Nergis Tarlaları
Günümüz Avrupa’sında yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve şiddet beklenmedik biçimde tırmanıyor. Özellikle Müslümanlara karşı kaynağı belirsiz fobilerden öfke fışkırıyor. Yabancı işçiler günah keçisi sayılıyor. Günah keçileri bununla sınırlı değil. Aşırı sağ ve ırkçı kesimlerin hedefinde Avrupa Birliği de var. İşsizlik ve bilumum kötülüğün faturası Brüksel’e kesiliyor ve 19. yüzyılın ulus-devlet modeline nostalji ile bakılıyor.
Avrupa Birliği’ne kabahat yükleyerek ulus-devletleri geri çağıran milliyetçi anlayış her yerde “kabahatli” arıyor. Kabahat her durumda başkalarındadır. Ulusal kültürü kirleten “yabancılar”, özellikle Müslümanlar, ulusun bireylerini işsizliğe mahkûm eden AB vs. üstünden eski ırkçı fikirler cilalanıp kitlelerin önüne sürülüyor. Kitleler de kurtuluşu milliyetçilikte arıyor.
Avrupa’da bu tabloyla ilk defa karşılaşmıyoruz. Almanya’da Hitler iktidara bu türden söylemlerle gelmişti. Ülkenin içine sürüklendiği sefil durumdan başkalarını sorumlu tutarak ve belli kesimleri günah keçisi ilan ederek iktidara tırmanmıştı. Yahudiler, Fransızlar vs. Almanya’ya kıyan “aşağılık yaratıklardı”. Bir kez günah keçileri belirlenince, günahı ortadan kaldırmak için keçilerin kesilmesi mubah oluvermişti. Oysa 1920’li yıllarda Avrupa gibi derin bir ekonomik krizle çalkalanan Amerika’da seçim yarışına giren Franklin Roosevelt Amerikalılara kabahati başkalarına yükleyen konuşmalar yapmak yerine, onlara korkmamayı salık veriyordu. “En büyük düşmanımız korkmaktır” diyordu. Hitler ise Almanları daha fazla korkmaya davet ediyordu ve Almanya’ya “kötülük yapan” “aşağılık Yahudilere” işaret ediyordu.
Korku ile yola çıktığınızda ve başarısızlığınızın ve de korkularınızın nedeni olarak başkalarına işaret ettiğinizde, milliyetçilik virüsüne bulamışsınız demektir. Aynaya hayranlıkla bakan ama boğanın kırmızıdan kaçtığı gibi defolarını görmekten kaçan narsisler gibi, mükemmel olamayışınızı başkalarından bilmeye başlarsınız. “Başkalarının” adını koyan birileri çıkınca da, artık onun arkasından hücuma kalkmaya hazırsınız.
Bizim ülkemizin nergis tarlaları oldukça bereketlidir. Kabahati her zaman başkalarında bulan narsislerle doludur. Aynaya sadece kendi imgesine hayran olmak için bakan, sorumluluk almaktan kaçınan, bütün tersliklerin arkasında birilerini arayan, inanılmaz komplolar üretip en sıradan gerçekleri bile muammaya dönüştüren ve hiçbir şartta özür dilemeyi bilmeyen nergisler ülkesidir burası.
Yarım asırdır anormallikler ülkesi olmayı sürdürüyorsak, bu, biraz da kolektif narsisizmden kaynaklanıyor. Glafkos Kliridis’in sözleriyle söyleyecek olursak, bu ülkede insanlar “kendi haklılıklarında boğuluyorlar”. Oysa dışarıda kabahatli arayacağımıza, kendimize birazcık eleştirel bakıp sorumluluk alabilseydik, başarısızlıklarımızı başkalarına yükleyip korkularımızı haklı çıkarmaya gayret sarf etmeseydik, bu durumda olmazdık herhalde.
Kendi kenidimizi içine sürüklediğimiz bu durumdan çıkmak için zihniyet yapımızı değiştirmeye, kendimizi yeniden düşünmeye, yani Metania’ya ihtiyacımız vardır. Akis halde, “her zaman haklı”, “her zaman akıllı” olduğumuzu düşünerek sefil hayatlar yaşamaktan kurtulamayacağız. Kıbrıs Sorunu mu? Bu sorunun kabahatlilerini dışarıda aradığımız sürece bu sorunla yaşamaya devam edeceğiz. Nergis tarlalarımızdan “bereket” eksilmeyecek ve biz “her zaman haklı” olacağız…