1. YAZARLAR

  2. Niyazi Kızılyürek

  3. Kissinger-Denktaş Diyalogundan Çıkarılacak Dersler
Niyazi Kızılyürek

Niyazi Kızılyürek

Kissinger-Denktaş Diyalogundan Çıkarılacak Dersler

A+A-

1974 yazından yaklaşık bir yıl sonra ABD dışişleri bakanı Kissinger Rauf Denktaş ile bir araya geldi. 20 Kasım 1975 tarihinde New York’ta gerçekleştirilen görüşmede Denktaş şöyle diyordu: “Bu dönemde Makarios’un yarattığı durumu ortadan kaldırmaya çalışıyorum. 12 yıl önce Güvenlik Konseyi’nin aldığı kararda Kıbrıslı Rumlarla eşit konuma konulmadık.  (…) O karar alındı (4 Mart 1964 kararı kast ediliyor NK) ve Makarios Kıbrıs’ın tek hükümeti oldu. (...)  Bu yüzden, şimdi tam eşitlik istiyoruz. (…) Genel Kurul’da sorun konuşulduğunda bizim de dinlenmemiz gerekiyor (...) Geçenlerde Kliridis’e de söyledim. 12 yıl önce ben onun yerindeydim, o da benim ve onu bekleyen her zaman ben olurdum. Ancak şimdi durum değişti. Kliridis’e, Makarios’a masayı terk etmesi halinde bizi onu beklerken bulmayacağını bildirmesini söyledim. 12 yıl boyunca devletsiz bir toplumduk, bu konumu artık kabul edemeyiz.”

Denktaş’ın sözlerine Kissinger şöyle karşılık veriyordu: “Bugün elde edilebilmesi mümkün olan şeyler, iki yıl önce düşünebileceğin her hangi bir şeyden kat kat fazladır. İki-Bölgeli bir sistem ve sınırlı yetkilere sahip bir merkezi hükümet elde edebilirsin. Katılım konusunda istediğin %50’yi elde edebileceğin kesin değil. Fakat merkezi zayıf bir hükümet olacaksa bunun zaten bir önemi yok. Burada önemli olan Türk tarafının toprak verip vermeyeceğidir.”

Kissinger’in söylediklerinden de anlaşılacağı üzere, 1974 sonrasında Kıbrıs’ta çözüm arayışları “siyasal eşitlik ve iki-bölgeliliğe karşılık toprak” formülüne dayanacaktı. Gelgelelim Türk tarafı toprak konusunda esnek davranmıyordu. Denktaş lafı dolaştırıyor, “Makarios’a bir şey verirsen daha fazlasını ister” diyordu. Bunun üzerine Kissinger öfkelenmeye başladı.

Denktaş’a “sen nereye varmak istiyorsun, müzakere olmazsa Kıbrıs Rum tarafı Yunanistan ile birleşecek” dedi. Denktaş, “Türklerin Kıbrıs’ta Yunanistan ile sınırı olmasını istemediklerini, Yunanlıların da böyle bir şeyi arzu ettiklerini düşünmediğini” söyledi. Kissinger bastırıyordu: “ama başka seçenekleri kalmayabilir” diyor ve toprak konusunun önemini vurguluyordu.

Makarios’un toprakta %28 oranına razı olacağını, bir anlaşmayla Kıbrıslı Rumlara Mağusa’nın Rum bölgesini, Lefkoşa Mağusa yolunun alt tarafında kalan bölgeyi ve Omorfo bölgesinden toprak verilebileceğini söylüyordu. Ne var ki, Türk tarafı hem Kıbrıslı Rumlarla “eşit statüye” kavuşmak istiyor hem de toprak konusunda gerekli esnekliği göstermiyordu.

Oysa Kıbrıs Rum tarafı için göçmenlerin önemli bir kısmının evlerine dönebilmesi federal çözümün en önemli koşuluydu ve bu da bir miktar toprağı geri almayı gerekli kılıyordu. Makarios, bunun gerçekleşmesi durumunda resmi Türk tezi olan coğrafi federasyonu kabul edebileceğini söylüyordu.

Yani, önceleri çok-kantonlu federasyondan söz eden Kıbrıs Rum tarafı, iki-bölgeli federasyonu kabul edebileceğini belirtiyor ve toprak konusunun önemini vurguluyordu. Nitekim 29 Eylül 1974 tarihinde Makarios ile bir görüşme yapan Kissinger, “mantıklı bir çözüm” için neler düşündüğünü sorduğunda, Makarios’un yanıtı şöyle olmuştu: “İki-Bölgeli olabilir. Türk bölgesi %25’in altında olmalı. Merkezi hükümetin yetkilerinin ne olacağı çok önemli değil ama Türkler yönetime 50-50 temelinde katılamazlar.” Kissinger, Türk bölgesinin %25’in altında olmasını gerçekçi bulmadığını söylüyor ve Maraş, Mağusa-Lefkoşa yolunun altı ve Omorfo’dan toprak verilebileceğini belirtiyordu.

