Kıbrıs Sorununun Unutulan Kurbanları (2)
Kıbrıs’ta yaşanan etnik çatışmalar Türkiye Rumları için tam bir felaket oldu. Türkiye misilleme olarak Türkiye’de yaşayan Yunan uyruklu Rumları kovma kararı aldı.
-----------------
Averof’un öngörüleri doğru çıktı. Başpiskopos Makarios’un 1963 yılının sonunda tek yanlı olarak anayasayı değiştirmeye kalkışması sadece Kıbrıs’ı ateşe atmadı. Türkiye ile Yunanistan’ı da savaşın eşiğine sürükledi ve bu gerilimin bedelini Averof’un önceden uyardığı gibi Türkiye Rumları ödedi.
Kıbrıs’ta yaşanan etnik çatışmalar Türkiye Rumları için tam bir felaket oldu. Türkiye misilleme olarak Türkiye’de yaşayan Yunan uyruklu Rumları kovma kararı aldı. 16 Mart 1964’te Seyrisefain Anlaşmasını tek taraflı olarak feshetti ve 1964 yılı boyunca İstanbul Rumları Türkiye’den zorla sınırdışı etti. Sınırdışı edilmeleri, kaçınılmaz olarak, Türk uyruklu Rumların toplu göçü de izledi. Açıkçası, sadece Yunan uyruklu Rumlar değil, Türkiye vatandaşı Rumlar da mustarip oldular. Örneğin, İmroz adası tam bir etnik temizliğe tabi tutuldu. İmroz’da Rum mallarının istimlak edilmesi, adaya açık hava hapishanesi kurulması, eğitimin engellenmesi ve ülkenin başka bölgelerinden adaya Türk nüfusun transferi yerli halkı kovmak için uygulanan yöntemlerin başında geliyordu. Kovma politikasının ne kadar etkili olduğunu rakamlar açıkça ortaya koyuyor: 1950 yılında 6325 Rum ve 200 Türk’ün yaşadığı İmroz adasında, 1990 yılında sadece 300 Rum yaşarken, Türklerin sayısı 7.200’e ulaştı.
Ulus-devletlerin azınlıkları rehin alma, koz olarak kullanma ve yeri geldiğinde misilleme aracı olarak görüp cezalandırma 19. ve 20.yüzyılda yaygın görülen olgulardır. Türkiyeli Rumlar bu milliyetçi pratiklerin kurbanı olurken kuşkusuz Kıbrıs Sorunu önemli bir etken olmuştur. Fakat bir noktanın altı önemle çizilmelidir: Rum azınlığı “iç tehdit”, “içimizdeki düşman”, “istenmeyen insan grubu” olarak görmek Türk milliyetçiliğinin performansında Kıbrıs Sorunundan bağımsız olarak rastladığımız bir olgudur. Nitekim azınlığa uygulanan baskılar Kıbrıs Sorununun tarih sahnesine çıkmadan önce başladı.
Kıbrıslı Türklerin Rehin Alınması
Bu noktada Kıbrıs’a dönemlim ve adada başka bir nüfus grubunun nasıl “rehin” olarak tutulduğuna kısaca değinelim.
1964 yılı boyunca devam eden etnik çatışmalar esnasında Türkiye’nin adaya müdahalesi sık sık gündeme geliyordu. Bu müdahale tehditleri bazen gerçek, bazen de blöf olarak yapılıyordu. Başta ABD olmak üzere, Batılı ülkeler Soğuk Savaş çıkarlarına uygun olarak Türkiye’nin müdahalesini engellemeye çalışıyordu. Nitekim meşhur Johnson Mektubu bu dönemde yazıldı. Fakat ilginçtir, Kıbrıs Rum liderliği Türkiye’nin müdahale tehditlerine karşı memleketdaşları Kıbrıslı Türkleri “katletmek” tehdidinde bulunuyordu. En yetkili ağızlardan “Türkiye adaya çıkarsa kurtaracak Türk bulamayacak” deniyordu. Erenköy/Dillirga çatışmaları devam ederken (Ağustos 1964), Türkiye’nin çıkarma yapacağından korkan Kıbrıslı Rum yöneticiler Kıbrıslı Türklere saldıracaklarını söylüyorlardı. Dönemin çalışma bakanı Tassos Papdopoullos Amerikalılara Türk gemilerinin Kıbrıs’ın kara sularına girmesi halinde Kıbrıslı Türklerin 75 dakika içinde yok edileceklerini söylüyordu ve “bunun için gerekli plan ve araçların hazır olduğunu” belirtiyordu. Kıbrıs devletinin kurucu ortağı ve yurttaşı olan Kıbrıslı Türkler bu milliyetçi antagonizm ortamında bir anda “rehin alınmış bir azınlık” muamelesi görmeye başlamışlardı…
Büyük Güçlerin Sinizmi
Kıbrıs’ta 1964 çatışmaları başladığı zaman ABD derhal hareket geçerek NATO çıkarları doğrultusunda bir çözüm aramaya koyuldu. Adanın büyük kısmının Yunanistan ile birleşmesi ve küçük bir kısmının da üs olarak Türkiye’ye verilmesi gündeme getirildi. (Acheson Planı) Böyle bir çözümden memnun olmayacağı düşünülen Kıbrıslı Türklerin tazminat alarak Türkiye’ye taşınması veya Meis (Kastellorizs) adasına yerleştirmeleri konuşulmaya başlandı. Amerikalı uzmanlar Kıbrıslı Türklerin “iş-kültürünü” araştırmaya başlayarak Meis adasında ne gibi işler yapabileceklerine dair raporlar hazırlamaya koyuldular. ABD’nin Ankara büyükelçisi Hare da Kıbrıslı Türk göçmenlerin yerleşmesi için Türkiye’ye toprak verilmesini öneriyor, aksi takdirde Türklerin İstanbullu Rumları ve Patriği kovacağını söylüyordu. Göçmenlere yardım için Türkiye’ye para yardımında bulunulmasını öneren büyükelçi Kıbrıslı Türklerin aktarılmasının dayatma değil “teşvik” olarak görülmesi gerektiğini belirtiyordu. Koroya katılan ABD’nin Atina büyükelçisi Lambouis de 8 Nisan 1964 tarihinde Washington’a geçtiği mesajda Kıbrıslı Türklerin yer değiştirmesinde hiçbir sakınca görmüyordu ve “1920’li yıllarda Tük-Yunan nüfus mübadelesinde çok daha radikal operasyonlara başvurduk” diyordu.
Kısacası, azınlıklar milliyetçi antagonizme katılan bütün aktörler tarafından koz ve rehin olarak görülüyor, dahası büyük güçler de bunu “doğal” sayıyorlardı. Böyle bir ortamda Dr. Küçük İnönü’ye geçtiği mesajlarda “cemaatini alıp Avustralya’ya kaçmaktan söz ediyordu...