Popülizm Aslında Nedir?
Popülizm Aslında Nedir?
Tuf an ERHURMAN
[email protected]
Bir kavramın çok sık kullanılıyor olması, onun illa ki doğru anlaşıldığı anlamına gelmez. Bir süreden beri siyasilerin ve medyanın diline pelesenk olan “popülizm” de kullanmaya pek meraklı ve hevesli olduğumuz ancak manasını bihakkın bildiğimizi kolaylıkla iddia edemeyeceğimiz kavramlardan biridir.
Kıbrıs’ın kuzeyinde de, başka birçok ülkede olduğu gibi, kavram çoğunlukla “demagoji” veya “oportünizm” anlamında kullanılmaktadır. Buralarda “kahve (veya meyhane) konuşması” diyebileceğimiz tipte, basit, tekil/güncel olaylarla süslenmiş ve akıldan ziyade doğrudan doğruya insanların duygularına hitap eden konuşmalara “demagoji” demek dururken, bu tip konuşmaların öznelerini “popülizm yapmakla” yaftalamayı tercih ediyoruz mesela. Benzer bir biçimde, özellikle seçim kazanmak veya siyasal destek toplamak amacıyla, herhangi bir ilkeye dayanmadan ve sonuçları hesaplamadan bol kepçe vaatte bulunanı, oportünist olmakla değil, “popülist olmakla” eleştiriyoruz (Bu konuda bkz. Cas Mudde, “The Populist Zeitgeist”, Government and Opposition, Vol. 39, No. 4, 2004, s. 542-543).
Liberalizmin hegemonyasını ilan etmesi ve kendi ekonomi kuramını “akıl” olarak kabul ettirmesiyle birlikte yaygınlaşan bir başka kullanım da “ekonomik akıl”a aykırı tezler savunanlarla ilgili. Öyle ki, KKTC Anayasası’nda sosyal adaletin devletin nitelikleri arasında sayılmasına ve eşitlik ilkesinin ekonomik bakımdan güçsüz olanlar lehine yapılacak “pozitif ayrımcılıklar” anayasal güvence altına alınarak tanımlanmasına karşın, bunları savunanlar “ekonomik akıl”a ters düşmekle, dolayısıyla “akılsız popülistler” olmakla suçlanabiliyorlar bugün.
Oysa konuyla ilgili akademik literatüre şöyle bir göz gezdirildiği zaman, “popülizm”in gerçek manasının bunların hiçbiriyle ilgili olmadığı kolaylıkla görülebilir. Bu yazıda bu literatürün tamamını ele almak elbette mümkün değildir. Belki takip edecek yazılarda bunlara değinilebilir. Ancak, bir başlangıç olarak, “popülizm” literatüründe önemli bir yeri olan ve kavramın evrensel manada tanımlayıcı kriterlerini ortaya koymaya çalışan Taggart’ın saptamalarına değinmek, daha sonra anlatılacak olanlar ve popülizmin Kıbrıs’ın kuzeyindeki durumu konusunda aydınlatıcı olabilir.
Taggart’ın Altı Ana Teması
Taggart, konuyla ilgili kitabında, kendi deyişiyle “popülizmi kesen altı ana tema”dan söz eder. Bunlar şöyle sıralanır:
a) Temsili siyaset düşmanı olarak popülistler.
b) Popülistlerin kendilerini, benimsedikleri cemaatin bağrındaki idealleştirilmiş bir anayurt (heartland) ile özdeşleştirmesi.
c) Çekirdek değerleri olmayan bir ideoloji olarak popülizm.
d) Aşırı bir kriz duygusuna verilen güçlü bir tepki olarak popülizm.
e) Popülizmin kendi kendini kısıtlamasına neden olan temel çelişkilere sahip olması.
f) Çevresinin renklerine uyum sağlayan bir bukalemun olarak popülizm (Paul Taggart, Popülizm, çev. Barış Yıldırım, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2004, s. 3).
Yazar, bu altı ana temayı bir araya getirerek popülizmi özetle şöyle anlatır:
Bu temaları özetlersek, popülizmin temsili siyasetin fikir, kurum ve uygulamalarına bir tepki olduğu ve bir kriz hissi karşısında zımnen veya alenen bir anayurdu yücelttiği; ancak evrensel kilit değerleri bulunmadığı için bukalemunsu olduğu, çevresinin vasıflarını yüklendiği ve pratikte dönemsel olduğu söylenebilir. Popülizm, bir kriz karşısında anayurdun siyaset karşıtı, yüreği boş ve bukalemunsu biçimde yüceltilmesidir (Taggart, Popülizm, s. 6).
