Ulus-devletler Topluluğu veya Savaşmayan Uluslar Birliği
Geçtiğimiz günlerde Avrupa Parlamentosu’nun Eğitim ve Kültür Komitesinde, AB’nin ortak Avrupa kültürünün ve kimliğinin güçlenmesi için neler yapabileceğini konuşuyorduk. Milliyetçi milletvekilleri derhal söz alarak, Avrupa kültürüne ve Avrupa kimliğine gerek olmadığını, her ülkenin kendi milli kültürü ve milli kimliği olduğunu ifade ettiler.
Gündeme ne zaman ortak Avrupalı kimliği ve bilinci gibi konular gelse, ilk karşı çıkanlar milliyetçiler oluyor. Eğitim zaten ulus-devletlerin uhdesindedir. Bu konuda Brüksel’in söz söyleme hakkı pek yoktur. Ne de olmasa, Avrupa Birliği, bir ulus-devletler topluluğudur. Yani bir tür konfederasyon...
Özellikle Konsey ve Komisyon, ulus-devletlerin kendi çıkarları doğrultusunda yaptıkları pazarlıklar ve uzlaşmalar yoluyla çalışan kurumlardır. Bu kurumlarda her devletin bir temsilcisi ve haliyle de bir oyu vardır. Dolayısıyla, sorun sadece milliyetçiler değildir. Avrupa Birliği’nin ulus-devletlerden oluşan yapısı, Avrupalılığın gelişmesi önünde bir engeldir. Örneğin, okullarında milliyetçilik ve ırkçılık üreten bir üye devlete Komisyon bir şey diyemiyor, çünkü eğitim üye devletlerin yetki paylaşımı kapsamının dışında tutuluyor.
Kıbrıs’tan bir örnek verelim: Geçtiğimiz günlerde bir Kıbrıs Rum Lisesinde müdür, başı bağlı olduğu için Suriyeli bir kız öğrenciyi okuldan kovmaya kalkıştı. Neyse ki, gelen tepkiler üzerine geri adım atmak zorunda kaldı. Bu ırkçı müdüre Konsey ve Komisyon gibi AB’nin yetkili kurumları bir şey diyemiyor. Ancak Avrupa Parlamentosu bu tür konuları tartışmaya açıyor ki, onun da kararlarının yaptırım gücü yok. Benzer olaylar ve daha fazlası Orban’ın Macaristan’ında da oluyor.
Avrupa Birliği, milliyetçilerin itirazlarına rağmen bir takım programlarla -bunların başında Erasmus gelir- ulus-ötesi bir Avrupalılık anlayışı ve duyarlılığı geliştirmeye çalışıyor ama bizzat kendi konfederal yapısı buna caiz vermiyor.
Açıkçası, Avrupa Birliği kendi iç çelişkileriyle yaşıyor. Bir yandan kuruluşundan beri ulus-devletlere dayanan yapısını sık sıkıya koruyor, öte yandan da ortak bir “Avrupalılık bilinci” geliştirmeye çalışıyor. Başka türlü söylersek, AB’nin sorunu sadece yüksek perdeden milliyetçilik yapanlar değildir. Ulus-ötesi bir yapıya kavuşturulmasını engelleyen ulus-devlet elitleri de bunda pay sahibidir. Örneğin Fransa ta başından beri Avrupa’nın ulus-devletleri aşan bir yapıya ulaşmasına karşı çıkmıştır. 1954 yılında ortak savunma mekanizmalarının oluşturulmasını engellemiştir. 1967 yılında birliğin federalleşmesi tartışılmalarında De Gaulle açıkça Federal Avrupa’ya karşı olduğunu ve “Ulus-Devletler Avrupası” istediğini söylemiştir. 2005 yılında ise Fransa halkı referandumda Avrupa Anayasasını reddederek federalleşmenin önünü kesmiştir.
İşin tuhaf tarafı şudur ki, sadece milliyetçiler veya ulus-devletlerini korumak isteyen elitler değil, solun büyük bir kısmı da federal Avrupa fikrine karşı çıkıyor ve milli egemenliğin korunmasında ısrar ediyor.
Kısacası, Avrupa Birliği, 1950’li yıllarda oluşan ve ulus-devletlere dayanan yapısını günümüze kadar sürdürüyor. Kuşkusuz, bu konfederal birlikteliği düne kadar savaşan ulusların oluşturduğunu düşünürsek, bunun tarihi bir başarı olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bunca yıldan sonra Avrupa Birliği “savaşmayan ulusların birliği” olmakla yetinmemelidir. Federalleşmeye dönük adımları sıklaştırmalı, bunun için de özellikle eğitim ve kültür alanında “daha Avrupalı” projeler üretmeli. Milliyetçilerin “milli kültür” diyerek çıkardıkları gürültüye pabuç bırakılmamalı.
Biz bu türden söylemlerin ne anlama geldiğini her gün yaşayarak görüyoruz. Milliyetçilikler diyarı ülkemizde ortak okullar, ortak kültür, ortak kamusal alan veya ortak duyarlılıklar geliştirme yönünde pek bir talep yoktur ya, olsa da hemen hemen herkes ayağa kalkar ve “milli kültürümüz elden gidiyor” diye bağırmaya başlar. Bu ülkenin bu hale gelmesi bundandır. Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduğunda eğitimin cemaatlerin uhdesinde bırakılmasındandır... O kadar gerici bir yerdeyiz ki, cumhuriyetin kurulmasına karşın sadece sağırlar ve körlerin ortak okullarda bir araya gelmesine göz yumulmuştu. Çünkü onların birlikteliğinin “milli kültüre” zarar vermeyeceği düşünülüyordu...
Evet, Avrupa Birliği ve Avrupalı yurttaşların evi olacaksa, ulus-devlet egoizmi ve modern bir din olan “milli kültür” saplantısından arınmanın yollarını aramalıdır...