1 Mayıs ve Kıbrıs Türk Solu Üzerine Düşünceler
Bir avuç insandılar. 1958 1 Mayıs’ından sonra kurşunlandılar, hançerlendiler. Ülkelerini terk etmek zorunda kaldılar, sürgüne gittiler.
Kimi PEO sendikasında faal, kimi AKEL üyesi idi. Daha iyi yaşam koşulları için uğraş veren bu Kıbrıslı Türk Solcuların derinlemesine bir Marksizm bilgisi olduğu söylenemez.
Fakat sol dünya görüşünün en önemli özelliklerinden olan enternasyonalizm ve halkların kardeşliği şiarlarına yürekten bağlıydılar.
Kıbrıs Rum toplumuna düşman olarak bakmıyor, Türk milliyetçiliğinin hiçbir meşru zemini olmayan Taksim politikasına cesurca karşı çıkıyorlardı.
En önemli siyasal duruşları da, şüphesiz, bu idi. Kıbrıs’ın bölünmesini, yani Taksim fikrini reddediyor olmalarıydı.
Bu yüzden 1958 1 Mayıs’ından sonra saldırıya uğradılar ve ağır bedeller ödediler.
Birinci kuşağın ardından gelen ikinci kuşak Kıbrıslı Türk Solcuların da en esaslı duruşu, ülkenin bölünmesine karşı çıkmak ve Türk milliyetçiliğinin Kıbrıs tahayyülünü reddetmekti.
Bu hiç kolay değildi. Çünkü Taksim, derin devletin resmi tezi idi ve kelimenin tam manasıyla şiddetle hayata geçirilmek isteniyordu.
Nitekim ikinci kuşaktan solcular da baskıyla karşılaştılar.
Taksim Tezine Neden İtiraz Ediliyordu?
Çünkü bu proje, yayılmacı Türk milliyetçiliği ile kolonyal rejimin “eseri” idi ve her türlü meşru dayanaktan yoksundu. Enosise tepkiden doğmuşsa da, özü itibarıyla saldırgan-milliyetçi bir tahayyül idi. Toplam nüfusun %18’ini oluşturan etnik-akraba bir topluluğun varlığını ileri sürerek bir ülkeyi bölmeye kalkışmak, gerici olduğu kadar saldırgan bir politikaydı. Nitekim Türkiye İşçi Partisi lideri Mehmet Ali Aybar, 10 Mayıs 1964 tarihinde Bursa’da yaptığı bir konuşmada Taksimin Enosisten farklı olduğunu şu sözlerle ifade ediyordu: “Kıbrıslı Türklerin, kuşaktan kuşağa miras kalmış, yolunda dövüşülüp ölünmüş bir Ana Vatana ilhak ülküleri olmamıştır. (...) Oysa Rumların kuşaktan kuşağa gelişmiş bir Enosis davaları vardır ve bu ülkü yolunda teşkilatlar, silahlı birlikler kurmuşlar, yıllardır İngilizlere karşı dövüşmüşlerdir.”
Aybar devamla, Kıbrıslı Rumların Enosis mücadelesi karşısında Kıbrıs Türk liderliğinin İngiliz kolonyalistlerin yanında yer aldığını belirtiyordu: “Rumların İngiltere’ye karşı her direniş ve ayaklanmalarında Türk cemaatinin liderleri İngiltere’ye bağlılık belirtmişlerdir.”
(Abdullah Korkmazhan, Türkiye Solu ve Kıbrıs Sorunu (1950-1980), Doktora Tezi, Türk ve Ortadoğu Çalışmaları Anabilim Dalı, Kıbrıs Üniversitesi, Lefkoşa, 2016 s.69-70)
1974’te Yunan Cuntasının Makarios’a karşı düzenlediği darbenin ardından Türkiye hem Garanti Antlaşmasını, hem de uluslararası hukuku ihlal ederek ülkeyi coğrafi ve demografik olarak ikiye böldü. Adanın kuzeyinde yaşayan Kıbrıslı Rumlar zorla yerlerinden edildi ve mallarına el koyuldu.
Bu etnik temizlik operasyonu sonucunda Kıbrıslı Rumların “millileştirilen” toprakları üzerine devlet kurmaya kalkışmak, saldırgan milliyetçiliğin doruk noktasını oluşturacaktı.
KKTC bu yüzden hiçbir ülke tarafından tanınmadığı gibi, birinci ve ikinci kuşak Kıbrıslı Türk Solcuların vicdanında da kabul görmedi.
Kıbrıs Türk Solun çok geniş bir kesimi Kıbrıs’ın siyasi birliği uğruna mücadele etmeyi sürdürdü.
Sol’un Pragmatist Federalistleri
Kıbrıs Türk Solu bütün zamanlar boyunca federal devlet fikrine sahip çıkarken, sadece soyut anlamda adanın bölünmüşlüğüne kaşı çıkmıyor, KKTC’nin gayrı-meşru bir yapı olduğunun bilinci içinde, yayılmacı Türk milliyetçiliğine de karşı çıkıyordu.
Nasıl ifade edilirse edilsin, Sol siyasal duruşun içeriğinde bu anlamlar vardı.
Maalesef bu siyasi duruş giderek değişime uğruyor ve yerini barış, adalet, hakkaniyet ve ortak yurt gibi değerlerden uzaklaşan pragmatist bir siyasete bırakıyor.
Günümüzde Solda yer alan bazı pragmatist kadrolar, federal devlet fikrini desteklerken, KKTC’nin tanınmayan bir devlet olması gerçeğinden hareket ediyorlar. “Madem KKTC tanınmıyor, Kıbrıslı Rumlarla federal devlet kurmaya mecburuz” demeye getiriyorlar.
Burada ne milliyetçilik eleştirisi var, ne de 1974 haksızlığını ve hukuksuzluğunu kınama var!
Burada KKTC’nin tanınmamasından kaynaklanan bir tür mecburiyet söz konusudur.
Yani, federal devlet fikri toplumların barış içinde bir arada yaşayacağı bir vizyon değil, mevcut koşullardan kaynaklanan bir ehveni şerdir!