Ne AB, Ne de Kıbrıs İdeası!
Geçtiğimiz günlerde yapılan Avrupa Parlamentosu seçimleri hem Kıbrıs’ta hem de Avrupa Birliği’nde hüküm süren hakim siyasi kültürü gözler önüne serdi. Zor zamanlardan geçen AB’de ‘AB Fikrinin’ tehlikeye girdiğine kuşku yoktur. Fransa’da AB karşıtı ve yabancı düşmanı Milli Cephe partisinin seçimlerden birinci parti çıkması, İngiltere ve başka ülkelerde AB karşıtlarının güçlenmesi, aşırı sağ ve Neo-Nazi gruplarının gücünü arttırmaları AB’yi ciddi sıkıntılarla karşı karşıya bıraktı.
Kuşkusuz, bu gelişmelerin birden fazla ve karmaşık nedenleri vardır. Derin ekonomik kriz ve bazı ülkelerde işsizlik oranının İkinci Dünya Savaşı sonrasında ilk defa bu kadar yüksek olması elbette en önemli etkenlerin başında geliyor. ‘Merkel-Avrupası’nın izlediği ekonomik politikalar işsizliğin giderek artmasına yol açtığı kadar, Sosyal-Devlet fikrinin de temellerini sarstı.
Öte yandan vizyonsuz siyasi elitlerin ve Brüksel’de üslenen ‘Eurokratların’ AB fikrini yurttaşlar nezdinde ileriye götürmedikleri su götürmez bir gerçeklik olarak ortaya çıktı. Eurokratlar AB kurumlarını yurttaşlardan ve demokratik meşruiyetten uzak bir şekilde yönetirken, üye devletlerin siyasi elitleri bir yandan ‘Milli Egoizm’, diğer yandan da popülizmin batağında günü kurtarmaya çalışıyorlar. Siyasetin ve siyasi kültürün odak noktasını ulus-devletlerin çıkarlarının oluşturduğu bir ortamda AB’nin siyasi birliğe yönelmesi ve ‘Avrupa Birleşik Devletlerine’ dönüşmesi oldukça zor görünüyor. Fakat bu yönde somut adımlar atmadan AB fikrini yaşatmak daha da zor olacaktır.
AP seçimleri Kıbrıs’ta da ‘ilginç’ görüntülere sahne oldu. Kıbrıslı Rum yetkililer ilk defa bu seçimde Kuzey Kıbrıs’ta yaşayan ve Kıbrıs Cumhuriyeti kimliği taşıyan Kıbrıslı Türklere seçme ve seçilme hakkı tanıdılar. Fakat iş konu ile ilgili yasal düzenlemeler yapmaya gelince, ortalık bir anda karıştı. Anastasiadis hükümeti Kıbrıs Cumhuriyeti kimliği sahibi her yurttaşın kimliğini göstererek oy kullanmasını önerince, yasama organında etkili olan bazı Kıbrıs Rum partileri paniğe kapıldılar. Kıbrıslı Türklerin sandalye kazanacaklarından korkan bu siyasetçiler, hükümetin önerisini değiştirerek sadece listelerde kayıtlı olanların oy kullanabilmesine karar verdiler. Yani, hem Kıbrıslı Türklerin oy kullanmasını hem de sandalye kazanmamalarını istiyorlardı. Bu tuhaf duruma bürokrasinin halleri de eklenince, ortaya iyice vahim bir durum çıkmış oldu. Kıbrıslı Türkler seçime katılma biçimleri farklı olan ayrı ayrı kategorilerde toplanıldı. Güney’de oturanlar, Kuzey’de oturup da listelere kayıtlı olanlar ve kayıtlı olmayanlar. Ne hikmetse, 20 bin Kıbrıslı Türk’ün kayıtları Güney’de görülüyordu. On bin kişinin ise hiç bir yerde... Bu durumda oy kullanabilecek Kıbrıslı Türklerin sayısı 58 binle sınırlı kalıyordu ama onların kayıtlarında da sorunlar vardı. Nitekim listede adını görmeyenler haklı olarak öfkelendiler.
Sorunlar yasamanın tutumu ve bürokrasinin halleriyle sınırlı değildi elbette. Binlerce Kıbrıslı Türkün seçmen kabul edildiği bir seçimde AP’ye aday gösteren Kıbrıs Rum partilerinin hiç biri Kıbrıslı Türklere dönük en küçük bir seçim çalışmasında bulunmadı. Ne bir Türkçe bildiri, ne bir toplantı... Siyasi partiler cemaatçi bir yaklaşımla sadece Kıbrıslı Rum seçmeni muhatap aldılar. Kıbrıs Türk siyasi partileri ise seçime hiç ilgi göstermediler ve ancak Kıbrıs Türk makamlarının örgütleyeceği bir seçime katılabileceklerini ima ettiler. Bazı siyasetçiler seçime katılan Kıbrıslı Türkleri neredeyse ‘vatan haini’ ilan etti. Bu da bize imkan olduğu zaman bile, Kıbrıslı Rum ve Türk siyasetçilerinin etnik kimliğin ötesine geçemediğini gösteriyor. Böyle bir anlayış elbette ne ulus-ötesi bir Avrupa Birliği’nin kurulmasına katkı koyabilir, ne de Kıbrıs’ta etnisite-ötesi Federal bir devletin kurulmasına... Tek teselli belki Şener Levent ile Deniz Birinci’nin Kıbrıslı Türklerden aldıkları oylardan daha fazlasını Kıbrıslı Rumlardan almaları olmuştur. Bu Kıbrıs tarihinde bir ilktir, umalım son olmasın...