1. YAZARLAR

  2. Eralp Adanır

  3. 1.DÜNYA Savaşında Kıbrıs’ta Esirdim-2
Eralp Adanır

Eralp Adanır

1.DÜNYA Savaşında Kıbrıs’ta Esirdim-2

A+A-

   Avni beyin anılarını dinlemeye devam etmeden önce, kendisiyle röportajı gerçekleştiren gazeteci Salih Çelebioğlu hakkında edindiğim yeni bilgiyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu bilgiyi bana ileten kişi, çok değerli araştırmacı yazarımız Ahmet Cavit An’dır. Kendisine bir kez daha teşekkür ederim.

   Salih Çelebioğlu bey 1936 doğumlu. Uzun yıllar Bozkurt gazetesinde çalışmış ve 1974 sonrasında ailesi ile birlikte Avustralya'ya yerleşmiş. Birara Afrika gazetesinde de sütun yazarlığı yaptığı bilgisini paylaşıyor Ahmet Cavit An. Evet Avni beyin anılarına tekrar dönelim.

   Osmanlı ordusunun 1. Dünya Savaşı’nda Almanya’nın yanında olmasıyla birlikte, özellikle Ortadoğudaki savaşta, Arapların İngiliz ordusuyla birlikte kendilerine karşı nasıl savaştıklarını, Osmanlı ordusunun içler acısı durumunu, anıların satıraralarında üzülerek okumaktayız. Sonunda Avni bey de İngilizlere esir düşüyor ve diğer esirlerle birlikte, İngiliz Sömürge İdaresinde olan Kıbrıs’ın Mağusa kentine götürülüyor. Burası, “Karakol”, ya da “Karağulos Kampı” olarak da anılmaktaydı.

 

“Bozkurt, 23 Mart 1960, syf:3

1914 Birinci Dünya Savaşında: Kıbrıs’ta Esirdim (2)

Anlatan: Avni Nalbantoğlu

Röportaj: Salih Çelebioğlu

   .... Gazze cephesinde de çok şiddetli savaşlar oluyordu. Diyebilirim ki Çanakkale’den sonra en şiddetli savaşlar Gazze’de olmuştur. Bu yüzden bizim... yardım edebilmeleri mümkün değildi. Bu durum içinde Filistin cephesinde bulunan İngilizler bizi esir etmeğe zorladılar. Çünkü bir şekilde ri...... ederek Nablus’a kadar geldi.... Nablus’u İngilizler etrafından çevirip esir edildik. Bunda ayrıca bizi arkadan vuranların büyük rolü vardır.

   Bizi Kıbrıs’a götürüyorlar.

   Biz esir düştükten sonra İngilizler bizi kamyonlarla Kudüs’e getirdiler. Kudüs’te bir gün kaldık. Bu arada bize yemek ve temiz elbiseler verdiler. İki gün sonra Süveyiş’e hareket ettik. Süveyiş’te bizi askeri bir vapura bindirdiler. Binerken hepimize birer can kurtaran yeleği dağıttılar. Bir Alman denizaltısının herhangi bir hücumuna karşı alınan  bir tedbirdi.

   Bu vapur yolculuğundan sonra vapur Mağusa limanına yanaştı. Liman girişindeki surların üstünde binlerce kadınlı erkekli Türk’ün hıçkırarak ağladığını gördük. Bu hâl bizi çok müteessir etti. Onlara ‘ağlamayın anneler, yakında kurtulacağız’ dedik. Bizi halkla temas ettirmeden ve halkı da bizden uzak tutarak yaya olarak surların dışında tellerle çevrili bir kampa götürdüler. Bu kamp altı büyük yapıdan ibaretti. Her bölmede de büyük barakalar vardı. Bölümler birbirinden tellerle ayrılmıştı. Birbirleriyle temas etmiyordu. Bir bölümde 100 kişi vardı. Bizi beşinci bölmeye götürdüler.

   Bizden bir gün sonra da Bağdat cephesinden esirler geldi. Bu esir olanların sonuncusuydu. Burada bulunduğum bir buçuk yıl içinde başka esir grubu gelmemiştir. Belki de yer dolduğundan esir alınanlar başka müstemlekelere gönderilmişti. Biz altı bölmede birden 6.000 kişi idik. Biz gelmeden önce diğer dört bölme muhtelif cephelerden gelen Türk esirleriyle  doluydu.

   Burada yukarıda anlatmaya unuttuğum bir hadiseyi söyliyeceğim. Kudüs’ten Süveyiş’e Hindistanlı askerlerin muhafazası altında getirilmiştik. Biz kendi aramızda birbirimize isimlerimizle hitap ederken, “Ali, Mehmet, Hasan...” gibi, Türk-Müslüman isimlerini duyan Hint askerleri hayretle bize hangi milletten olduğumuzu sormuşlardı. Bizden “Türk” cevabını alınca hayretle İngilizlerin bizi kendilerine “Alman askerleri” diye tanıttıklarını ve bu şartla karşımıza sürdüklerini söylediler.

 

   Avni beyin anlatımlarının yer aldığı gazetenin üçüncü gününde ise kamptaki yaşam detaylı olarak yer almaktaydı. Kampta vefat edenlerin defnedilmesi, cami olarak bir mekânın kullanılması, ilaçlı suyla yıkanmalarından dolayı geçici körlük geçirmeleri, anlatıları içerisinde yer alan başlıca konulardı...

 

 “Bozkurt, 24 Mart 1960, syf:3

1914 Birinci Dünya Savaşında: Kıbrıs’ta Esirdim (3)

“... Cenaze Mağusa kapısından geçerken kule üzerinde binlerce Türkün ağlaştıklarını görürdük. Bazıları bize katılarak mezarlığa kadar gelirdi. Mezarlıkta ceset toprağa verilirken hazırol vaziyetinde duran İngilizler havaya bir el ateş ederlerdi.”

Anlatan: Avni Nalbantoğlu

Röportaj: Salih Çelebioğlu

   Kampta geçen günler:

   Mağusa’ya daha çıktığımız ilk gün yabancı bir diyara geldiğimizi anladık. Mağusalı Türklerin bizleri ağlıyarak karşılamaları kaderin rengarenk elbiseler ile herhangi bir Anayurt kasabasından farksız bir yerde olduğumuzu öğrendik. Bu hissi bütün esaret süresince duydum. Türk kumandanı olduğum için günde üç defaya kadar olmak üzere kasabaya gidiş izni aldım. Fakat bu şehri yalnız olarak değil bir nöbetçinin refakatinde ziyaret yapmıştım. İşte bu ziyaretlerimde bir kısım halkla temas etmek de buldum ve onların bizim Anadolu’da besledikleri ... bizzat müşahade ettim. Bu temaslarımda onlardan Anadolu’nun işgaliyle ilgili haberler alıyordum. Bu sürede işgal yıllarında Atatürk’ün önderliğinde başlayan milli mücadele haberlerini de onlardan öğrendim.

   İngilizler gerek bizim, gerekse kampın temizliğine görev verirlerdi. Her sabah barakalarımızın temiz olup olmadığını yataklarımızın havalandırılıp havalandırılmadığını sık sık kontrol ederlerdi. Yıpranmış elbiselerimizin yerine yenilerini veriyorlardı. Bize ilk gün yatmamız için hasır verdiler. Sonraları pamukla doldurulmuş şilte dağıttılar. Şurasını tekrar belirtmek isterim ki, benim bulunduğum yerde hemen hepsi son partisini teşkil ediyordu. Daha önce de söylediğim gibi bizden sonra Bağdat cephesinden gelen esirler altıncı ve son bölmeye yerleştirildi. Biz hemen hemen kampın son günlerine yetiştik. Halbuki bizden önce çok gelenler vardı. İş... ilk günlerinde yani neticenin henüz alınmadığı zamanlarda İngilizlerin esirler hakkında tatbik ettikleri sistem, benim bulunduğum zamanki sisteme nisbeten farklı olabilir. Nitekim olmuştur da. Bu yüzden o günleri yaşamış asker arkadaşlarım “Hayır, İngilizler öyle değil, böyle yapıyorlardı” diye bir itirazda bulunabilirler. Bu itirazlarında kendilerine hak veririm. Çünkü ben, yalnız bulunduğum günlerin, bilhassa kendi bölmemin hatıralarını anlatıyorum.

   Her bölmede olduğu gibi bizim bölmede de büyük bir baraka cami olarak kullanılırdı. Dinî ibadetimizde serbesttik. Her bölmenin bir de kantini vardı. Bundan istediğimizi para mukabilinde temin edebiliyorduk. Haftada bir defaya mahsus olmak üzere tütün tayınımız vardı. Aramızdan bazı arkadaşlar ücret mukabilinde “kitchenboy” ve “batman” olarak çalışıyorlardı. Bunlar emeklerine karşılık az da olsa bir ücret alıyorlardı.

   Sizin de bildiğiniz gibi kamp deniz kenarında kurulmuştu. Bazı günler denize girmemize izin verilirdi. Fakat biz banyo yaparken, kayıklara bindirilmiş İngiliz askerleri nöbet bekliyorlar ve içerilere açılmamıza mani oluyorlardı. Bu tedbir aramızdan her hangi birinin yüzerek kaçmasını önlemek içindi.

   Havuza konan kereste

   İngilizler banyo yapmamız için bir havuz yapmışlardı. Havuzdaki suyu ilâçlıyarak bizi banyo yapmaya zorluyorlardı. Bunun gayesinin herhangi bir hastalığı önlemek için olduğuna inanıyorum. Zaten hastalığa karşı daima tetikteydiler. En ufak bir belirti görseler derhal hastahaneye gönderirlerdi. Kampın hemen alt kısmında bir hastahane vardı. Orada tedavi görürdük. Doktorlar bizi sık sık muayeneden geçirirlerdi. Bizim aramızda yabancı doktorlar olduğu gibi bir de Türk doktoru olduğunu işitmiştim. Fakat bunu kesin olarak hatırlamıyorum. Türk doktorun isminin İsmail Şevki olduğunu zannediyorum. Fakat kesin olarak hatırlamıyorum. İşte bu havuz meselesinin esasının sağlık işine dayandığını zannedişimin sebebi budur. Fakat bizim Mehmetler suyun ilâçlı olduğunu bildikleri için girmek istemiyorlardı. İngilizler havuzun bir başından girip, diğer başından çıkmayı şart koşunca istemeye istemeye giriyorlardı.”

10-kasim-2024-eralp-1-dunya-savasinda-kibrista-esirdim-2.jpg

Bu yazı toplam 933 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar