1. YAZARLAR

  2. Niyazi Kızılyürek

  3. “Kayıp Özne”
Niyazi Kızılyürek

Niyazi Kızılyürek

“Kayıp Özne”

A+A-

Geçtiğimiz günlerde YeniDüzen Kitap’tan çıkan kitabım yukarıdaki başlığı taşıyor. Önsözde de yazdığım gibi, “özne” sözcüğünü en çok kullanan toplumlardan biri herhalde Kıbrıs Türk toplumudur. “Özne olmak”, “özneleşmek” gibi kavramlara gündelik hayatta sık sık rastlıyoruz.  Belli ki ortada bir sorun var! Kıbrıslı Türklerin hasretini çektiği bir hasleti, olmadığı ve olmak istediği bir mefhumu anlatıyor bu sözcük!

Aslında yeni bir durum değil bu. Kıbrıslı Türkler uzun yıllardan beri “özne olamamaktan” yakınıyorlar. Eğer konunun izini sürersek, 1878 yılına kadar geri gidebiliriz. Adanın İngiliz Sömürge İmparatorluğuna kiralandığı ve Müslümanların “Millet-i Hakime” konumunu kaybettiği döneme kadar...

Buna Modern Zamanlarda ortaya çıkan bir sorun da diyebiliriz.

Gerçekten de Kıbrıs’ta modernleşmeyle birlikte Kıbrıs Türk toplumu önemli zorluklarla karşı karşıya geldi. Siyaset, ekonomi ve kültür alanlarında kendini yeteri kadar gösteremedi. Ama en temel sorunu, özne olamamak ya da özneleşme kapasitesinin düşük olması oldu. Ve bu sorun yakın geçmişte ortadan kalkmadığı gibi daha vahim bir hal aldı. Son yıllarda ise toplumu iyice meşgul eder oldu. Yakın tarihinde özerk ve ayrı bir toplum olmak için çok uğraşan Kıbrıslı Türklerin günümüzde özerk bir toplum olarak varlığını sürdürüp sürdüremeyeceği maalesef tartışma konusudur. Bu endişe sadece Kıbrıs Türk toplumunun kendi içindeki seyrini etkilemiyor. Farklı biçimlerde ve bazen de zıt yönlerde bütün ağırlığıyla Kıbrıs Sorununun çözüm arayışlarına ve Türkiye ile ilişkilere de yansıyor.

Tarihsel olarak bakarsak, Kıbrıslı Türkler paradoks bir biçimde, Kıbrıslı Rumlara karşı gösterdikleri tepkisel süreçlerde bir yandan Kıbrıslı Rumlar karşısında bir dereceye kadar ayrı ve etkili bir özne olurken, diğer yandan da kendi içinde özneleşme kapasitesinde büyük kayıplara uğradılar. Karşı-özne olabildiler ama kendinde-özne olamadılar. Tehlike olarak gördükleri Enosise karşı direnirken ayrı ve özerk bir varlık olarak örgütlenip özneleşen Kıbrıslı Türkler, sömürge yönetimine biat etmeye yöneldiler ve ortaya esaslı bir anti- sömürgeci mücadele koyamadılar. Tam tersine, kolonyalistlerden medet umdular ve daha sonraları da tamamen Türkiye’ye bağımlı hale geldiler.

Kıbrıslı Türkler ancak Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduğu zaman gerçek anlamda kısmen özne konumuna yükseldiler ve özerkliklerini anayasal güvence altına aldılar. Ne var ki bu durum kısa sürdü. 1963 sonunda başlayan etnik çatışmalarla birlikte Kıbrıslı Rumlar devleti kendi tekeline alınca, Kıbrıslı Türkler sadece kağıt üstünde anayasal özne olarak kaldılar ve fiiliyatta Türk ulusunun organik bir parçası sayılan “soydaşlar topluluğuna” indirgendiler.

1974 sonrasında başlayan siyasal süreçte Kıbrıs Cumhuriyeti devleti Kıbrıslı Rumların devleti olarak kaldı. Türkiye ile ayrılıkçı Kıbrıs Türk liderliği Kıbrıslı Türklerin devlete yönelmesini istemediler ve ulusun “organik bir parçası” olarak kalmasında ısrar ettiler. Kıbrıs’ın kuzeyinde zor ve şiddet yoluyla ele geçirilen topraklarda kurulan “devlet” Kıbrıslı Türklerin özne olma sorunun çözemediği gibi, hukuk dışına düşen Kıbrıslı Türkler iyice “görünmeyen toplum” haline geldi.

Kıbrıslı Türkler bugün kurallarını kendilerinin koymadığı bir dünyada yaşıyorlar. Uluslararası hukukun, ticaretin ve politikanın dışında, Türkiye’ye tam bağımlı bir olağanüstü hal toplumuna dönüştüler. Giderek daha büyük oranda “hesap-dışı” kalan, kendilerini doğrudan ilgilendiren süreçlerin bile “dışarısında” bırakılan bir topluluk oldular. Bir zamanlar kendilerini özne olarak tanınmayan, “adam” yerine koymayan Kıbrıs Rum toplumunun karşısında seferber olurken, şimdi haysiyet yarası içinde kıvranıyor ve kendisine yüklenen “düşkün soydaşlar topluluğu” rolünden çıkıp aktif yurttaşlar toplumuna dönüşemiyorlar. Yakın geçmişte “görünür” olmak için şiddete bile başvurmayı göze alan Kıbrıslı Türkler, varlığı giderek silikleşen ve iyice görünmez hale geldikleri günümüzde sızlanıp mırıldanmanın, “kaderine” yanmanın ötesine gidemiyorlar. Tarihin akışı içinde Kıbrıs ülkesinde devlet olgusunun dışına düşen ve süreç içinde yurt kaybına uğrayan Kıbrıslı Türkler, bugün tam bir iktidarsızlık yaşıyorlar ve son derece aciz bir görünüm çiziyorlar. Bu trajik durum karşısında çıkış yolları bulmakta zorlanıyorlar, aslında trajikliğin farkına varmayı reddediyorlar ve giderek daha büyük oranda sinizme kapılıyorlar. İki türlü sinizmin gün geçtikçe güçlendiğini ve toplumun benliğini kuşattığını görüyoruz:

 A) Yapamayız/Yaptırmazlar Be Çocuklar” Sinizmi.

Bu sinizm türünde doğru olanı yapmaya güç yetmiyor ve başkaldırıya yönelmek yerine, acizliğin içselleştirilmesinden hareketle kötü bir pragmatizme kapılıp, doğru olana yönelmeyi engelleyen gücün karşısında boyun eğiliyor. Başka türlü söylersek, doğru olanın ne olduğu ve neyin yapılması gerektiği biliniyor ama bizzat bunu engelleyen güce boyun eğildiğinden, bir yandan doğru olanın adı konulmuyor, öte yandan da yapılması gereken zaten yapılamazmış gibi gösterilip sorumluluktan kaçınılıyor. Böylece, iktidara yaranmak “doğallaştırılıyor”.

B) Hasiktir Sinizmi. 

Bu sinizm türünde de acizlik ve imkansızlık içselleştirilmiştir ama bunu dayatan iktidara yaranmak yerine durum teşhir edilir, açık biçimde ve hınzırca gözler önüne serilir. Fakat burada da güçsüzlük hakim duygudur. Durumu değiştirmek için bir şey yapılmaz, sadece bunun etrafında mırıldanılıp söylenilir ve rahatlatıcı sloganlar üretilir.

Bir başka kifayetsiz çırpınışı kimlik alanında görüyoruz. Giderek yaygın hale gelen ve adı tam olarak konmasa da içe büzülen bir kimlik eğilimidir bu. “Ne Mutlu Kıbrıslı Türk’üm Diyene” sloganı olarak da karşımıza çıkan bu kimlik güzellemesi, belki dağa taşa yazılan bir slogan değildir ama Kıbrıslı Türklerin büyük çoğunluğunun hissiyatını ifade ediyordur. Bir yandan Türkiye’ye ve/veya Türkiyelilere, diğer yandan da Kıbrıslı Rumlara karşı mesafe koyma çabasının bir ifadesine dönüşen bu kıbrıslıtürklük hali, bazı çevrelerde mikro-milliyetçi bir eğilim haline geldi. Velâkin, özne olma sorunu dışlayıcı bir kimlik politikasıyla çözülemeyecek kadar karmaşık ve çetrefildir. Kimlik adına politika yapmak, özü itibarıyla çoğulcu ve değişken olan bu kavrama tek bir siyasi yön biçmek demektir ki, bu kimliğin devingen ve çok boyutlu özelliklerini özcü bir okumayla tek boyuta indirmek demektir.

Kıbrıs Türk kimliği bütün kimlikler gibi diyalojik bir ortamda şekillenip dönüşüme uğruyor. Kıbrıslı Türkler hem Kıbrıslı Rumlar hem Türkiye/Türkiyelilerin yer aldığı iletişimsel bir gerilim alanında yaşıyorlar. Bütün toplumlarda olduğu gibi Kıbrıs Türk toplumunun da kendine özgü, farklı, devingen bir kimliği oluştu ve bu oluşumun sürekli bir oluş süreci içinde olduğu gerçektir. Fakat şurası da bir gerçektir ki, bir yerde kimlik konuşuluyorsa, Zygmund Bauman’ın sözleriyle, “orada bir kavga var” demektir ve Kıbrıslı Türkler bu bağlamda hem Türkiye hem de Kıbrıslı Rumlarla önemli sorunlar yaşıyorlar. Bu sorunların başında tanınma sorunu gelmektedir. Yani, eşit ve özerk bir özne olarak kabul görmek… Bu Kıbrıslı Türklerin karşı karşıya olduğu en büyük zorluklardan biridir. Fakat dışarıyla etkileşime kapalı olmak mümkün ve arzulanır olmadığı gibi, imkansızdır da. Ayrıca, çare değildir. Önemli olan, Kıbrıs Türk toplumunun tarihsel nedenlerle aynı sahnede yer aldığı Türkiye ile Kıbrıslı Rumlar karşısında hem birlikte hem de boy ölçüşebilen bir özne olabilmesidir. Başka türlü söylersek, özne ancak başka öznelerle iletişim-gerilim içinde kurulur. Ve şu da bir gerçektir ki, özneler-arası- iletişim/mücadele olmadan özne olmak mümkün değildir...

Bu yazı toplam 3722 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar