1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. YAŞAYAN EN YETKİLİ AĞIZDAN TMT
YAŞAYAN EN YETKİLİ AĞIZDAN TMT

YAŞAYAN EN YETKİLİ AĞIZDAN TMT

TMT’nin Son Serdarı Aydın Samioğlu Kıbrıs Türk Direnişini Anlatıyor · "Kıbrıslı Türkler’de direniş örgütü kurma faaliyeti Dr. Fazıl Küçük’le başladı. Dr. Küçük Halkın Sesi’ne yazı yazdığım için beni tanıyordu. Yavuz’

A+A-


 

 

 

TMT’nin Son Serdarı Aydın Samioğlu Kıbrıs Türk Direnişini Anlatıyor

·        "Kıbrıslı Türkler’de direniş örgütü kurma faaliyeti Dr. Fazıl Küçük’le başladı. Dr. Küçük Halkın Sesi’ne yazı yazdığım için beni tanıyordu. Yavuz’la bana haber gönderip beni bürosuna çağırttı. Memurların, Dr. Küçük’le teması dolaylı oluyordu. Dr. Küçük Cuma günleri muayenehanesinde hastalarına parasız bakardı. Yavuz, bana ‘Cuma gün halkın arasına karışarak git ve Doktor’u gör’ dedi."

·        "KİTEM, bütün yetkilerini Volkan’a devretti. KİTEM, o günün aydınlarının kurduğu küçük bir zümreyi teşkil ederken Volkan daha geniş çapta  örgütlenmeye başlamıştı. Yine, Kara Çete de o günlerin bir başka direniş örgütüydü. Kontrol altına alınamayan gençlerin kurduğu bir direniş örgütüydü bu."



Yine yakın tarihin karanlık sokaklarında yolculuktayız. Bu kez randevumuz Türk Mukavemet Teşkilatı ile. Belki de en çok merak edilen, en çok konuşulan ama bir o kadar da hakkında az bilinen bir konunun derinliklerinde, gizemli mi gizemli bir yolculuk. Çıkmaz sokaklarla dolu, sır perdeleriyle örtülü bir geçmiş…

Ucundan da olsa Kıbrıslı Türklerin yakın geçmişinde çok önemli bir yer tutan bu geçmişi aydınlatmaya çalışacağız. Bu örgütün başından sonuna dek hep var olmuş olan çok değerli bir komutanla birlikte yapacağız yolculuğumuzu. Politikaya hiç bulaşmamış, en kıdemli TMT’ci, Lefk oşa Serdarı Aydın Samioğlu ile. Kardeş Ocağı’nın nostaljik bir odasında yaptığımız, sıcak mı sıcak ve bir o kadar da dobra bir söyleşiyi sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Sevapları ve hatalarıyla has be has Kıbrıslı Türk bir tarihin labirentlerinde hep birlikte yolumuzu bulmaya çalışacağız. Satır aralarında aydınlanacağız. Belki her şeyi henüz yazamayacağız ama, eminim sizler de benim gibi, soluk soluğa heyecanla okuyacağınız bu röportajda çok ama çok şey öğrenecek; bir o kadar çok anıyı da yeniden yaşayacaksınız. Simalar ve olaylar hep tanıdık olacak. Yılların komutanı Aydın Samioğlu, sanki hep bu anı beklermiş gibi başladı anlatmaya. Samimi sohbet, Kardeş Ocağı Başkanı Fevzi Beyar’ın odamıza koyduğu mis kokulu nergislerin yaydığı Kıbrıslı havada başladı...

 



AYDIN SAMİOĞLU KİMDİR?


Aydın Samioğlu, 1928’de Baf ’ın meşhur Poli kasabasında doğdu. Babası memur olduğu için sürekli değişik yerlere tayin alıyordu. İlkokolu Leymosun’da bitirdi. O günlerde Kıbrıs’ta tek ortaokul ve lise vardı: Lefkoşa İslam Lisesi… Aydın Samioğlu da “duhul imtihanları”nı geçerek İslam Lisesi’ne girdi. 1946’da liseyi bitiren Aydın Samioğlu, “biz savaşın çocuklarıyız” diye tanımlıyor kendi neslini. 2’nci Dünya Savaşı sırasında büyümüş bir nesil. Savaş günlerinde Lise’yi bitirenler hemen pasaport alamıyordu. İngiliz hükümeti bunu biraz da “işsizlik krizi” yaratıp gençleri Kıbrıs ordusuna almak için yapıyordu. Gençler pasaport alamadıkları için yüksek tahsile gidemiyorlardı. Memuriyete

girebilmek için de mutlaka İngiliz Ordusu safl arında askerlik yapmak gerekiyordu. Kıbrıs Ordusu iki gruptan oluşuyordu. Lojistik ikmaller yapan “Katırcılar Grubu” ve savaşan “Muharip Grup”. Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlarından Glafkos Klerides de Kıbrıs

ordusunda 2’nci dünya savaşında İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetlerinde pilot olarak hizmet verdi ve savaşa havada katıldı. İşte öyle bir dönemde, savaşın hemen sonrasında Liseyi bitiren Aydın Samioğlu da pasaport alamadığı için yüksek tahsile gidemez. Devlet Hastanesi’nde eczacılık kurslarına devam eder. Parasız ve gönüllü yaptığı bu hizmetin sonucunda, iki yıl sonra pasaport alabilir ve İstanbul Hukuk Fakültesi’ne eğitime gider.

Gider gitmesine de, maddi imkânsızlıklar nedeniyle bir yıl sonra geri dönmek zorunda kalır. İşte o günlerde, Posta Dairesi’nde Şube memuru olan babası da emekliliği yaklaştığı için Poli’ye tayin alır. İngiliz Sömürge Yönetimi’nin, emekliliği yaklaşanları kendi bölgesine tayin etme gibi bir kuralı vardı. Poli’ye ailesinin yanına dönen Aydın Samioğlu da o günlerde “Söz” ve “Halkın Sesi” gazetelerine imzasız yazılar yazmakta. Konuları genellikle Vakıflar, Eğitim ve Rumların Enosis kampanyasıdır.

 

RUMLARIN ENOSİS KAMPANYASI


Kıbrıs’ta Enosis sinyalleri ilk kez 1915’de ortaya çıkmaya başladı. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu Almanya’nın yanında, Yunanistan da İngiltere’nin yanında yer alınca Rumlar savaştan sonra İngiltere’nin adayı Yunanistan’a bırakacağını umut etmeye başlarlar. İkinci Dünya Savaşından hemen sonra da bir grup Rum Yunanistan kanalı ile İngiltere’ye gider ve bu taleplerini İngiliz Hükümeti’ne iletir. Dönüşte Limasol Limanına çıkan bu Rum ekip, adadaki Rum halkı tarafından büyük bir heyecanla karşılanırlar. O günlerde Kıbrıslı Türk gazetelerinin manşeti şöyle olmuştu: “Enosis gümrükte kaldı.” İşte böyle bir vesile ile Aydın Samioğlu gazetede yazı yazmaya başlar. Yazılarını, o günlerin ilk profesyonel köşe yazarı “Yavuz” kod adlı yazar aracılığıyla gazeteye gönderiyordu. Aydın Samioğlu’nun Poli’de olduğu dönemde Rumlar orada bir Cimnas (Lise düzeyinde okul) açarlar. Poli o dönemde bölgesinde en çok Türk köyünü barındıran nahiye idi. Açılan bu Cimnas ile Poli’de Rum camiasında bir canlılık olur. Bunu gören Türkler de Poli’de bir ortaokul açılması için kampanya başlatırlar. Köşe yazarı Yavuz kanalı ve Muhtar Faiz Bey desteği ile yürütülen bu kampanya sonuç verir ve Poli’de ortaokul açılması kararı alınır. O dönemin Evkaf Murahhas’ı Kemal Bey, Aydın Samioğlu’nu çağırır ve öğretmen olmadığı halde, sırf bir yıl hukuk okuduğu için ona bu okulu kurma görevini verir. Okulun açılması için bazı şartlar öne sürülmektedir. Örneğin okul için 30 öğrenci bulunacak ve okulda tek öğretmen görevlendirilecekti. Bu öğretmen de Aydın Samioğlu olacaktı. İşte yıllar sürecek eğitim hayatı böyle başlar Aydın Samioğlu’nun... Köy, köy dolaşılır ve açılacak okul için 32 öğrenci bulunur. Maalesef o günlerin maddi olanaksızlıkları ve anlayışı içinde okula tek bir kız öğrenci müracaat eder: Çolpan Veli…

Bir sene Polis Ortaokulu’nda öğretmenlik yapan Aydın Samioğlu’na Ankara’daki Gazi Eğitim Enstitüsü’nde burs verilir. Yıl 1950. Hızlandırılmış eğitim veren bu okuldan Aydın Samioğlu 2 yıl sonra öğretmen olarak mezun olur. Adaya dönüşünde, 1953’te Lefkoşa Türk Lisesine atanır. O dönemde bir öğretmen en az 25, en çok da 30 saat ders verebiliyordu. Aydın Samioğlu Türk Lisesi’nde Türkçe ve Edebiyat derslerine giriyordu. Türkiye’den öğretmenlerin gelmesi geciktiği zamanlarda Victoria Kız Lise’sine de derslere giderdi. O günlerde Kız Lisesi birinci sınıfında altı kız öğrencimiz vardı. Bunlardan bir tanesi de Ayşe (Naimoğlu) Çoşar’dı.

 

TMT’YE GİRİŞ


Aydın Samioğlu’na soruyorum: "Bir eğitimci iken nasıl oldu da Türk Mukavemet Teşkilatı’na girdiniz?"

“Bir kuruluşa ‘Direniş örgütü’ diyebilmek için, o örgütün savaş gücü olması gerekmektedir. EOKA eylemlerine başladığı zaman, ki biz EOKA’nın başlangıç gününü ilk eylem yaptıkları ve bombaları patlattıkları gün olan 1 Nisan 1955 olarak kabul ederiz, bizde de birtakım kurum ve kişiler direniş örgütleri kurdular. Kıbrıslı Türkler’de direniş örgütü kurma faaliyeti Dr. Fazıl Küçük’le başladı. Dr. Küçük Halkın Sesi’ne yazı yazdığım için beni tanıyordu. Yavuz’la bana haber gönderip beni bürosuna çağırttı. Memurların, Dr. Küçük’le teması dolaylı oluyordu. Dr. Küçük Cuma günleri muayenehanesinde hastalarına parasız bakardı. Yavuz, bana ‘Cuma gün halkın arasına karışarak git ve Doktor’u gör’ dedi. Gittim. Girne Caddesi’ndeki, şimdi ‘Dr. Fazıl Küçük Müzesi’ olarak bilinen binanın zemin katında, karşılıklı iki odası vardı. Biri muayenehanesi, diğeri ise bürosu idi. Beni Bürosunda kabul etti ve bana ‘Aydın, seni kurduğum teşkilata alıyorum’ dedi. Teşkilatın adı ‘KİTEM’ idi. Yani bunun açılımı, ‘Kıbrıs’ın İstiklali İçin Türk Mukavemet Birliği’. Ben o günlerde yurtlardan sorumlu bir öğretmendim. Doktor bana teşkilattaki vazifemi şöyle açıkladı: ‘Hazırlanan yazıları teksir edip bana göndereceksin.’ Çocuklar yurtta uyuduktan sonra ben okulun teksir makinesinde okulun kâğıtlarını ve zarfl arını kullanarak, yazıları teksir eder ve odacı Ali Rıza Bey ile Bozkurt gazetesindeki Mehmet Sungur Bey’e gönderirdim. Doktor ‘Yanında hiç teksir kalmayacak’ derdi. O günlerde çok az yerde teksir makinesi vardı. Bir tanesi de bizim okulda idi. Böylelikle Direniş Örgütü’ne Dr. Küçük kanalı ile girdim. KİTEM’in kuruluşu EOKA’nın kuruluşundan birkaç ay sonra gerçekleşmişti.

 

“VOLKAN” KURULUYOR


“Arkasından, benim ilkokul ve ortaokulda öğretmenim olan Selçuk Osman, dülger Şakir Özel ile birlikte ‘Volkan’ı kurdular. Bir gün Doktor bana, ‘Selçuk Bey sana bir şey söylerse dikkate al ve gereğini yap’ dedi. Selçuk Bey bir öğretmen olmasına rağmen bir süre İngiliz Ordu’sunda da görev yaptığı için askeri tecrübe sahibiydi. Selçuk Bey’in de benden istedikleri tıpkı Doktor’un istedikleri gibiydi. Bir olay olduğu zaman öğrencileri örgütlemek ve miting, gösteri yapmak. KİTEM, bütün yetkilerini Volkan’a devretti. KİTEM, o günün aydınlarının kurduğu küçük bir zümreyi teşkil ederken Volkan daha geniş çapta  örgütlenmeye başlamıştı. Yine, Kara Çete de o günlerin bir başka direniş örgütüydü. Kontrol altına alınamayan gençlerin kurduğu bir direniş örgütüydü bu. Ben Gazi Eğitim Enstitüsü’nün Beden Eğitimi bölümünden de mezun olduğum için Lise’de futbol, basketbol ve badminton takımlarının hepsinde oynardım. Sporcu yanım da vardı yani. Ve iyi bir sporcuydum. Milli günlerin programlanacağı zaman Kız Lisesi Müdürü Leman Feridun Hanım beni çağırır ve ‘Gel Beden Eğitimi öğretmeni Perihan Hanım’a yardım et’ derdi. Bir gün yine telefon açtılar. 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı hazırlıkları vardı. Okulun sekreteri beni görünce bana odasında bir kağıt gösterdi. İngiliz Sömürge Yönetimi’nin resmi bir duyurusunu içeren kağıtta, 19 Mayıs’ta kesinlikle bayrak kullanılmayacağı yazılıydı. Aslında Bayrak asmak o günlerde yasaktı ama milli günlerde iki toplum da özel izin alarak bayraklarını kullanabiliyorlardı. İşte o 19 Mayıs’ta, İngiliz Sömürge Yönetimi, özel bir güne de bayrak yasağı getiriyordu. Ben hemen Dr. Fazıl Küçük’e gittim ve olayı bildirdim. Gazetenin ön sayfasında siyah çerçeve içinde bu konu yazıldı. Bu yayın üzerine bütün öğrenciler sokağa döküldü ve gösteri yaptılar. Aslında o günlerde verdiğimiz bu mücadelenin öncüleri, Lefkoşa Türk Lise’si öğrencileri idi.  Direnişteki öğrenci rolünü vurgulayan bir öğrenci anıtının hâlâ dikilmemiş olması büyük eksikliktir. Özetle o günlerdeki bu direniş örgütlerinin görevleri halkın moralini yüksek tutmak, mitingler düzenlemek ve ENOSİS’e karşı olduğumuzu göstermekti. Silahsız bir direnişti bu. Silah yoktu. O günlerde bir parolamız vardı: ‘Her eve bir av tüfeği alınsın!..’”


RIZA VURUŞKAN KIBRIS'TA


Türkiye Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu karar üreterek Kore’nin gazi subaylarından Rıza Vuruşkan’ı Kıbrıs’a Türkiye İş Bankası Müfettişi olarak atar. Aslında müfettişlik kamuflajdır. Rıza Vuruşkan kurulan Direniş Örgütü’nün ilk Bayraktar’ı olarak Kıbrıs’a atanmıştır. Rıza Vuruşkan’ın bu göreve seçilmesi de elbette ki tesadüf değildi. Rıza Vuruşkan, Kore savaşında kahramanlık gösteren isimlerin başında geliyordu.

Tecrübelerinden yararlanılmak istendi. Vuruşkan, İş Bankası Müfettişi kimliğiyle ve maiyetinde başka subaylar olduğu halde adaya gelir. Rıza Vuruşkan, Banka’da önce kendi çekirdek kadrosunu kurar. İş Bankası’nda çalışan memurlarla bir ekip oluşturarak etrafa yayılmaya başlar. Bu memurlar Erol Kazım, Derviş Türker, İlter Osman Kırmızı, Hasan Çıngı ve diğerleridir. TMT kısa sürede spor Kulüplerinde ve köylerde örgütlenmeye başlar. Spor kulüplerinde gençlerin varlığı örgütlenmenin temelini oluşturur. Köylerde ise örgütlenmenin başını öğretmenler çekmektedir. Bu şekilde bir yıl içinde çekirdek kadro oluşmuş, nüveler kurulmuştu. Buna göre her kazada Sancaktarlık ve Sancaktarlık’a bağlı Dallar vardı. Dalların örgütteki sorumluluk alanları şöyle belirlenmişti:

Dal 1: Personel İşleri, Dal 2: İstihbarat ve basın, Dal 3: Harekat, Dal 4: İkmal İşleri (Lojistik)

Dal 5: Muhabere, Dal 6: Sağlık Hizmetleri, Dal 7: Maliye, Dal 8: Sosyal İşler

Sancaktarlar merkezdeki Bayraktar’a bağlıydı. Rıza Vuruşkan döneminde TMT’nin örgütlenme temelleri atılır ve tamamlanır. Herkesin kod adları vardı. Örneğin Dr. Fazıl Küçük’ün kod adı Ağrı, Rauf Raif Denktaş’ın ise Toros’tu. TMT’nin örgütlenmesi tamamlanır tamamlanmasına da, Türkiye Cumhuriyeti’ndeki 27 Mayıs 1960 ihtilali ile TMT Kıbrıs’ta bunalımlı bir döneme girer. Türkiye’de her seviyeden 1500 kadar subay emekli edilir. TMT’nin bağlı olduğu Tetkik ve Seferberlik Dairesi Başkanı Daniş Karabela Paşa da emekliye sevk edilen paşalar arasındaydı. İsmail Tansu da 1 Ağustos 1960’da İsmail Tansu da emekli olmuştu. Böylelikle TMT için kilit olan personeller görevlerinden ayrılmış ve yeni personeller göreve atanmıştı. Aydın Samioğlu anlatmaya devam eder “İhtilaldan hemen sonra ilk iş olarak Rıza Vuruşkan geri çekilir. Mağusa Sancaktar’ı Kaya Bey, Rıza Vuruşkan’ın yerine Bayraktar’a vekil atanır. Yeni Bayraktarın gelmesinin gecikmesiyle de TMT’de bunalımlı günler başlar. 27 Mayıs İhtilali’nden sonra Milli Birlik Komitesinde iki görüş hâkimdir. Birinci görüş: Madem ki buraya Türkiye’den alay geliyor TMT’ye ihtiyaç yoktur. İkinci görüş ise TMT’ye ihriyaç vardır. Bu iki görüş arasında sıkı tartışmalar yaşanıyordu. süre içinde TMT’cilere verilen TMT eğitimi durduruldu. TMT eğitimi almayanlar TMT’ci sayılmazdı. İkmal işleri durduruldu ve TMT liderleri arasında tartışmalar yaşandı. Bayraktar vekilleri soğutma işlerine başladılar. İşte TMT’nin yaşadığı

bu bunalım döneminde örgüt içinde keyfi birtakım hareketler olur. Tarihimizde karanlık sayfalar arasında yer alan avukatların (Ahmet Muzaff er Gürkan ve Ayhan Hikmet) öldürülmesi de bu bunalım döneminde oldu. Öldürme emrini TMT lideri vermedi. Olayın keyfi mi? Kişisel bir intikam sonucu mu olduğu kesinleşmedi. Olaydan sonra ortaya çok varsayımlar atılmış olsa da bu olay karanlık bir konudur. Milli mücadele devrinde maalesef bu tür karanlıkta kalan öldürme olayları oldu.” O günlerde TMT’nin varlığının şart olduğunu savunan Rauf Denktaş, Türkiye Cumhuriyeti Genel Kurmay Başkanın Cevdet Sunay’a biri Mehmet Ertuğruloğlu, diğeri ise Aydın Samioğlu kanalı ile iletilmek üzere iki mektup gönderir.


KENAN COYGUN DÖNEMİ


Uzun bir mücadeleden sonra TMT’nin devam etmesi gerektiğine karar verilir ve 1962’de Bayraktar olarak adaya Albay Kenan Coygun gönderilir. Kenan Coygun’un gelmesiyle ikmal ve eğitim İşleri eskisi gibi canlanmaya başlar. Kıbrıs Cumhuriyeti döneminde sistem şöyle çalışmaktaydı: Buraya gelen subayların en kıdemlisi Alay Komutanı idi. TMT’nin ana hedefini ilgilendiren bütün gizli evraklar alaydaydı. Alayla Kenan Coygun arasında çok yakın bir ilişki vardı. Ancak TMT ayrı bir kurumdu. 21 Aralık 1963 olaylarında Kenan Coygun TMT’cilerin başkanı olarak Rum makamları tarafından aranıyordu. 21 Aralık 1963 olaylarıyla başlayan ve Kıbrıs Ordusu’nun ikiye ayrılmasıyla sonuçlanan olaylar sırasında ordu komutanı Türk General Hüsamettin Tanyar’dı. Hüsamettin Tanyar Paşa ile Bayraktarlık arasında bir anlaşmazlık yaşanır. Hüsamettin Tanyar Paşa “ben generalim TMT liderliğini benim almam gerekir” iddiasındadır. Bu görüş ayrılığı kısa sürede giderilerek Hüsamettin Tanyar Paşa pasifize edilir. 1963 olaylarına kadar adaya öğretmen, din görevlisi ya da farklı statülerle gelen Sancaktarlar 1963 olaylarından sonra Türk Alay’ının değiştirme birliklerinin ferdi olarak adaya ayak basmaya başlarlar. Diğer TMT fertleri de Türk alayı mensubu olarak adaya gelmeye başladılar. Aynı yöntemle de adadan ayrılmaktadırlar. Bayraktarlar adaya elçilik personeli olarak geliyorlardı. TMT’yi tarihi süreç anlamında dört bölüme ayırabiliriz:

 

1. 1 Ağustos 1958-21 Aralık 1960 dönemi-Gizlilik Dönemi

2. 21 Aralık 1963-Ekim 1970-Yer üstünde mücadele dönemi.

3. Ekim 1970-Ağustos 1976-Mücahit Teşkilatının oluşması.

4. Ağustos 1976 - Güvenlik Kuvvetlerine dönüşüm.

 

Ve dönüyoruz Aydın Samioğlu’nun Ankara’daki öğrencilik yıllarına (1956-1960)… Bu yıllar TMT’nin Türkiye Cumhuriyeti’nde organize olduğu yıllardır. Türkiye Cumhuriyeti’nin Kıbrıs’ta bir direniş örgütü organize ettiği yıllar. Aydın Samioğlu, eğitim için Türkiye’ye gitmekte kararlıydı. İstanbul Edebiyat Fakültesi’ne gitmeye karar verdi. Ancak o Kıbrıslı Türklerin direniş örgütünün de önemli bir parçasıydı. Lider Dr. Fazıl Küçük ona “Ankara’ya git, senin kanalınla oradaki siyasi işlerimizi sürdürebiliriz” dedi. Öyle de oldu. Aydın Samioğlu kendi gibi öğretmen adayları olan ve Ankara’ya gelen Kubilay Çaydamlı ve Ali Süha ile birlikte Ankara’da Kavaklıdere’de bir ev tutup eğitimlerine başladılar. Aydın Samioğlu Dr. Fazıl Küçük sayesinde Ankara’da bulunduğu 1956 -1960 yılları arasında özellikle Türk Dış İşleri Bakanlığından çok sayıda üst düzey görevli ile yakın ilişki içindeydi. Türk Dışişleri Bakanlığından İsmail Sosyal ve Eğitim Bakanlığı’ndan Talim Terbiye Başkanı Hikmet İlayda ile yakın dostlukları vardı. Aydın Samioğlu’nun Ankara’da basınla da ilişkileri çok iyiydi. O günlerde Kıbrıslı Türklerin basındaki sesi oluyordu. Hürriyet gazetesi Ankara muhabiri Necati Zincirkıran, gazetelerin Ankara temsilcileri ve yerel basın yetkilileri ile hep çok yakın dostlukları vardı. Özellikle Hürriyet Gazetesi sahibi Erol Simavi ve Haldun Simavi Aydın Samioğlu’na çok yakın ilgi gösteriyordu. Cumhuriyet Gazetesi’nden Ömer Sami Coşar da Aydın Samioğlu’nun o günlerde yakın olduğu gazetecilerin başında geliyordu.

