1.DÜNYA Savaşında Kıbrıs’ta Esirdim-1
Kıbrıs Türk basınımıza ait gazete arşivimi tararken 22 Mart 1960 Bozkurt gazetesinde bir röportaj-yazı dizisine rastladım. Röportaj başlığı; “1914 Birinci Dünya Savaşında: Kıbrıs’ta Esirdim” olarak yer almaktaydı. Röportajı gerçekleştiren Salih Çelebioğlu, röportaj yaptığı kişi ise Avni Nalbantoğlu. Avni bey; tarihimize Mağusa-Karağulos Esir Kampı olarak geçmiş, 1. Dünya Savaşı döneminde çeşitli ülkelerde esir düşmüş Türk askerlerinin bir kısmının getirilip hapsedildiği bu kapmpta bir buçuk yıl tutsak kalmış bir Türk askeri.
Gazeteci Salih Çelebioğlu ismini sosyal medyada kim olduğu konusunda araştırma yapmışsam da sadece Facebook ortamında Avustralya’da bir Kıbrıslı olarak böyle bir kişiye rastladım. Aylar öncesinden kendisiyle irtibata geçmek için mesaj atmışsam da maalesef geri dönüş olmadı. Söz konusu gazeteci kişi mi, hayatta mı bilmiyorum. Sadece kendisine bu röportajını hatırlatmak, üzerinden 64 yıl geçse de belki bildiği ama yazmadığı başka bilgiler de olabilir diye ualşmaya çalışmıştım.
Salih bey, röportajını Bozkurt gazetesinde 6 güne bölmüştü. 22 Mart’ta başlayıp 27 Mart’ta yazı dizisini sonlandırmıştı. Yazı dizisinin başında ise, bugün Mağusa’da yer alan Çanakkale Şehitliği konusunun, esirleri ve kampı hatırlayan yaşlılarla yapılan röportajların Namık Kemal Dergisi’nde yayınlandığını, fakat bu röportajın ilk kez Bozkurt gazetesinde yayınlanacağı bilgisini paylaşmıştı okurla.
Bu alanda çeşitli makaleler, yazılar ve hatta akademisyen Ulvi Keser hocamızın çok değerli kitap yayınlarının, toplumsal belleğimize kazandırılmış olduğunu da belirtmek isterim.
64 yıl sonra Bozkurt gazetemizden bu yazı dizisini günümüze taşıyarak, bugünün gazete sayfalarında da yer almasını istedim. Zaman zaman, konu aralarına yorumlar katarak, yazının daha bir akışkan olmasını sağlamaya çalışacağım. Bazı satırlar gazetenin baskısından dolayı okunamadığından, bu kelimeleri boş bırakmak zorunda kaldığımı belirtmek isterim. .. ve başlıyoruz...
“Bozkurt, 22 Mart 1960, syf:3
1914 Birinci Dünya Savaşında: Kıbrıs’ta Esirdim (1)
Anlatan: Avni Nalbantoğlu
Röportaj: Salih Çelebioğlu
‘... Surların üstünde binlerce kadınlı erkekli Türk’ün hıçkırarak ağladıını gördük. Bu hâl bizi çok müteessir etti. Onlara ‘ağlamayın anneler, yakında kurtulacağız’ dedik.’
1914, Birinci Cihan Harbinde, Kafkasya, Çanakkale, Filistin ve Mısır cephelerinden alınarak Kıbrıs’a getirilen ve Mağusa’da Karakol (bugünkü Karaol) kampına yerleştirilen Türk esirleri hakkında ilk defa Mağusa Namık Kemal dergisinde bir yazı çıktı. Bu daha ziyade bir araştırma yazısı idi. O zaman dergide beraber çalıştığımız arkadaşımız İsmet Kotak, 1914 dönemini hatırlayabilen yaşlılarla konuşarak bu konudaki ikinci yazıya Hüseyin Metin’in “Kıbrıs Tarihine Toplu Bir Bakış” isimli eserinde rastladım. Fakat buradaki bilgiler Namık Kemal dergisinden alındığı için yeni bir şey taşımıyordu.
