1. YAZARLAR

  2. Niyazi Kızılyürek

  3. “Üç Cenaze Bir Düğün”
Niyazi Kızılyürek

Niyazi Kızılyürek

“Üç Cenaze Bir Düğün”

A+A-

 

Türkiye’de AKP’nin zaferle çıktığı son seçimlerden sonra ülkede olduğu gibi dünyanın çeşitli yerlerinde de “Quo Vadis Turkey” (Türkiye Nereye Gidiyor) başlığı altında konferans ve paneller düzenleniyor.

Bir kısmına katıldığım bu toplantılarda konuşmacıların çoğu Türkiye’nin demokratikleşmesinin daha da yavaşlayacağı konusunda görüş birliği içindedirler.

Benzer biçimde, Türkiye’de tehlikeli bir kutuplaşmanın yaşandığı ve iletişimsel kopukluğun doruk noktaya ulaştığı, kimlikler arasında adeta duvarların örüldüğünden endişe ediliyor.

Gerçekten de karşıt görüşte yer alanlar artık birbirleri ile konuşamıyorlar bile.

Bu da ülkenin derin biçimde bölündüğünü gösteriyor. Bir zamanlar Kemalizm ülkeyi ikiye bölerek büyük bir kısmını ötekileştirirken, şimdi iktidarda olan dindar elitler benzer bir şeyi yapıyor ve nüfusun yarısını ötekileştiriyor.

Kuşkusuz bu durum Türkiye’nin geleceği açısında hayra alamet değil. Oysa Türkiye’nin iyi yönetilmeye ihtiyacı var. Dış bağımlılıkları -doğal gaz, petrol, enerji, dış yatırım- fazla olan ülkenin, özellikle yabancı yatırımcılar açısından çekici olabilmesi için istikrar kadar hukuk devletinin işlemesi de gerekiyor.

Ayrıca, Kürt meselesini bir an önce çözüme kavuşturmak şarttır. Bölgedeki devlerin süratle parçalandığı göz önüne alındığında, Kürt sorununa barışçıl yollardan çözüm bulmanın acil bir gereksinim olduğu daha iyi anlaşılır. Fakat işaretler pek umut verici değil. Ne hukuk devletinin doğru dürüş çalıştığını görüyoruz ne de Kürt sorununa çözme yönünde ortaya irade konuyor.

Bir yorumcunun sözleriyle, Türkiye yeni döneme “üç cenaze ve bir düğün” ile başladı. Kürt sorunu, hukukun üstünlüğü ve hesapverirliliğe dayalı şeffaf yönetim “toprağa verildi”. Peki, düğün ne? Düğün, Türk-AB ilişkileri sahnesinde gerçekleşiyor. Özellikle Suriyeli mülteciler karşısında ne yapacağını şaşıran AB, Türkiye’ye yaklaşıyor ve “çare” üretmeye çalışıyor. Bu da Türk-AB ilişkilerinde sıcak gelişmelerin yaşanması beklentisini arttırıyor. Buna bir temenni de diyebiliriz.

İlginçtir, 2000’li yılların başında Kemalist vesayet rejiminden kurtulmak için dindar elitler ve AKP dikkatlerini AB’ye çevirmişti ve AB üyeliğini değilse bile, üyelik sürecini “stratejik hedef” olarak belirlemişlerdi. Şimdilerde ise Kemalistlerin büyük bir kısmı yüzünü AB’ye çevirmiş bulunuyor. İyice kökleşen AKP iktidarının demokratik gelişimin önünün hepten tıkamasından endişe duyan Kemalist cenah, bir zamanlar dindar elitlerin yaptığı gibi, AB’ye sarılmayı umuyor.

Türk-AB ilişkilerinde ilerleme sağlanması elbette çok önemlidir. Kapatılan başlıkların açılmasının ve üyelik müzakerelerinin hızlanmasının Türkiye’nin demokratikleşmesine ivme kazandıracağına kuşku yok. Fakat bu “düğün” Kıbrıssız zor olur. Bu yüzden, Kıbrıs Sorununa çözüm bulmak veya 2004 referandumlarında olduğu gibi net biçimde çözüm iradesi sergilemek elzemdir.

Benim  kanaatime göre, Kıbrıs Sorununu çözmek ille de AB perspektifi temelinde gerçekleşmek zorunda değildir. Çünkü çözüm yan sonuçları bakımından zaten Türk-AB ilişkilerinin ileriye gitmesini sağlar. Ayrıca, Türkiye’ye dış politikada tam bir “başarı öyküsü” sunar ki, ülkenin buna gerçekten ihtiyacı var. Sorunun çözümü sadece AB’de avantaj sağlamaz. Türkiye aynı zamanda Doğu Akdeniz havzasında, başta enerji politikası olmak üzere, farklı alanlarda çeşitli imkanlar ve fırsatlar yakalar. Dünya devletlerinde yaşanan iç savaşlarla parçalanmalara bakılırsa, Kıbrıs’ta dünyanın gidişatını tersine çevirerek federal bir birliktelik kurmak dünya medeniyetine katkı koymak demektir. Bunun normatif değeri ile pratik kıymeti Türkiye’ye bir anda sınıf atlattır.

Evet,  Kıbrıs Sorununu çözmek “düğünlerin en iyisidir.”

Bu yazı toplam 2986 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar