Ret Cephesi:Bir İdeolojinin Tarihsel Serüveni
Bütün güçleriyle mücadele ediyor, hayatlarını feda etmeyi bile göze alıyorlardı. Bir rüyaları vardı. Doğu Akdeniz’e “altın bir yaprak” gibi savrulmuş bulunan Kıbrıs adasını Helenlerin anakarasına bağlamak istiyorlardı. Bu oldukça zor bir işti. Coğrafya ile tarihi aynı hizada buluşturmak sadece inanç değil, büyük bir güç de gerektiriyordu. İnançları vardı ama kudretleri inançlarıyla orantılı değildi. Kutsal bir varlık olarak gördükleri Anavatanları muktedir bir merkez olmaktan çok uzaktı. Doğu Akdeniz’deki uzak adayı Yunanistan haritasına katmak okul müsamereleri için hazırlanan haritalarda kolay olsa da, gerçek hayatta hiç de öyle değildi. Sömürgeci efendilerin “son koloniyi” elde tutuma ısrarı, Türkiye’nin güvenlik endişesi ve memlekettaşları Kıbrıslı Türklerin korku ve kaygıları “tarihi misyonu” imkânsız kılıyordu. Paradoks bir biçimde Enosisin imkânsız olduğunu onlara ilk açıklayan Anavatanları oldu. Yunanistan sadece Enosisin imkânsız olduğunu açıklamakla kalmadı, onları ayrı bir devlet çatısı altında Kıbrıslı Türklerle eşit olarak birlikte yaşamaya zorladı. İlk büyük düş kırıklığını o zaman tattılar. Ölüp öldürmelerine rağmen Yunanistan ile vuslat mümkün olmamıştı ve bundan da byük oranda Yunanistan’ı sorumlu tutuyorlardı. Kıbrıs devletine bir an için bile inanmadılar. Yeniden silah kuşandılar ve Anavatan Yunanistan’a doğru yaptıkları büyük yürüyüşü tamamlamaya koyuldular. Fakat bu sefer de başarılı olamadılar. Dünya onların kafalarında olduğundan çok daha farklı bir yerdi. En önemlisi, Anavatanları bu sefer de onları düş kırıklığına uğratacaktı. Kurdukları gizli teşkilatların karargâhlarında kendi aralarında yaptıkları sohbetlerde Anavatanlarına ateş püskürüyor, “Yunanistan bizi bu kadar yalnız ve korumasız bırakıyorsa, biz Helen değiliz” diyorlardı. Daha birkaç yıl önce hayatlarını Helenizm için feda edenler şimdi süratle metamorfoz geçiriyor ve Kıbrıs devletine sarılıyorlardı. Siyaseten eşit saymayı reddettikleri Kıbrıslı Türklerin “devletten düşmesi” işlerini kolaylaştırıyordu. Yunanistan ile birleşememişlerdi ama Kıbrıs’ta daha müreffeh “ikinci bir Yunanistan” kurabileceklerini düşünüyorlardı. Öyle de oldu. 1960’lı yılların sonuna geldiğimizde Yunanistan’dan daha zengin, bir zamanlar kutsadıkları Anavatanları ile dalga geçen bir Kıbrıs Rum toplumu oluşmuştu. Geleneksel, karizmatik ve siyasi iktidarları bünyesinde toplayan ve asası ile toplumu güden Başpiskopos Makarios 1968 yılında Enosisin imkânsız olduğunu açıklayınca, seçimlerde aldığı oy oranı %95’e ulaşmıştı. Artık hiç kimse Yunanistan için ölmeye hazır değildi. Şair Kostas Montis’in dediği gibi, heykeller yüzlerini başka tarafa çevirmişlerdi. O dönemde Yunanistan’ı yöneten ve dar kafalarında milliyetçilik, faşizm ve çılgınlık karışımı rüzgârlar esen Albaylar “Kıbrıs Helenlerinin” “Kıbrıslırumlara” dönüşmelerini ve “Anavatana sırt çevirmelerini” hazmedemiyordu. Bir Temmuz sabahı tankları kamplarından çıkararak Makarios’un sarayına sürdüklerinde, Türk tankları da adanın kuzeyinden yürümeye başladı ve “denize savrulmuş altın yaprağı” ortasından ikiye bölündü. Felaket sözcüklerle anlatılamayacak kadar dehşetengiz, kayıplar yası tutulamayacak kadar büyüktü. Anneleri tarafından üçüncü kez ihanete uğrayan -bu sonuncu ihanet korkunçtu- Kıbrıslı Rumlar melankoliye gömüldüler. Artık Kıbrıs Cumhuriyeti devletinden başka evleri yoktu. Ne de uğruna ölebilecekleri bir rüyaları… Melankoliye gömülen Kıbrıs Rum toplumu zamanla derin bir ideolojik yarılma yaşadı. Bir yanda uzlaşıya açık olan ve Kıbrıslı Türklerle ortak bir devlet çatısı altında kısmen de olsa tarihin yaralarını sarmayı düşünenler, diğer yanda da coğrafyanın yarısını elden çıkarma pahasına Kıbrıs Rum devletine dönüşen Kıbrıs devletini elde tutmak isteyenler… Birinci grupta Federal Kıbrıs Cumhuriyetinin kurulmasını benimseyen DİSİ, AKEL ve diğer bazı küçük gruplar, ikinci grupta da “yarım olsun, bizim olsun” diyen DİKO, EDEK, Avro-Ko ve Çevreciler yer alıyor. Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin bekası adına Federal Kıbrıs Cumhuriyetinin kurulmasına karşı çıkan Ret Cephesinin en karakteristik özelliği mikro milliyetçiliktir. Atina’ya mesafeli, Kıbrıslı Türklere uzak, sadece kendisi için bir dünya talep eden izolasyoncu Kıbrıs Rum milliyetçiliği… Fakat dünya dar milliyetçiliğin boynuzunda dönmüyor. Ne de Kıbrıs denizde dalgaların ritmine göre dans eden altın bir yapraktır. Kıbrıs, globalleşen dünyanın en globalleşmiş bölgesi olan Avrupa Birliği’nden başlayarak, dalgaların değil doğal gazının hareketlendirdiği Doğu Akdeniz’in en doğusuna kadar uzanan bir bölgede yer almaktadır. Böyle bir yerde mikro milliyetçi oyunlar oynamak için Romalılara karşı koyan Asteriks ve Obeliks olmak gerekiyor. Onlar ise gerçekte sadece mitolojide vardırlar… Başka bir hikâyenin ürünü olmakla beraber, bunlardan günümüzün Mesraya Ovasında da yetişmektedir. Ret Cephesinin kuzey küresi ile güney küresinde yer alanların ortak özellikleri, ihtiraslı ve zaman zaman ihtişamlı hayatlar yaşamaları ama öldükleri zaman kimse tarafından hatırlanmamalarıdır. Çünkü gelecek adına geride bırakacakları hiç bir şeyleri yoktur…