Taggart’ın Altı Ana Temasının Kıbrıs’ın Kuzeyi Açısından İncelenmesi
Taggart’ın altı ana teması ve bunların tamamına ilişkin özet açıklaması dikkatle incelenirse, buralarda sıklıkla ve yanlış biçimde, “demagoji”, “oportünizm” veya “liberal ekonomik akla karşıtlık” anlamında kullanılan “popülizm” kavramının, akademik manasıyla da sıklıkla ve Kıbrıs’ın kuzeyindeki siyaseti anlamada anahtar kavramlardan biri olarak kullanılmayı hak ettiği görülecektir.
Dördüncü Tema
Ülkede uzunca bir süreden beri ciddi bir kriz algısı vardır. Toplumdaki farklı sınıf, katman ve gruplar, insanın neresi ağrıyorsa canı oradadır misali, bu krizi farklı açılardan hissetmekte ancak herkes ciddi bir kriz algısında ortaklaşmaktadır. Kriz, kimilerine göre Kıbrıs sorununun bir türlü çözülememesinden, kimilerine göre KKTC’nin tanınmamasından, kimilerine göre Kıbrıs’ta “Kıbrıslı”dan fazla yabancı bulunmasından, nüfus yapısının değişmesinden, kimilerine göre ekonominin kötüye gitmesinden, kimilerine göre “işgal” veya “vesayet”in bir türlü kalkmamasından kaynaklanmaktadır. Bunların yanına başka kriz nedenleri de eklenebilir. Ama sonuç değişmez. Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayanların çok büyük çoğunluğunda Taggart’ın deyişiyle “aşırı bir kriz duygusu” vardır ve halk buna güçlü bir tepki vermektedir.
Birinci Tema
Ülkede var olduğu kadarıyla “temsili siyaset” ciddi bir değer ve güven kaybına uğramıştır. Temsili siyaset ve siyasiler şu anda halkın nefretinin birinci nesnesidir. Bakanlar, milletvekilleri ve özellikle Meclis’te temsil edilen siyasal partiler, aralarında çok fazla bir ayrım yapılmaksızın bu nefretten paylarını almaktadırlar. Çünkü Taggart’ın dediği gibi, popülist algıda “siyaset kirli ve yozlaştırıcıdır” (Taggart, Popülizm, s. 4).
Üçüncü Tema
Temsili siyasete duyulan nefret çok yaygındır ancak bu nefret, nefret edenleri birtakım çekirdek değerler etrafından buluşturmamaktadır. Taggart’ın dediği gibi, “diğer ideolojiler eşitlik, özgürlük ve toplumsal adalet gibi bir dizi değere zımnen veya alenen bağlıyken, popülizmin böyle bir çekirdeği bulunmaz” (Taggart, Popülizm, s. 5). Dolayısıyla popülizmin çağrısına olumlu yanıt verenleri (en azından başlangıçta) birleştiren, sahip oldukları ortak değerlerden ve ilkelerden çok, ülkeyi yöneten elite duydukları nefret, en azından tepkidir.
Altıncı Tema
Tepkisel hareketin çekirdek değerleri bulunmadığından ve hareket esas itibarıyla temsili siyasete ve siyasilere duyulan nefret ve kriz algısı üzerinden konumlandığından bukalemunsudur. Başka ülkelerde kriz algısı bir ya da en fazla birkaç konu üzerinden (örneğin göçmen işçiler, yabancı şirketler, vb.) şekillenirken, yukarıda da değinilmiş olduğu gibi bizim ülkemizde farklı sınıf, katman ve grupların her biri farklı bir sebeple krizde olduğumuzu düşünmektedir. Durum böyle olunca, bizdeki bukalemunluk diğer ülkelerdekinden de beterdir. Hareket, içinden geçilen dönemde, yaşanılan mekanda algılanan sorunlardan hangisine dokunursa onun rengini alır. Siyasetin ve siyasetçilerin yaptığı her şey herhangi bir denek taşına vurulması gerekmeksizin kötü olduğuna göre, derhal eleştirilmeli ve reddedilmelidir. Bu nedenle ortaya çıkan bir sorunda insan hakları ve eşitlik savunulurken, bir başka sorunda yabancıların insan muamelesine tabi tutulmaması ve eşitliğin abartılmaması gerektiği savunulabilir. Popülizm başka ülkelerde de bukalemunsudur ama bizde renk değiştirme hızında bukalemuna rahmet okutur.
