1 Mayıs ve yapısal reformlarımız…
Anastasiadis, doğal gaz ve petrolden doğacak gelirlerin nasıl değerlendirileceği ile ilgili CNN’e açıklamalarda bulundu. Enerji kaynaklarına sahip diğer ülkelerin tecrübelerinin göz önünde bulundurulacağını ve petrol / doğal gaz lanetine kapılmamak için gerekli düzenlemelerin önceden yapılacağını vurguladı. Bunun için Norveç Modeli üzerinde durulduğunu ve İskandinav ülkelerindeki gibi özerk bir refah fonunun kurularak doğacak gelirlerin büyük kısmının bu fona aktarılmasının öngörüldüğünü söyledi.
Bu yolla enerjiden doğacak refaha ilişkin toplumda oluşan beklentilerin yönetilmesi mümkün olabilecek, gelirlerin sadece bugün için değil esasta gelecek nesiller için kullanılacağı hususunda halk bilinçlendirilmiş olacak, Kıbrıs’ın örneğin petrol zengini Ortadoğu ülkelerine benzeyeceği yönünde beklentilerin oluşmaması sağlanacak.
Bir ülkede kamu gelirlerinin doğru kullanılıp kullanılmadığını anlamak için öncelikli olarak ekonominin sürdürülebilir olup olmadığına, demokrasinin kalitesine ve sosyal politikaların kapsayıcılığına bakılıyor.
Herhangi birisinde aksama varsa yapısal reformlara başvuruluyor.
Enerjiden doğan gelirlerin siyasetçiler tarafından günübirlik kullanılması nedeniyle sağlıklı vatandaş - devlet ilişkilerinin oluşamaması yani demokrasinin gelişememesi, literatürde, “petrol / doğal gaz laneti” şeklinde tanımlanıyor.
Biz de buna çok benzeyen bir lanete kapılmış durumdayız.
Yapısal reformlara yoğunlaşmamızı engelleyen ana unsur ise üretimden kaynaklanmayan gelirlerimizin sebep olduğu toplumsal yozlaşmadır.
Gelirlerimizi etkin ve verimli biçimde kullanamadığımız için sürdürülebilir ekonomiye geçişi sağlayamadığımız gibi demokrasimizi de güçlendiremedik, sosyal haklar ve hizmetler bakımından da her gün biraz daha geriye gitmekteyiz.
Bu tespiti yapmak, Türkiye’nin mali yardımlarının giderek arttığı koşullarda dahi bu kötü gidişatın yaşandığını bilmek ve buna göre ülke siyasetine yön vermek ilerici siyasetin öncelikli görevidir. Hele bu sorunumuzun pek çok alanda toplumsal hassasiyetlerimizi kabartan gelişmelere sebebiyet verdiğini gözlemliyor ve bu hassasiyetleri bir seçim enstrümanı gibi algılamak yerine değişim sürecimizin girdileri olarak değerlendirebiliyorsak…
Kimliğimizin, kültürümüzün ve kendi kendini yönetme irademizin odağında yer aldığı toplumsal hassasiyetleri temel alırken mali yardım bağımlılığımız ile yüzleşmemiz, bu laneti toplumumuza anlatmamız ve tıpkı Anastasiadis’in enerji gelirlerine ilişkin yaklaşımındaki gibi başta kamu bütçemizin üçte birini teşkil eden Türkiye’nin mali yardımları olmak üzere ülke gelirlerimizin bütününü sürdürülebilir ekonomiye geçiş, demokrasimizin güçlendirilmesi ve sosyal hak ve hizmetlerin etkinleştirilmesi ana hedefleri doğrultusunda değerlendirebilmemiz gerekmektedir.
Siyasi irademize sahip çıkmanın en etkili aracı bu bakış açısıdır.
Dışarıdan yapılacak yönlendirmelerle değil kendi irademizle yapısal reformlarımızı hayata geçirmemizin zamanı bana göre gelmiştir.
Yürürlükteki mali yardım modelinden proje bazlı destek modeline geçişin arzulanan toplumsal değişimi ve dönüşümü hızlandıracağı üzerinde durulmalıdır.
Mevcut yapıdaki yozlaşma tüm değerlerimizi altüst etmektedir.
56 yıl aradan sonra iki toplumun 1 Mayıs’ta gerçekleştireceği ortak etkinliğe vereceğimiz katılım desteği, siyasal duruşumuzun ana motivasyonunu da açıklar niteliktedir: Emek, demokrasi, barış, sosyal adalet, tüm kurumlarımızın sürdürülebilirliği ve iş barışı, fırsat eşitliği, güçlü sosyal politikalar…
Siyasi irademize sahip çıkma yaklaşımının 1974 sonrasında oluşturulmuş Denktaş-Eroğlu rejiminin devamını sağlamaya dönük Türkiye’ye “mali yardımları artırmak zorundasın” yollu bir tehdit gibi algılanmaması için kendi yapısal reformlarımıza odaklanmakla mükellefiz. Demokrasimizi güçlendirmek için Anayasa değişikliği ve sivilleşme dâhil gerekli adımları ele alırken, deve kuşu misali başımızı kuma gömmek yerine sürdürülebilir ekonomiye geçişin gereklerini de açıklıkla konuşabilmeliyiz.
Emek yanlısı toplum kesimlerini öncelikli müttefikimiz olarak görürken mali yardım lanetinden beslenen mevcut yapının devamına dönük bu kesimlerin hassasiyetlerinin arkasına gizlenmiyor oluşumuz bizi Derviş Eroğlu siyasetinden ayıran en temel özelliğimizdir.
Yaşasın 1 Mayıs! Yaşasın ortak vatan için ortak mücadelemiz!