Yozlaşma
Ünlü Fransız düşünür Alain Badiou “yozlaşmaya” dair şöyle diyor: “Yozlaşma derken, öncelikle, her türlü ilkeden yoksun olduğu halde, kendini olabilecek en iyi dünya olarak sunan ve kendisinden nemalananların çoğu tarafından gerçekten öyle olduğu varsayılan bir dünyayı ayakta tutan düşünsel yozlaşmadan bahsediyorum.”
Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumların ahvaline baktığımızda, “nemalandıkları” ve “olabilecek en iyi dünya olarak sundukları” statükoyu ayakta tutmak için bütün ilkeleri ayaklar altına almaya hazır olduklarını görürüz. Ne adalet, ne eşitlik, ne haysiyet, ne erdem, hatta ne de özgürlük... Varsa yoksa, yozlaşmış çarkın dönmeye devam etmesine hizmet eden yozlaşmış düşüncüler... Evet, düşünsel yozlaşmanın doruklarında dolaşıyoruz ve bu, hayatın bütün alanlarına yansıyor.
Kıbrıs Rum toplumu son iki yılda yolsuzluk skandalları ile sarsılıyor. İçişleri eski bakanlarından Dinos Mihailidis ve oğlu, kara para aklamaktan yargılanıp suçlu bulundular. İkisi de Yunanistan’da hapiste... Merkez Bankası eski başkanı Hristodulos Hristodulu vergi kaçakçılığından içeride... İlginçtir, ikisi de 1960’lı yılların başında AKRİTAS örgütünün mensubuydu. Hristodulu örgütün propaganda faaliyetlerini yürütenlerden biriydi. 2004 referandumlarında da Annan Planının ekonomiyi batıracağına dair iddialar içeren broşürler dağıtmıştı. Yargılandığı gün, “ben bu memlekete çok hizmet ettim, beni affetmeliydiniz” demeye utanmadı. Tam da Francois Mitterrand’nın “milliyetçilik üçkağıtçının son sığınağıdır” deyişini haklı çıkaran bir durum... Baf belediye başkanı Vergas milyonları kaldırdı ve “dama” düştü. Baf’ın adına artık “Las-Vergas” deniliyor... Günümüzün Merkez Bankası başkanı Bayan Yorgacis’in eşinin ve çocuklarının avukatlık bürosu, Laiki Bankasını batıran Evgenopullos’un savunmasını üstlendi. Oysa Merkez Bankasının görevi Evgenopullos’un yargılanmasını sağlamaktır. “Çıkar çatışması” apaçık ortadayken Bayan Yorgacis istifa etmeyi reddediyor. Yine geçtiğimiz günlerde Kıbrıs Rum milletvekillerinin bankalardan aldığı büyük miktardaki borç paraları ödemedikleri ortaya çıktı.
Kıbrıs Sorununa gelince. “Olabilecek en iyi dünya olarak sunulan” bu ortamı değiştirmek üzere ne zaman “müzakere” sözcüğü duyulsa veya “yeni bir çözüm inisiyatifinden” söz edilse, tam tamlar çalmaya başlıyor. Bin bir kusur bulunuyor. BM düşman ilan ediliyor, büyük heyecanla girilen AB’den şikayet ediliyor, vs. Böyle giderse ülkenin temelli olarak bölüneceği söylendiğinde ise, büyük bir rahatlıkla “onlar o tarafa, biz bu tarafa” diyebiliyorlar. Ülkenin bölünmesini bir felaket olarak görüp bundan rahatsızlık duyanlar az değil ama onlar da gidişatı değiştirmek için elini taşın altına koymuyor. Her şey, seçime, sandalyeye ve dar hesaplara endeksli. Ülke sevgisinden eser yok...
Kıbrıslı Türklerin ahvaline gelince. Radyo Sim’in sloganı her şeyi özetliyor: “Fazla söze gerek yok.” İnsan nereden başlayacağını şaşırıyor. Deve gibi, her yanı eğri, ayrıca, eğreti... Hukuk-dışı, ekonomi-dışı, kısacası, dünya-dışı bir yerde yaşayan Kıbrıslı Türkler, tarih-dışına itilmek üzeredirler. Haysiyet ve erdemin yolunu çoktan şaşırdığı, iradelerin tekerlek lastiği gibi söndüğü, insanların özne değil nesne olduğu bu nevi şahsına münhasır dünyayı “olabilecek en iyi dünya” olarak görenler hallerinden memnun. Gece kulübü, cami ve casinoların mantar gibi fışkırdığı, her tarafın kırmızı beyaz bayraklarla süslendiği bu topraklarda “mış gibi” hayatlar yaşanıyor. İnterpol ile konuşamayan bir polis teşkilatı, başka parlamentolarla görüşemeyen bir parlamento, kimsenin tanımadığı milletvekilleri, kimseyle top oynayamayan futbolcular ve “mış gibi” cumhurbaşkanları ile “mış gibi” başbakanlar... Bütün bunlar, Kıbrıslı Türklere bir vakit daha oyalansınlar diye verilen “oyuncakları” andırıyor. Ve, bu “oyuncaklarla” geçip gidiyor hayat, bir gün bile “tozu alınmayarak...”
Ve akıllar var, bu hayatı “yaşanılası” ilan edip bekçiliğini yapan; düşünsel yozlaşma salgılayan akıllar...