Yüzleşmeden Kim Korkar? Yurttaşlar mı Siyasetçiler mi?
Geçtiğimiz günlerde bir konferans için gittiğim Viyana’da en az bizim ülkemiz kadar başka ülkelerde de yüzleşe(me)me sorunları yaşandığını gördüm. Aşırı sağ grupların bir süreden beri yükselişte olduğu Avusturya’da ‘tarih yükü’ oldukça ağırdır ve siyasi elitler geçmişle yüzleşmekten sistematik bir şekilde kaçınıyorlar.
Geçmişi sessizliğe gömmek isteyen siyasetçiler bu tavırlarını seçim kaygılarıyla izah ediyorlar. Hakikati konuşurlarsa seçmenlerin onlardan oyunu esirgeyeceğini düşünüyorlar. Bizim (Kıbrıslı Rum ve Türk) siyaset erbabı arasında yaygın olan bu anlayış, siyaseti popülizme hapsettiği kadar, aslında yurttaşlara da haksızlık ediyor. Dünyanın her yerinde olduğu gibi, Avusturya ve Kıbrıs’ta da yurttaşlar hakikatle yüzleşmekten korkmuyorlar ama elitler yurttaşları bu haktan mahrum bırakıyorlar. Yurttaşlar zaten bir biçimde gerçekte olup biteni biliyor. Fakat elitlerin yönlendirmesiyle kurulan kolektif hafızada neyin konuşulup neyin konuşulmayacağını da biliyorlar ve elitler sustuğu sürece, yurttaşlar da susuyor.
Avusturya en büyük ‘günahlarını’ yirminci yüzyılın başından İkinci Dünya Savaşı’na kadar uzanan dönemde işlemiş. O dönemde kendini Alman ulusunun ayrılmaz bir parçası olarak gören Avusturya Birinci Dünya Savaşından sonra imzalanan Versay Anlaşmasında savaşın galipleri tarafından ‘Enosis (Birleşme) Yasağına’ çarptırılmış ve bu yasağın yarattığı hınç duygusuyla Nazi Almanya’sı ve Adolf Hitler’e bel bağlamıştı.
Avusturyalıların büyük çoğunluğu Hitler’in ‘Birleşme Yasağını’ delerek Avusturya’yı Almanya’ya katmasını düşlüyordu. Bu dönemde, Hitler’in iktidara gelmesinden önce zaten güçlü bir eğilim olan Yahudi karşıtlığı daha da azmıştı. 1938 yılında Hitler Viyana’ya girerek Avusturya’yı Üçüncü Reich’ın topraklarına kattığını açıkladığında, Avusturyalılar çılgın bir coşkuyla eğelendiler. Bir süre sonra Hitler’in yolundan ilerleyerek Yahudi yurttaşlarını toplama kamplarına ve gaz kamaralarına gönderdiler. Ne var ki, Hitler Almanya’sının yolundan ilerleyen Avusturyalılar, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Almanya’nın yolundan ilerlemediler ve Almanlardan farklı olarak, geçmişleriyle hiç bir şekilde yüzleşmediler.
Kendilerini Alman ulusundan ayırarak ‘Avusturya-Patriyotizmi’ kurdular ama kendilerini Alman ulusu ile özdeşleştirdikleri zamanlarda işledikleri günahları hatırlamazdan gelmeye ve inkar etmeye başladılar. En önemlisi, ne zaman Üçüncü Reich’in canilikleri konuşulsa, Avusturyalılar bütün sorumluluğu artık sevmedikleri Almanlara yüklemekte uzman oldular. Doğrusu, bu bana biraz Kıbrıslı Rumları hatırlattı.
Kıbrıslı Rumlar da Avusturyalılar gibi ‘Enosis-Yasağına’ maruz kalmışlardı. Bilindiği gibi, Kıbrıs Cumhuriyeti kurulurken Kıbrıslı Rumların çok istediği Enosis yasaklanmıştı. Sonra, ‘Enosis-Yasağını’ delmek için çok uğraşmışlardı ama koşullar ve güçler dengesi buna caiz vermemişti. Süreç içinde ‘Kıbrıs Rum-Patriyotizmini kurarak yollarını Yunanistan’dan ayırınca da bütün sorumluluğu Yunanistan’a attılar. Kendi sorumlulukları ile yüzleşmeye hiç yönelmediler. Siyasetçilerle bu konuları yüz yüze konuştuğunuz zaman olup biteni çok iyi bildiklerini görürüsünüz ama sözcüklerini her zaman o malum cümleyle bağlarlar: ‘toplum bunları duymaya hazır değil.’ Oysa bu gerçek değildir.
İster Avusturya isterse Kıbrıs’ta olsun, hakikatle yüzleşme bir imkan olarak yurttaşların önüne konulunca, hiç kimse bundan kaçınmaz. Çünkü hiç bir sorumlu yurttaş yalan ve yanılsama içinde yaşamayı seçmez. Nitekim Avusturyalı gazeteci ve entelektüellerden Hugo Portisch verdiği konferanslarda edindiği şahsi deneyimlerden yola çıkarak Avusturya yurttaşlarının hakikati duyma ve öğrenme imkanına sahip olduğunda olumlu tepki verdiğini ve gerçekleri konuşmaktan kaçınmadığını anlatır. Oysa siyasetçiler bunun tam tersini yaparlar ve hakikat karşısındaki korkaklıklarını ve inkarcılığı topluma yüklerler. Onların gözünde toplum ‘hakikati taşıyacak kadar olgun değildir’. Anlayacağınız, orada da işler tıpkı Kıbrıs’ta olduğu gibi oluyor...