Görüleceği gibi, her şey toprak konusunda düğümleniyordu. Türk tarafı toprak konusunda esneklik göstermekten kaçınıyordu. Özellikle Demirel’in başbakanlığında kurulan Milli Cephe hükümeti bu konuda hiçbir açılım yapmıyordu. Hükümet ortaklarından Necmettin Erbakan (Kissinger Erbakan için “psikiyatrik vaka” diyordu) bütün adanın işgal edilmesi gerektiğine inanırken, Alparslan Türkeş ele geçirilen topraklardan bir karış bile verilemeyeceğini söylüyordu.

Başbakan Demirel ise Ecevit karşısında kendisini psikolojik baskı altında hissediyordu. “Ecevit’in aldığı toprakları veren kişi” olarak görülmek istemiyordu. Demirel, ABD Senatosunun Türkiye’ye uyguladığı silah ambargosu kalkmadıkça Kıbrıs Sorununda hiçbir adım atmayacağını söylüyor, Türkiye’nin “anti-komünist bir kale” olduğunu ve Sovyetler Birliği’nin hedefi haline geldiğini ileri sürüyor ve silah ambargosunun kaldırılmasını istiyordu.

Bunun üzerine ABD, diplomasi cambazı Kissinger’i devreye sokarak Türkiye’yi toprak verip erken zamanda Kıbrıs Sorununu çözmeye ikna etmeye çalışıyordu. 22 Mayıs 1975 tarihinde CENTO toplantısı için Türkiye’ye giden Kissinger, dışişleri bakanı Çağlayangil ile başbakan Demirel’e “Türkiye’nin Kıbrıs’ta %95 oranında çıkarlarını garanti altına aldığını” söylüyordu ve Türkiye’nin kazanımlarını şöyle sıralıyordu: “Bir, Türk nüfusun özerkliği; İki, Türk nüfusun ayrı bir bölgede yaşaması; Üç, merkezi hükümetin bir daha Türklerin aleyhine dönemeyeceği veya Türkiye aleyhine dış politika izleyemeyeceği anayasal bir düzen...”

Kissinger, Türkiye’nin bütün hedeflerine ulaştığını, geriye bunları meşrulaştırmak kaldığını ileri sürüyordu ve bunun için bir miktar toprak verilmesinin yeterli olacağını belirtiyordu. Fakat Türk tarafı buna yanaşmıyordu. Bunun üzerine, Kissinger Türk muhataplarına şu manidar uyarıda bulunacaktı: “Türklerin sorunu, zaferlerini nasıl değerlendireceğini bilmemeleridir. Yunanlılar iki-bölgeli federasyonu kabul etmeye hazırdır. Karamanlis bunu geçenlerde doğruladı. İngilizlerden iki toplum arasında dönüşümlü başkanlık sistemini ileriye götürmelerini istedim. Bununla siz Türkler özünde bütün amaçlarınıza ulaşmış olacaksınız. Sadece bir miktar -oranını bilmiyoruz- toprak vermeniz gerekecek.”
Kissinger’in sözleri Türk tarafını ikna etmeye yetmedi. Federal çözüm bir yandan milliyetçi saplantılarla maksimalist tutumlara, diğer yandan da iç politika hesaplarına kurban edildi ve çözüm fırsatları heba edildi.
Türk tarafı her şeyi elde etmiş taraf olarak Kissinger’in o zaman söylediklerine hiç değilse bugün kulak vermelidir. Ayrı bir bölgede yaşamak, kendi kendini yönetmek, federal devletin eşit ortağı olarak bütün adayı yönetmek, dönüşümlü başkanlık veya buna benzer bir sistemle federal devletin dönüşümlü olarak başı olmak... Bunların hepsi elde edilmiştir ya da elde edilebilir. Karşılığında ne mi verilecek? Biraz toprak, biraz mülk... Gerçekte Türk tarafına ait olmayan toprak ve mülkiyetten söz ediyoruz...

Dünyada %18’lik hiç bir nüfus yoktur ki, kendini böyle bir konumda bulsun ve federal bir devletin kurulması konusunda naz yapsın...

Bu yazı toplam 4457 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar