Yorgos Kaskanis: “Bahar Gelince…”
Politis gazetesinin genel yayın yönetmeni Yorgos Kaskanis geçtiğimiz aylarda bir kitap yayınladı. Kitabın adı “Otan Erhete i Aniksi” (Bahar Gelince) ama “Kaybolan Bahar” olsaydı daha anlamlı olacaktı gibime geliyor. Çünkü kitap, 2003 yılında geçit noktalarının açılmasıyla sıradan insanlar arasında esen olumlu havayı, dostlukları ve güzellikleri anlatmakla başlıyor ve “baharın” kaybolmasıyla son buluyor. Kitapta yer alan makaleler o dönemde kaleme alınıp Politis gazetesinde yayınlanmış olduğundan, dönemin ruhunu gayet iyi anlatıyor.
Yorgos Kaskanis’in kitabı aslında bir çığlıktır. Duvarın delindiğinin ve geçit noktalarının açılıp insanların coşku içinde ele ele verdiği bir ortamda siyasi elitlerin aşağıdan yükselen seslere kulaklarını tıkamalarına isyan ediyor yazar. Kalıcı barışın garantisi olarak insanların yakınlaşmasını, gönül birliği kurmasını gören Kaskanis, 2003-2004 arasında bunun gerçekleştiğini düşünüyor. Kıbrıslı Türklerin başkaldırdığı, “iki toplumun barış içinde yaşayamayacağını” sabit bir fikir haline getiren Denktaş’ın kendi toplumu tarafından adeta terk edildiği bir ortamda, Kıbrıs Rum elitleri telaşa kapıldılar. Yıllardan beri gancellilerin açılmasını talep edenler, Kıbrıslı Türkler gancellileri açınca neye uğradıklarını adeta şaşırdılar.
Kaskanis, “Ksipnate Re” (Uyanın Be!) diye haykırıyor, “Denktaş halkını kaybetti” diyordu, ama duyan yok! Kıbrıslı Türkler, güler yüzle Kıbrıslı Rumları karşılarken, “bizim evin Rum’u ne zaman gelecek” diye sabırsızlanırken, yani “bahar gelmişken”, elitlerden ne bir ses ne bir nefes…
Oysa kuzeye geçenlerin çoğu, uzun yıllar sonra ilk defa ülkenin bütününde yurt duygusunu tadıyorlardı. Yazar, “ne güzeldir yurdum” diyerek şarkılar söylüyordu. Dedesinin evini ziyaret ettiğinde karşılaştığı yaşlı kadınla Rumca olarak sohbet ediyor, kadının bilgeliği coşkusunu daha da artırıyordu: “taksim ve enosis istiyorduk, sonunda hepimizi s.. ettiler.”
Kaskanis, toplumların aşağıdan yarattığı dinamiği barış için büyük bir fırsat olarak görüyordu. Siyasi elitleri Kıbrıs’ın kuzeyinde Kıbrıslı Türklerle beraber etkinlik düzenlemeye, yurttaşları sık sık kuzeye gitmeye devam ediyordu. Onun için çözüm, insanların birlikteliği idi ve o an (bahar) gelmişti…
Yazar, günler geçtikçe elitlerin takındığı pasif tavır karşısında adeta isyan eder. Tassos Papdopoullos, geçit noktalarının açılışından tam 16 gün sonra konuşmuştu. Siyasi elitlerin çoğu oralı değilken, bazıları kuzeye geçenlere “hain” muamelesi yapıyordu. Kıbrıslı Rumlara sadece kiliselerde tapınmak için geçmeleri, giderken yanlarında su ve erzak götürmeleri, “sahte devlete” para bırakmamaları söyleniyordu.
İlginçtir, bu kadar zaman “epanaprosenkisi” (yeniden yakınlaşma) diyen “projeci profesyoneller” de birden bire ortadan kaybolmuşlardı.
İki toplumun üyeleri arasında yaşanan “Bal Ayı” kısa sürdü. Bir yanda siyasi elitlerin “suçluluk” yaratması, diğer yanda ekonomik refah içinde yüzen ve tam bir tüketim toplumuna dönüşen Kıbrıs Rum toplumu, siyasi elitlere kulak vererek yavaş yavaş “kendi evine” çekiliyordu.
Kaskanis çırpınıyordu… “Her şeye rağmen gitmeliyiz” diyordu... “Geçmişte bıraktıklarımızı bulamasak da, annemizin mezarını bulamasak da gitmeliyiz” diyordu. Çünkü biliyordu ki, geçmişte kalmış “yurt kokusunu” bulamasak bile, yeni bir yurt yaratmak için iki toplumun diyaloguna ihtiyaç vardı.
Yazar, Kıbrıs Rum elitlerinin tutuk ve isteksiz tavrı karşısında şaşkınlığa uğruyor ve neden böyle davrandıklarını anlamaya çalışırken, Kıbrıs Sorununun o güne kadar üzerinde pek durulmayan yönlerini aklına getiriyordu. Bir yazısında “Kıbrıs Sorunu sadece Siyasi Bir Sorun değildir” diyordu. Cinayetlere, toplu katliamlara bulaşan ve hiçbir zaman yargılanmayan, mevcut statüden ekonomik ve siyasi güç elde edenler vardı ve bunlar çözüm istemiyorlardı. Diğerleri ise 2004 Mayısına doğru, yani Kıbrıs’ın AB üyeliğinin başlayacağı tarihe doğru yol alırken “Bakkal Hesabı” yapıyordu. Kıbrıs Türk toplumunun yaşadığı büyük dönüşümü görmezlikten geliyor ve en vahimi, Denktaş’ın arkasına saklanmaya çalışıyorlardı. Yorgos Kaskanis, Kıbrıs Türk toplumunda pek çok şeyin değiştiğini görüyor ve uyarıyordu: “Denktaş’ın arkasına saklanmaktan vazgeçin, o dönem kapandı” diyordu. “Düşmanın bizi kurtarmasını istemek, trajiktir” diyordu...
Olayları kronolojik akışı içinde ele alan kitap, bir bakıma, o dönemde hüküm süren siyasi kültürü de tanıklık ediyor. Kıbrıslı Türkleri görmeyen ve Kıbrıs ülkesine entegre etmek için çaba sarf etmeyen, içi boş duygusal sözlerle olmayacak hayaller peşinde koşan siyasi elitler Kıbrıslı Türklerle işbirliği yapacak yerde, Türkiye’yi sıkıştıracaklarına inanıyorlardı. Kaskanis ısrarla vurguluyordu: “Çözüm için Kıbrıslı Türklerle temas, diyalog ve işbirliği şarttır, aksi halde işgalden kurtulamayız.”
Fakat mevcut statüden çok kişi memnundu. Buna “en iyi ikinci çözüm” diyorlardı. Zürih-Londra antlaşmalarına hararetle karşı çıkanlar şimdi ateşli Kıbrıs Cumhuriyeti savunucuları olup çıkmışlardı. Kaskanis, “kurtarmak istediğimiz şeylerle gerçekten kurtarabileceklerimiz arasına koyduğumuz büyük mesafe, işimize geliyor” diyordu ve şu müthiş soru soruyordu: “Acaba, Denktaş ile aramızda zannettiğimizden daha fazla mı ortak nokta var?”
Yorgos Kaskanis, 2004’ten sonra Kıbrıs Türk toplumunda her şeyin süratle değiştiğini de gözlemler. İnşaat patlaması, Kıbrıslı Rumlara karşı mesafeli davranmak, barışsever siyasetçilerin bile kuzeydeki yapılara entegre olmaya yönelmeleri, yazarın gözünden kaçmaz. Kaskanis büyük bir öngörüyle, mülkiyet alanında yaşananların ileride çözümün önünde engel oluşturacağını da saptıyordu. Gerçekten de bugün mülkiyet meselesinin en zor konulardan biri haline geldiğini görüyoruz.
Geçit noktalarının açılışıyla başlayan bahar, 2004 referandumlarından sonra yerini sonbahara bıraktı... Kaskanis bu süreci gün ve gün izledi ve kitaplaştırdı. Umarım yakın zamanda kitabın Türkçesi okurlarla buluşur. Heterotopya Yayınları şu sıralar kitabı Türkçe olarak yayına hazırlıyor...