 

HÜRRİYET GAZETESİ’NİN TARİHİ ROLÜ

Dr. Fazıl Küçük, günlük Halkın Sesi Gazetesi’ni Aydın Samioğlu’na gönderirdi. Aydın Samioğlu da gazetede çıkan önemli yazıları özetler, Hürriyet Gazetesi yazarlarına daktilo

ettirir ve bütün gazetelere tek tek dağıtırdı. Bunları sadece büyük gazetelere değil, yerel gazete ve parti gazetelerine de dağıtıyordu. Böylece Kıbrıslı Türklerin çektiği sıkıntılar ve yaşadığı sorunlar günü gününe Türkiye kamuoyuna geniş bir basın ağıyla duyurulmuş oluyordu. Bir gün Aydın Samioğlu, evde otururken Necati Zincirkıran bir arkadaşıyla onu ziyarete gelir. Arkadaşını İstanbul’dan gelen bir gazeteci olarak tanıtır. Zincirkıran’ın arkadaşı Aydın Bey’le tanışıp bilgi almak istemektedir. Hürriyet’in bürosuna gitmeye karar verirler. Büroya gelince Zincirkıran “Sizi yalnız bırakıyorum” der ve ayrılır. Yalnız kalınca Aydın Bey’in şaşkınlığına aldırmadan “gazeteci arkadaş” kendini şöyle tanıtır: “Ben Binbaşı İsmail Tansu, seni TMT’ye almak için görevlendirildim. TMT’ye girmeni İsmail Sosyal tavsiye etti.” Aydın Bey’in yanıtı şöyle olur: “Benim burada Dışişleri ve Eğitim Bakanlığı ile yakın ilişkilerim var. Aynı zamanda basınla da yakın ilişkideyim ve Kıbrıs’tan Dr. Fazıl Küçük’ün gazete haberlerini Türkiye basınına ulaştırıyorum. Bu görevlerime devam etmek şartı ile TMT’ye girerim.” İsmail Tansu’nun yanıtı Aydın Bey’in içini rahatlatır: “Biz de zaten böyle bir adam arıyoruz.” Aydın Bey görevi şerefl e kabul ettiğini söyler. İsmail Tansu, bundan sonra Aydın Samioğlu’nu askeri bir cipe bindirir ve Ankara’dan 10 mil uzaklıkta tenha bir yere götürür. TMT hakkında konuşurlar ve İsmail Tansu, Aydın Samioğlu’na TMT yeminini ettirir.

 

 

 

 

TMT ANDI, EOKA ANDI, İSTANBUL’DA ÖRGÜTLENME VE KIBRIS’A DÖNÜŞ

 

 

TMT andı: “Kıbrıs Türkü’nün yaşayış ve hürriyetine, canına, malına ve her türlü anane ve mukaddesatına, her nereden ve kimden olursa olsun vaki olacak tecavüzlere karşı koymak için kendimi Türk milletine adadım. Ölüm dahi olsa verilen her vazifeyi yapacağım. Bildiğim, gördüğüm, işittiğim ve bana emanet edilen her şeyi canımdan aziz

bilip, sonuna kadar muhafaza edeceğim. Gördüklerimi, işittiklerimi, hissettiklerimi ve bana emanet edilenleri hiç kimseye ifşa etmeyeceğim. İfşaatın bir ihanet sayılacağını ve cezasının ölüm olacağını biliyorum. Yukarıda sayılan hususları harfiyen tatbik edeceğime şerefim, namusun ve bütün mukaddesatım üzerine söz verir, ant içerim.”

 

Tam bu satırları yazarken o yıllarda Kıbrıs’ta Rumların kurduğu bir başka direniş örgütü EOKA’nın da yeminini yazmayı çok anlamlı buluyorum. Her iki yemini okuduğumuz zaman sanki tek elden iki ayrı topluma dağıtılan aynı yemin gibi olması doğrusu beni çok düşündürdü.

 

EOKA andı: “Baba oğul kutsal ruh adına ant içerim ki: Kıbrıs’ın İngiliz boyunduruğundan kurtulması için bütün gücümle çalışacağım, bunun için hayatımı bile feda edeceğim. Örgütün bana vereceği talimatları hiç sorgulamadan yerine getireceğim, bu görevler ne kadar zor ve tehlikeli de olsa hiç karşı çıkmayacağım. Örgütün liderinden emir almadıkça ve amacımıza ulaşıncaya kadar mücadeleyi bırakmayacağım. Beni yakalasalar ve bana işkence yapsalar bile hiç kimseye örgütün hiçbir sırrını vermeyeceğim, şefl erimin ya da örgütün başka üyelerinin adlarını söylemeyeceğim. Bana verilebilecek hiçbir talimatı hiç kimseye, hatta mücadele arkadaşlarıma bile söylemeyeceğim. Andıma sadık kalmazsam, bir hain olarak her türlü cezaya ve sonsuza kadar tahkir edilmeye müstahak olacağım. İmza: EOKA.

Bir hafta sonra Hürriyet gazetesinin ayrı bir odasında gazeteci sıfatıyla oturan Aydın Samioğlu ve İsmail Tansu, Aydın Samioğlu’nun Ankara’daki görevini detaylandırırlar. İsmail Tansu, Aydın Samioğlu’na Direniş Örgütü’nün kuruluş amaçlarını anlatan bir dosya verir. Görevini ise şöyle anlatır: “Sen artık örgütün aktif bir üyesisin. Görevin buradaki öğrencileri seçip, Zir Kampı’na göndermek…” Seçilen kişi eğitime gider gitmez yemin edip üye oluyordu. Hürriyet Gazetesi’nin Ankara Kızılay’daki bürosu bir üs gibiydi. Böylelikle Aydın Samioğlu TMT’ye girmenin ve aktif görev almanın prensiplerini öğrenir. Öğretmen olduğu ve Milli Talebe Teşkilatı ile yakın ilişkide olduğu için Ankara’da çok geniş bir muhiti vardır. Aldığı talimata uygun olarak son sınıftaki öğretmen adaylarından işe başlar. Okul tatillerinde, Şubat’ta ve Ağustos’ta birer ay olmak üzere öğrencileri yılda iki kez Zir Kampına eğitime gönderir.

 

İSTANBUL’DA ÖRGÜTLENME VE KIBRIS’A DÖNÜŞ

 

Daha sonra İsmail Tansu, Aydın Samioğlu’ndan İstanbul’da da bir nüve kurmasını ister. Salih Coşar, Harid Fedai, Güner Çakı ve Burhan Tuna’dan oluşan dört kişilik çekirdek kadroyu kurar. Aydın Samioğlu o günü şöyle anlatır: “İsmail Tansu, bu dört kişilik ekiple İstanbul Beyazıt’ta bir kahvehaneye gitmemizi ister. Kahve içerken içeri sivil giyimli biri girer. ‘Aydın Samioğlu kimdir’ diye sorar. ‘Benim’ derim. ‘Ben sizin teşkilatın İstanbul temsilcisiyim’ der adam. Gelen kişi İstanbul İlahiyat Fakültesi’nden Nihat Keklik’tir. Nüve kurulmuştur. Ben ilişkimi kesip Ankara’ya döndüm. İstanbul’daki görevi Nihat Keklik sürdürür.”

Türk Mukavemet Teşkilatı, Ankara’da Milli Savunma Bakanlığı bünyesindeki Tetkik ve Seferberlik Dairesi’ne bağlıydı. Daire Başkanı Tuğgeneral Daniş Karabelen idi. Yardımcılarının başında ise İsmail Tansu geliyordu ki Aydın Samioğlu da ona bağlı olarak görev yapıyordu. Aydın Samioğlu, 19 Ağustos 1960’a kadar bu görevi sürdürür. Oradaki siyasilerle, İsmet İnönü, Bülent Ecevit ve Adnan Menderes’le hep çok yakın ilişkide olur ve bu kişilerin Kıbrıs’taki liderlerle tanışmasına aracılık eder. Kıbrıs Türk Liderliği ile Ankara arasındaki ilişkilerin düzenlenmesinde çok büyük rol oynar ve katkı sağlar. 19 Ağustos 1960’da görevini Mehmet Ertuğruloğlu (Kıbrıs Türk Kültür Derneği başkanı)’na devrederek Kıbrıs’a geri döner. Aydın Samioğlu Kıbrıs’a döndükten sonra da TMT’deki aktif görevine devam eder. 1 Ekim 1960’da Bayraktarlık Koordinatörlüğü görevine atanır. Dıştan görünen görevi Özel Eğitim Şube Amirliği’dir. Tiyatrolar, kütüphaneler, burslar, dış ilişkiler, müzeler ve her ay yayınlanan çocuk dergisi hep Özel Eğitim Şube Amirliği’ne bağlıydı. Bu şubeye neden mi “özel eğitim” denirdi? Çünkü Türkiye’den gelen sancaktarlar hep özel eğitim uzmanıydılar ve sözde Aydın Samioğlu’na bağlı çalışırlardı. Aydın Samioğlu ve arkadaşları gelen sancaktarları karşılar, bölgelerine götürür ve bayraktarlıkla ilgili koordinatörlüğü yaparlardı. Özel Şube Müdürlüğü altında o günlerde İlk Sahne Üner Ulutuğ tarafından kurulmuştu. İlk gösteri çok ses getirmiş, yabancı elçiliklerden kültür ataşeleri de temsile katılmıştı. Ahmet Savalaş, çocuk dergisini çıkarıyordu. Muvaff ak Necdet, kütüphanelerden sorumluydu. Kıbrıs Müzesi’nde, Cumhurbaşkanı Makarios’un ve yabancı diplomatların da katıldığı Kıbrıslı sanatçıların sergisi açıldı. Okullar arası milli oyunlar yarışması yapıldı. Bu sosyal faaliyetlerin hepsi de mükemmel yapılsa da, aslında birer kamuflajdı ve Özel Eğitim Dairesi’nin dışa karşı göstermelik görevleriydi. Örneğin Yayla Beyi, yani Lefkoşa’nın ilk serdarı Yusuf Salih (Kara Yusuf), okullar arası spor yarışmalarından sorumluydu. Direniş örgütünün en önemli özelliği sosyal faaliyetlerle silahlı gücü yaratmaktı.

 

EMİN DIRVANA İLE SÜRTÜŞMELER

 

TMT’ye kimlerin gireceğinin seçimini mahalli sancaktarlar yapardı. Derviş Türker ada çapındaki tüm TMT’cileri bilirdi. Daha önce Kenan Coygun gelene dek TMT’nin bunalımlı döneminden ve vekaletle yönetildiğinden bahsetmiştik. Bu dönem 1960 Büyükelçi Emin Dırvana dönemiydi. Emin Dırvana Türkiye Cumhuriyeti Milli Birlik Komitesi’nin, Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduktan sonra Kıbrıs’a atadığı ilk büyükelçiydi. Emin Dırvana emekli bir askerdi ve 27 Mayıs İhtilalından sonra özellikle Alparslan Türkeş’e yakınlığı ile bilinirdi. Kıbrıs kökenliydi. Emin Dırvana TMT’nin gereksizliğine inanan bir büyükelçiydi. Aydın Samioğlu, 1953 Ekim’inden emekliye ayrılana dek T.C. Başkonsolosluğu ve Elçilik dönemlerinde bu makamlarla hep çok yakın ilişkide olmuştu. 1960’da Emin Dırvana’nın gelişi ile de bu yakın ilişki sürdü. Bunun nedeni Ankara Dışişleri Bakanlığı Enformasyon Dairesi Genel Müdürü İsmail Sosyal’di. İsmail Sosyal T.C. Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun sağ kolu ve Dr. Fazıl Küçük ile Aydın Samioğlu’nun yakın arkadaşıydı. Emin Dırvana döneminde bütün dış ilişkiler ve kültürel faaliyetler Aydın Samioğlu’na bağlı Özel Eğitim Şube Müdürlüğü tarafından yapılırdı. Protokol gereği Cumhurbaşkanı yardımcılığını da üstlenirlerdi. Gelen tiyatro sanatçıları ve ses sanatçıları hep bu daire tarafından organize edilirdi. Dairenin teması daha çok başkonsolosluklaydı. İşte bu yakın ilişki ani olarak bir olaydan dolayı soğutuldu. Neydi o olay? 1961 yılında Cemaat Meclisi bir karar alarak 7 Haziran gününün Kıbrıslı Türkler tarafından Milli Mücadele Günü ilan edilmesini yasallaştırır. 7 Haziran 1958 tarihi Türk Basın Ataşeliği’nin bombalandığı gündür. Aslında bu bombalamanın daha sonra Türkler tarafından yapıldığı ortaya çıkmıştır. 1961’in 6 Haziran günü Türk Cemaat Meclisi İcra Heyeti Üyeleri Dr. Necdet Ünel ki o günlerde Cemaat Meclisi Başkanı Rauf Raif Denktaş adada olmadığı için Cemaat Meclisi’ne başkanlık etmektedir, Dr. Şemsi Kazım, Dr. Burhan Nalbantoğlu ve Hazım Remzi Aydın Samioğlu’nu ziyaret ederek 7 Haziran’ın Milli Mücadele günü olarak kutlanacağını ve gereğini yapmasını isterler. Kutlama bütün Türk okullarında Türk Bayrağı çekilerek yapılacaktı. Aydın Samioğlu, tüm okulları telefonla arayarak 7 Haziran’da Türk bayrağı çekmelerini bildirir. 7 Haziran günü Aydın Samioğlu T.C. Büyükelçiliği’nden başkonsolos tarafından aranarak bayrakların indirilmesi istenir. Aydın Samioğlu konsolosa, İcra Heyetinin aldığı bu kararı iptal etme yetkisinin olmadığını söyler. Bunun üzerine Dr. Necdet Ünel İcra Heyeti Başkanı olarak elçiliğe çağrılır. Büyükelçi Emin Dırvan’a ondan da kararın iptal edilmesini ister. Ancak Dr. Necdet Ünel “Bu halk bu bayrak için mücadele etti. Anayasal hakkımızdır. Kararı iptal etmemiz söz konusu değildir” yanıtını verir. Bu yanıta karşılık Dırvana “Eğer bu kararı iptal etmezseniz T.C.’nin Türk Cemaat Meclisi’ne her yıl yaptığı 100 bin KL’lık yardımı vermeyeceğiz” der. O günlerde Türk Cemaat Meclisi’ne 400 bin KL Merkezi Hükümet’ten, 100 bin KL’da Türkiye Cumhuriyeti’nden gelmekteydi. Türkiye Cumhuriyeti’nden gelen para ile Cemaat