Beşinci Tema
Temsili siyasete ve dolayısıyla siyasi partilere ve siyasetçilere duydukları nefretle, gazetelerde, televizyonlarda, sosyal medyada, kulüplerde, kahvehanelerde ve meyhanelerde harekete geçenler, Taggart’ın dediği gibi “gönülsüz biçimde siyasaldırlar”. Onları harekete geçiren esas itibarıyla algıladıkları kriz ve temsili siyasetin bu krizin üstesinden gelemeyeceğine yönelik inançlarıdır. Cezbedici yönleri “siyasetin dışında” ve dolayısıyla “temiz” olmalarıdır. Ancak bu noktadaki temel çelişki, bir yandan temsili siyasetten nefret ederken, diğer yandan da Taggart’ın dediği gibi “siyasal bir güç olarak sistematik ifadeyi ve harekete geçme olanağını ancak böyle bir siyaset içinde” bulmalarıdır (Taggart, Popülizm, s. 4). Dahası, bu çelişki onları uzun vadede varoluşsal bir krizle karşı karşıya bırakır çünkü başlangıçtaki cazibenin kaynağı diğerlerinden farklı olmakken, zaman ilerledikçe “normalleşmek” ve (birçok ülkede kendilerine siyasal parti değil “hareket” demeyi tercih etseler de) diğerleri gibi temsili siyasetin içindeki bir partiye dönüşmek, dolayısıyla cazibeyi yitirmek kaçınılmazdır (Taggart, “The Populist Turn in the Politics of the New Europe”, http://aei.pitt.edu/2962/1/165.pdf, erişim tarihi: 20.10.2014, s. 8).
İkinci Tema
Ülkede geçmişe özlem, nostalji çok yaygındır. Tarihin herhangi bir döneminde böyle bir “hal”in hakikaten var olup olmadığı bilinmemektedir ama işte “o dönemde ve o yerde” Kıbrıslı Türkler, çalışkan, zeki, asla cinayet işlemeyen, hırsızlık yapmayan, tecavüz etmeyen, kadınlara ve çocuklara şiddet uygulamayan, komşularıyla iyi geçinen, muhtacın yardımına koşan, hep en doğru, en güzel, en ahlaklı olanlardır. Oysa şimdi işler değişmiş, ortaya tembeller, aptallar, caniler, hırsızlar, arsızlar, tecavüzcüler, karılarını kızlarını dövenler çıkmıştır. Aslında bunlar ya dışarıdan gelenler ya da yozlaşmış siyasetçilerdir. Gerçek Kıbrıs Türk halkı, bugün de, “o tarihte ve o yerde” olduğu gibidir. Popülizm veya Türkçede yaygın olarak kullanılan biçimiyle “halkçılık” işte bu kurgusal “halk”a bağlılık üzerinden şekillenmektedir.
Sonuç
Yukarıda söylediklerimden anlaşılabileceği gibi, bugün Kıbrıs’ın kuzeyinde hem popülizme son derece müsait bir durum hem de popülizme teşne siyasi hareketler, siyasiler ve yeni elitler bulunduğu kanaatindeyim. Dahası halihazırda temsili siyasetin içinde olan siyasal partiler ve siyasetçiler de yaygın biçimde popülistleşme eğilimi göstermektedir. Bu açıdan bakıldığında, Mudde’un konuyla ilgili yazısının başlığının ima ettiği gibi, Kıbrıs’ın kuzeyinde zamanın ruhu (zeitgeist) popülizmden yanadır. Elbette demagoji ve oportünizm Kıbrıs Türk siyasi hayatında dün olduğu gibi bugün de bütün haşmetiyle kol gezmektedir. Ancak bunları popülizm olarak tanımlamak en azından popülizmi bunlardan ibaret sanmak ciddi bir hatadır. Gerçek popülizm, ülkedeki yaygın kriz algısından beslenen, bu krizin sorumluluğunu (sanki uzaydan gelmiş ve bu halkın içinden çıkmamış gibi) tamamen siyasetin ve siyasetçinin omuzlarına yükleyen, temel ilkelerden yoksun olduğu (ve halkın tamamını temsil etmek adına yoksun kalmayı tercih ettiği) için temas ettiği her sorunda farklı bir ideolojik/politik renge bürünmekte bir beis görmeyen ve kendi kurguladığı bütün olumlu değerlerin membaı olan “halk” ile diğerleri arasında kurduğu dikotomiden hareket ederek “halk”ı durmadan ululamakla belki de tüm sorunların çözümünün anahtarı olan toplumsal değişimin önünü tıkayan “yeni” siyasal anlayışta saklıdır.
Bu yazı, yukarıda da belirtildiği gibi Kıbrıs’ın kuzeyinde zamanın popülist ruhunun ve ondan kaynaklanan sorunların anlaşılması çabasında bir ilk adımdır. Bu nedenle kavramların henüz tam olarak yerlerine oturmamış, sorunların henüz tam olarak tanımlanamamış olması kuvvetle muhtemeldir. Dedim ya, bu bir giriştir. Sonucu olur mu bilmem ama “gelişme”si herhalde olacaktır!