği resmi yemekte-Anastasiadis’in evinde verilen resmi olmayan yemeği de unutmamak lazım, bu tür yemeklerde çok daha rahat ve serbest konuşulur- Kıbrıs Rum tarafının ABD’nin beklentilerini karşılamaya hazır olduğunu ifade etti. Anastasiadis, son bir yılda Kıbrıs Rum dış politikasını yeniden biçimlendirdiklerini ve AB, Atlantik-Ötesi ve İsrail eksenli bir dış politikaya yöneldiklerini söyledi.
Bir zamanlar ‘batmayan uçak gemisi’ olarak adlandırılan Kıbrıs’ın şimdilerde ‘enerji üssüne’ dönüştürülmek istenmesi elbette adaya yönelik diplomatik faaliyetlerin yoğunlaşmasına yol açacak. John Biden’ın ziyareti bu yönde atılan önemli bir ilk adım olarak okunabilir. Arkası mutlaka gelecek... Enerji politikalarının hayata geçirilmesi için, kuşkusuz, Kıbrıs Sorununun çözüme kavuşturulması en arzu edilir durumdur. Böyle bir gelişme, Türkiye, İsrail, Kıbrıs ve Yunanistan’ı birbirine yakınlaştıracak ve bölgede istikrarın sağlanmasına yol açacak. Enerji, istikrar ister... Fakat Kıbrıs Sorunu çözülmezse başka senaryolar devreye sokularak enerjinin Batı’ya ulaşmasının alternatif yolları aranabilir. Gelgelelim, bu senaryolarda Türkiye yer almayabilir. Hiç kimse çözüm olmadan Kıbrıs Rum tarafının enerji konusunda Türkiye ile işbirliği yapabileceğini aklına getirmemelidir. Kıbrıs Rum toplumunun siyasi koşulları böyle bir gelişmeye imkan tanımıyor. Ne de Amerikalıların çözüm olmadığı takdirde Kıbrıs’ı dışlayacaklarını düşünmeliyiz. Tam tersine, John Biden’ın ziyareti Amerikalıların Kıbrıs’ı her koşulda enerji üssü olarak düşündüklerini gösteriyor. Kuşkusuz, en optimum olanı Kıbrıs Sorununun çözüme kavuşturulması, tarafların ‘mutlu son’ için kararlılık göstermesidir. Özellikle Türk tarafının toprak, garantiler ve AB-Müktesebatının uygulanması konularında mevcut pozisyonunun gözden geçirmesi şarttır. Bu konularda yapılan açıklamalar maalesef Türk tarafının ‘az koyup çok kazanma’ peşinde olduğunu gösteriyor. Fakat, ‘az’ ve ‘çok’ sözcükleri görecelidir. Siz tavuğu ‘çok’ zannederek, K(G)az gelecek yerden esirgemek istemeyebilirsiniz. Kıbrıslı Türklerin bölgenin enerji politikalarında ‘kilit ülke’ olmaya aday AB üyesi bir devletin ortağı olmasını, Türkiye’nin bu stratejik düzenlemeden son derece kazançlı çıkmasını dar görüşlülük sergileyip küçük hesaplar peşinde koşarak engelleyebilirsiniz. Örneğin, Maraş’ın çıplak binaları ile Omorfo’nun giderek daha büyük oranda çıplanan portakal ağaçlarına sıkı sıkıya sarılarak Kıbrıslı Türkleri çırılçıplak kalmaya ve statüsüz bir toplum olarak yaşamaya mahkum edebilirsiniz. Nasıl ki, Kıbrıs’ın AB üyeliği sürecinde yapılan bir dizi hata sonucunda Kıbrıslı Türkler AB dışında, Kıbrıs Sorunu da çözümsüz kalmışsa, şimdi yapılacak hatalar Kıbrıs Rum toplumunun önemli bir stratejik mevzi kazanıp enerji politikalarından tek başına yararlanmasına yol açabilir. Kısacası, Türk tarafı bu hassas dönemeçte hata yapmamalıdır, çünkü hataların bedeli hem Türkiye hem de Kıbrıslı Türkler için ağır olabilir. Çözümsüzlüğün devamı özellikle Kıbrıslı Türklere çok pahalıya patlayabilir. Bu yüzden Kıbrıslı Türkler adına müzakere edenler bütün hesapları bir kenara bırakıp her şeyden önce Kıbrıs Türk yurtseverliği sergilemelidirler. Kıbrıs Türk yurtseverliği etnik-fundamentalist bakış açısına karşı çıkarak, Kıbrıslı Türklerin geleceğini ‘Kıbrıs Barışında’ aramayı gerektiriyor. Aksi halde, tarihsel bir fırsat daha heba edilebilir...