Meclis’ine bağlı memurlar ve öğretmenler ödenmekteydi. Bu olaydan sonra Dr. Necdet Ünel milletvekilliğinden istifa eder ancak karar iptal edilmez. Bayraklar 24 saat asılı kalır. Aydın Samioğlu’na verilen ceza ise protokolden çıkarılmak olur. Elçilik ve Cemaat Meclisi protokolünden çıkarılır. Görev icabı okulları denetlemesi ve T.C.’den gelen gazetecilerle temas etmesi yasaklanır. Aydın Samioğlu bu yasakların bazılarına uyar, bazılarına ise itaat eder görünür.

 

 

BUNALIMLI DÖNEM

 

O günden sonra elçilikle Cemaat Meclisi arasındaki ilişkiler bunalımlı bir döneme girer. Emin Dırvana Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yaşaması gerektiğine inanan bir büyükelçiydi. Cumhuriyet’in her iki ortağının da tahriklerden kaçınmasını isterdi. Daha sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin sivilleşme harekatı içinde Sayın Dırvana da görevden alınır ve onun yerine Ticaret Bakanlığı müsteşarı olan sivil kökenli Mazhar Özkul atanır. Yani aslında Türkiye Cumhuriyeti belki de yaşanan olayların da sonrasında Kıbrıs’a elçi değil Maslahatgüzar atar. Diplomatik ilişkinin düzeyini indirir. Elbette ki bu yaşanan olaylar Türk Mukavemet Teşkilatı’nın bunalımlı dönemindedir. Türkiye Cumhuriyeti’nde o dönemde bu örgüte karşı olan farklı bakış açılarının da bilinerek değerlendirilmesi gerekir. Bütün bu olaylar devam ederken Maarif Dairesi ilkokullar arasında bir resim sergisi açılması kararını alır. Bu görev de Özel Eğitim Şube Müdürlüğü’ne verilir. Gün olarak da 9 Eylül 1961 tespit edilir. O dönemde ilkokullar 9 Eylül’de açılır, kayıtlar bir hafta devam eder ve eğitim 15 Eylül’de başlardı. Resim sergisi şimdiki Mevlevi Müze’sinde (Türk İslam Müzesi) açıldı. Bütün yabancı elçilikler, kültür ataşeleri ve Cumhurbaşkanı Makarios da dâhil katıldı. Ancak Türkiye Büyükelçiliği başta Emin Dırvana olmak üzere ve elçilik personeli sergiyi protesto etti. Protesto nedeni olarak tarihin 9 Eylül olmasını gösterdiler. 9 Eylül’ün, Lefk oşa’nın Osmanlı İmparatorluğu tarafından fetih günü olduğu için milli bir gün seçildiği düşünüldü. Halbuki bu konuda Aydın Samioğlu ve arkadaşları tamamen masumdu. Yine 1961 yılında Türkiye Büyükelçiliği ile Özel Eğitim Şube Müdürlüğü arasında yaşanan bir başka krizi de Aydın Samioğlu şöyle anlatır:

“Cumhuriyet ilan edildikten sonra Ankara’nın her kurumu buraya büyük ilgi duymaya başladı. Bunların başında da İstanbul Teknik Üniversitesi gelmekteydi. O devirde İstanbul Teknik Üniversitesi her yıl ayrı bir vilayette Teknik Üniversite haft ası düzenlemekteydi. Amaçları üniversiteyi tanıtmaktı. 1961 yılında bu haft ayı Kıbrıs’ta yapmaya karar verdiler. Organizasyonu yine Maarif Dairesi üstlendi, şube olarak da benim şube görevlendirildi. Tanıtımın yapılacağı yer, Lefk oşa Türk Lisesi’nin konferans salonuydu. İngilizce ve Türkçe davetiyeler çıkarıldı. Yine başta Cumhurbaşkanı Makarios olmak üzere bütün yabancı elçiliklere davetiyeler gönderildi. Teknik Üniversite heyeti başta Makine Fakültesi Dekanı olmak üzere Kıbrıs’a geldi. Elçiliği temsilen hava alanına Basın Ataşesi Selahattin Sonat gitti. Bütün gazeteciler oradaydı. Dekan Lütfullah Ulukan geliş nedenini açıklayıcı bir konuşma yapmak istedi. Bunun üzerine T.C. Basın Ataşesi hemen devreye girerek elçiliğin emri olduğunu ve konuşma metni görülmeden Dekan’ın konuşma yapamayacağını belirtti. Dekan hayretler içinde kalarak metni gösterdi ve konuşmasını yapma izni aldı. Böylelikle ilk sıkı kontrol havalimanında başlamış oldu. Dekanla birlikte protokol icabı Makarios dâhil tüm devlet ileri gelenleri ziyaret edildi. Tanıtım günü Elçilik bizden Türk bayrağının yanına Kıbrıs Cumhuriye ti bayrağını da asmamızı istedi. Biz bu emri yerine getirmedik.Bunun üzerine gelen tehdit şöyle idi: ‘ Eğer tepki olarak Makarios törene gelmezse yeni tedbirler alınacaktır.’ Makarios törene en önde katılan oldu ve böylelikle herhangi bir tedbir alınmadı. Ancak bana karşı olan boykot hep sürdü” Aydın Samioğlu anlatımının burasında özellikle şu sözlerinin altını çizer: “Birtakım sivri kararların TMT’ye mal edilmemesi lazım. Avukatların öldürülmesi olayı da TMT’nin bu bunalımlı dönemlerinde gerçekleştirilmiştir."

 

TMT YER ÜSTÜNDE

 

21 Aralık 1963 olaylarından sonra TMT’nin gizlilik dönemi biter ve yer üstüne çıkar. 1967 yılında Mücahit Teşkilatı adını alır. TMT 1963’den 1974’e kadar TMT “Mücahit Prensip Emirleri” ile idare edildi. Bayraktarlık Türkiye’deki askerlik yasaları bize göre uyarlardı. Örneğin öğrenciler lisede ve liseden sonra askerlik yapmak zorundaydı. Bu zorunluluk bir süre sonra Mücahit Teşkilatı içinde huzursuzluk yarattı ve 1967’de öğrenciler yüksek öğrenime gönderildi. 1963 ile 1967 yılları arasında kimse yüksek öğrenime gidemedi. Gidenler askerden firar edip gidiyorlardı ki, bunlar da geri döndüklerinde asker kaçağı sayılmaktaydı. 1967’de yüksek öğrenime gitmek isteyen tüm öğrenciler sınavsız ve burslu olarak Türkiye’ye öğrenime gönderildiler. Bir dönem Bayraktarlık, Elçilik ve Yönetim arasında çok büyük yetki kargaşası yaşandı. Muhalefet bu dönemi “BEY dönemine HAYIR” sloganıyla protesto ederdi. O günlerde Bayraktarlık bütün yetkiyi üzerinde topladığı için bazı elçilik ve alay mensupları bu durumu hazmedemezdi. Bu durum siyasiler için de geçerliydi. Bayraktarlık ile yönetim arasında her zaman yetki kargaşası yaşanmıştır. Bu yetki kavgası 20 Temmuz Barış Harekatı olana dek sürdü. 1963 olaylarından sonra tüm yetkiyi Bayraktarlık üzerine almıştı. Sayın Denktaş o günlerde Ankara’daydı ve Dr. Fazıl Küçük’ün emirlerine uyulmuyordu. Bu kargaşa halktan tavana dek yansımaktaydı. Yakın tarihimizde hep konuşulan sır perdelerinden biri de 1967’de TMT bölük komutanlarından Alpay Mustafa’nın öldürülmesidir. Aydın Samioğlu o geceyi de şöyle anlatır:

“Alpay o gece Çağlayan’da bir yemekteydi. Nevzat Uzunoğlu ve Fikret Kürşat da orada yeme içmedeydi. Alpay aniden Fikret’le Nevzat’ın ayaklarına ateş açtı. Alpay Bayraktarlığa bağlı çalışan özel bir gruba mensuptu. Ateş açma olayından sonra Alpay’ı alıp hapse götürdüler. Mücahitler birbirine girdi. Bunun üzerine Kenan Coygun hapishaneye gider ve infaz olayı gerçekleşir. Bu olaydan sonra Alpay’ın da mensup olduğu özel birlik ortadan kaldırılır.”

“Bu olaydan sonra siyasilerin, özellikle de Dr. Fazıl Küçük’ün, Bayraktar Kenan Coygun’un görevden alınması için büyük baskıları olur. Biz Mücahit Teşkilatı olarak Kenan Coygun’un kalması için baskı yapsak da görüşümüz kayda alınmadı. Kenan Coygun’un görevden alınmasının esas nedeni Alpay’ın ölümü olmasa da kırılma noktası olmuştur. Daha sonra gelen Bayraktar ve Sancaktarlar iki yılda bir değişti.” Bayraktarlık’ın gücünü Aydın Samioğlu şu somut örneklerle de vurgular: “Örneğin 1968’deki Mebus Seçimleri’nde Rauf Raif Denktaş’ın çıkardığı aday kadrosu vardı. Ona karşı aday olanlara kem gözle bakılır ve Sancaktarlar Sayın Denktaş’ın çıkardığı kadroya oy verilmesi için halka baskı uygularlardı. Buna rağmen Kemal Deniz bağımsız olarak girdiği her seçimi kazanmıştır. Ahmet Mithat Berberoğlu’nun da 1973’te katıldığı Cumhurbaşkanı Muavinliği seçimleri baskıların en yoğun olduğu seçimlerdir. Bayraktarlık Ahmet Mithat Berberoğlu’nun, Rauf Raif Denktaş’a karşı seçimlerden çekilmesini istedi. Seçim bitene dek de Ahmet Mithat Berberoğlu evde göz hapsinde tutuldu.” Aydın Samioğlu 21 Aralık 1963’ten sonra Lefkoşa Sancaktarlığına geçer. Dal 5’te Bayraktarlığın Lojistik İkmal sorumluluğunu alır. 10 Ocak 1968 tarihinden itibaren de “Serdar”lık görevini alır ve 26 Ağustos 1976’da terhis olana dek TMT’nin son serdarı olarak görev yapar. Aydın Samioğlu terhis olduktan sonra bu topluma yapacağı görevler bitmez ve yeni kurulan devletin Kıbrıs Türk Federe Devletinin Başbakanlığını kurmakla görevlendirilir. 1 Mayıs 1988’e dek Başbakanlık Müsteşarı olarak görev yapar. Şimdilerde seksen küsur yaşına rağmen hâlâ yüreği Kıbrıs Türk halkı ve bu halkın sorunlarıyla atıyor. “Bugünü nasıl değerlendiriyorsunuz” diye sorduğumda ondan şu yanıtı alıyorum:

“Kıbrıs Türk halkı Kıbrıs’ta Türk varlığının devamı ve kökleşmesi için 1915’ten itibaren varını yoğunu ortaya koymuştur. Biz çok gençtik. Bize önce ‘Kıbrıs meselesi yok’ dendi. Sonra, ‘İngiliz çıkarsa Kıbrıs eski sahibine iade edilsin’ dendi. Mücadelemiz ‘ya taksim, ya ölüm’ olarak devam etti. Tezimiz aslında ‘taksim’di. Ben bugünkü statüde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni savunan bir Kıbrıslı Türk’üm. Kuzey Kıbrıs’ı Anavatan’ın bir vilayeti olarak değil, ayrı bir devlet olarak kabul ederim. Üzüldüğüm nokta, hükümetlerin son zamanlarda kayıtsız şartsız yukarıdan gelen emirlere uymalarıdır”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 12983 defa okunmuştur