1. YAZARLAR

  2. Tümay Tuğyan

  3. Sistemin Hissedarları ve Korku
Tümay Tuğyan

Tümay Tuğyan

Sistemin Hissedarları ve Korku

A+A-

Hangi siyasi ve hukuki koşullarla çevrili olunduğuna ve hangi tehdit ve tehlikelerle karşı karşıya kalınacağına bakılmaksızın, direnişi mümkün ve muktedir görenlerdenim.

Yeter ki, direnme kararlılığında olan bir kitle, örgütlenebilsin.

Mesela Çin Özerk Yönetimi altında yaşayan Hong Kong’da, halk direnişi bu yaz tarihi bir başarıya imza attı.

Yönetimin, ‘suçluların bundan böyle Çin’de yargılanmasının’ önünü açacak olan bir yasa tasarısını gündeme getirmesi üzerine, yüzbinlerce insan sokaklara döküldü.

Çin’in, bu yasa aracılığıyla muhalifleri alıkoyabileceği, siyasi suçluların, adil olmadığı düşünülen Çin mahkemelerinde yargılanıp, işkenceye maruz kalabileceği endişesini taşıyan halk, protestolar kapsamında, 40 kilometrelik bir insan zinciri oluşturdu ve bu direniş, Özerk Yönetim’in birkaç gün önce tasarıyı geri çekmesiyle başarıya ulaştı.

Dünyanın pek çok yerinde, irili ufaklı, kimi sokaklarda, kimi sosyal medyada sayısız direniş örneği görmek mümkün.

Mesela İran gibi baskıcı bir yönetimin altında yaşayanlar bile, şu anda İran’ın kadınlara spor alanında uyguladığı yasaklara dikkat çekmek adına, Twitter ortamında bütün dünyanın konuştuğu bir eylem yapıyorlar.

Yüzbinler, ‘#BanIRSportsFederations’ etiketi ile İran spor federasyonlarının uluslararası müsabakalardan men edilmesini talep ediyorlar.

Peki biz, kendi irademize sahip çıkmak, kendi ülkemizin geleceğiyle ilgili son sözün sahibi olabilmek için ne yapıyoruz?

Ne yazık ki, yukarıda verdiğim örneklerle benzeşebilecek ölçekte, hiçbir eylemlilik halimiz yok ve olabilmesi de çok zor galiba.

Çünkü adanın kuzeyinde kurulan sistem, buna zemin yaratabilecek şekilde örülmüş değil.

Ana mimar, sistemi öyle bir kurgulamış ki, alttan gelebilecek ve üstü boğacak her türlü hareketi önlemek adına, her katmana birçok dalgakıran yerleştirmiş.

Homojen direnç gruplarının oluşumunu önlemek için, her çeşit siyasal ve sınıfsal katmanların içinde, bizzat bu sistemden yararlanabilecekleri mekanizmalar oluşturmuş.

Her kesimden insan, öyle ya da böyle bu ucube yapının bir yerlerinden tutup yürütülmüş.

Kimi, sahip olduğu siyasi makamın tadıyla etkisizleştirilmiş…

Kimine haksız yere mal/mülk tahsis edilmiş, kimi hak etmeden, torpil mekanizmasıyla işe yerleştirilmiş, kimine T izni, kimine imar izni, kimine inşaat izni, kimine tayin, kimine terfi, kimine kredi derken, her kesimden insan, sistemin hissedarı yapılmış.

Türkiye ve buradaki ‘işbirlikçileri’, 1974 sonrasında adanın kuzeyinde yarattıkları ve bizi her geçen gün biraz daha ana(!) vatanın sömürgesi haline getiren bu sistemi, sadece kendi ‘elitlerinin’ faydalanabileceği bir şekilde yapılandırmış olsalardı, bugün geriye kalanlar, tek vücut bu sisteme karşı durabilir, kendi sözünün efendisi olabilmek adına çok daha güçlü bir ses çıkarabilirlerdi.

TC Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu bugün, şirketin patronu misali esip kesebiliyorsa…

Konuk bakan sıfatıyla bulunması gereken bir yerde, ev sahibi gibi davranabiliyorsa…

Kimilerine ayağına çağırıp talimat, kimilerine en yüksek perdeden ‘ayar’ verebiliyorsa…

Gaflet diyorsa, HAİN diyorsa…

Bunun tek sebebi, herkesin ‘korkacağı’ bir nedene SAHİPLENDİRİLMİŞ olmasıdır.

Gün gelir, tüm bunlara rağmen yükselebilir mi sesimiz?

Bakın büyük usta Aziz Nesin, tam da bu noktada ne salık veriyor bize:

“Korku, en beşeri duygudur. Benim iktidarlara başkaldırışımı görenlerden kimi, beni korkusuz insan sandılar. Oysa ben korkarım. Ne var ki bende, başkalarına yararlı olacaksa, doğru bildiğimi, inandığımı söylemek, açıklamak duygusu, korku duygusuna her zaman üstün gelmiştir. Korkarım ama yine de söylerim!”

Bu yazı toplam 3549 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar