Kıbrıs’ın Karanlık Yüzüne Bakmak
Geçtiğimiz günlerde Kıbrıs Üniversitesinde önemli bir konuğum vardı. “Misafir hoca” olarak dersime girmek üzere üniversiteye gelen 68 yaşındaki Kıbrıslı Rum, genç yaşında Kıbrıs Sorununun trajik sayfalarından birinde yer alan, daha doğrusu, yer almak zorunda kalan biriydi. Taşıdığı yük çok ağırdı. Fazlasıyla ağırdı... Çünkü o bir katliamın tanığıydı. Anılarını öğrencilerimle paylaşmayı kabul ederken onu yönlendiren temel dürtünün vicdan azabı olduğunu biliyordum. Çünkü yaşadıkları ve hissettikleri konusunda eskilere dayanan bir fikrim vardı.
Onu ilk defa 1989 yılında tanımıştım. Baf kapısında (Lefkoşa’da) benim de bulunduğum bir konferansta söz alıp herkesi şok eden sözler sarf etmişti. Hazin öyküsü, 1967 yılının sonunda cereyan eden Köfünye hadiselerinde geçer. Neredeyse bütünüyle savunmasız bu köye saldırı emri verildiğinde, genç bir Milli Muhafız askeri olarak emirlere boyun eğdi ve Köfünye’ye saldıranlar arasında yer aldı. Çok gençti. Kimin haklı kimin haksız olduğunu bilmiyordu.
Milliyetçiydi. Türklerin yok edilesi kötü insanlar olduğunu düşünüyordu. Emirlere tereddütsüz riayet etti ve Köfünye’de kadın çocuk ve yaşlılara ölüm yağdıran askerler arasına katılmıştı. Yüreğinin bir yanı yapılanların doğru olmadığını fısıldıyor olmalıydı ki, içinden bir ses vahşette “indirim” yapmasını haykırıyordu. Gerçekten de saldırılar esnasında diğer askerlere kıyasla daha dikkatli davranıyordu.
Onlar gibi rastgele kurşun sıkmıyor, gelişigüzel insan öldürmüyordu. Çatışarak esir aldığı bir Kıbrıslı Türk’ü korumak için Grivas’a başkaldıracak kadar da dirayetliydi. “Esiri yok edin” diyen Grivas’a itiraz ederek, yaralı Kıbrıslı Türk’ün hayatını kurtarmıştı. Yirmi dört Kıbrıslı Türk’ün cesetlerini çiğneyerek yapılan yağmaya da katılmamıştı. Aldığı tek ganimet, hatıra olsun diye bir Türk bayrağı ile iki küçük kül tablasıydı. Herkes neler kaldırılıyordu neler...
Mesela, yaşlı bir dedenin parmağındaki yüzüğü almak için dedenin parmaklarını kesen askerler görmüştü. O sahneyi gördüğünde utanıp utanmadığını hatırlamıyordu ama bugün bu olayı anlatırken yerin dibine batmış gibiydi. Utanıyordu. Çok utanıyordu... Şimdi, Köfünye köyüne saldırı emri veren komutanın emrini insanlık suçu olarak görüyor: “Topal tavuğa kadar her şeyi yok edin!” Komutanın Emri böyleydi. Ve askerler, bu emri çoktan beklercesine, büyük bir şevkle saldırıya geçmişlerdi. Öldürecek asker bulamadıkları için çoluk-çocuk, kadın ve yaşlı erkekleri katletmişlerdi.
Öğrencilerim, anlatılanlar karşısında adeta şok geçirdiler. Ürperdiler. Aldıkları okul eğitimi onlara “Türklerin barbarlığı” konusunda bir sürü hikaye öğretmişti ama Kıbrıslı Rumların yaptığı kötülükleri ustalıkla gizlemişti. Şimdi ilk defa bir Kıbrıslı Rum’un ağzından Kıbrıslı Rumların imzasını taşıyan bir “barbarlık hikayesi” dinliyorlardı.
Öğrenciler, genç bir askerken Köfünya’de savaşan, daha doğrusu, katliama katılan Marios’a olaydan onca yıl sonra, bugün ne hissettiğini soruyor, söyleyeceklerini merak ediyor, ısrarla bir şeyler demesini istiyorlardı. Marios, gözyaşlarını gizlemeye çalışarak tek cümleyle yanıt verdi öğrencilerin inatçı sorularına: “Bugün, sadece Kıbrıslı Türklerden özür dilemek için bir şans istiyorum...”
Marios’un isteği, aslında bu ülkede barışa bir şans tanımanın temennisi olarak anlaşılmalıdır. Çünkü ülkenin karanlık yüzüyle yüzleşmeden aydınlığa çıkmak imkansızdır...