Bir müddet önce bir tesadüf beni pek muhterem bir adamla karşılaştırdı. Bu 63 yaşlarında sempatik ve o .... te vatan ve milletini seven, iyi ve kötü günler yaşamış bir “milli mücadele”ciydi. Konuşma arasında eski Mağusa’yı tanıdığını çünkü 1914’te orada esir olarak bir buçuk yıl kaldığını söyleyince, bu bana bulunmaz bir fırsat gibi göründü. Ondan gazetemiz için esaret günlerine ait hatıralarını anlatmasını rica ettim. Kabul etti. İşte aşağıda okuyacağınız satırlar, savaşı yaşamış biri tarafından anlatılmış, o günlere ait hatıralarıdır.
Avni Nalbantoğlu Kimdir?
Avni Nalbantoğlu, bu hatıralarını bana Keçiören’deki evinde anlatırken kendi hakkında şöyle demişti: ... seferberlik ilân edildiği zaman henüz 17 yaşındaydım. Cepheye babamla birlikte gittim. Babamı ... beni de Filistin ordusuna verdiler. Babam orda şehit oldu. ben de ... esir düştüm. Çok şükür 63 yaşındayım ve çalışıyorum.”
Avni Nalbantoğlu, 63 yaşındaki bu koca asker burada Belediye Vekületi muhasebe kısmında memur olarak çalışmaktadır.
Cepheye Gidiş
17 yaşında askere alındığım zaman Yemir’de(!) bir müddet talim gördüm. Orduya başçavuş olarak girdiğim Yemir’deki (!) talimden sonra 800 kişiyi Kudüs’e, ben de kumandanı Abdülke... Paşaya götürmekle görevlendirildim. Başçavuştum. Bu kuvvetlerimi isteyerek götürdüm. 27. Birlik Lübnan’da bulunuyordu. Bu kuvvetleri 27. Birliğe verdiler. Beni de... makineli tüfek grubuna verdiler.
Buraya verildikten sonra iki yıl Filistin cephesinde kaldım. Bu arada ufak tefek çarpışmalar olduysa da pek önemli değildi. Nihayet Filistin’e gelişimden iki yıl sonra İngilizler bu cepheye taaruz ettiler. Bizim cephe vaziyetimiz pek kötü idi. Açlık ve susuzluk askeri kırıyordu. Üstelik cephanemiz de yoktu. Asker bitik ve perişandı. Bu yetmiyormuş gibi Lavrence ile birleşen Araplar bizi arkamızdan vuruyorlardı.
Askerin sırtında ayağında hiç bir şey kalmamıştı. Memleketle irtibatımız kesilmişti. Elimizdeki cephaneyi dikkatle kullanıyor ve israf etmemeğe çalışıyorduk. Buna mukabil Alman askerlerinin durumu bizden daha iyi idi. Bu durumu İngilizler istismar etmekten geri kalmıyorlardı. Yakaladıkları Türk esirlerini iyice giydirip, karnını doyuruyorlar ve sonra da onun resmini çekip uçaktan propaganda broşürleri atıyorlardı.
Bu broşürlerde İngilizlerin bize karşı herhangi bir düşmanlık hissi olmadığını, sadece Almanya ile düşman olduklarını söyliyerek bizi terk-i silâh eylemeğe teşvik ediyorlardı. Alman askerleri iyi durumda olduğu halde bizim perişan oluşumuzu mukayese ederek, silâhını bırakan her Türkün bir misafir gibi karşılanarak, asla düşmanca hareket edilmiyeceği propagandası yapılıyordu. Misal olarak da aldıkları esirlerin pırıl pırıl elbiseler içinde çekilmiş resimlerini atıyorlardı. Bu gibi hadiseler askerin maneviyatı üzerinde tesir olduğu şüphesizdir...”