1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. 12 Eylül’ün Portresi çizildi
12 Eylül’ün Portresi çizildi

12 Eylül’ün Portresi çizildi

12 Eylül’ün Portresi çizildi

A+A-

Simge Çerkezoğlu

Ayşe Ayben Aytunç sinema ve televizyon mezunu. İlk belgeselini Cemal Süreyya ile ilgili yapan Aytunç’un, sesini geniş kitlelere duyurması ilk uzun metrajlı belgesel filmi ‘Eylül’ün Kadın Yüzleri’ ile mümkün oldu. 12 Eylül’de yaşananları kadın gözüyle anlatan ilk ve tek belgesel olma özelliğine sahip bu yapım, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Platformu sayesinde ülkemizdeki izleyicilerle buluştu. Hepimizin sarsılmasına ve bir kez daha darbenin, savaşın ve zulmün ne denli kötü olduğunu fark etmemize neden oldu.

“HEP DİRAYETLİ KADINLARIN HİKÂYESİNİ ANLATIYORUM”

Aytunç yaptığı ve yapacağı tüm projelerde aslında ortak bir mesaj vermeye çalışıyor…   
“Doğrudur tüm çalışmalarımın ortak mesajı var. Hepsi ayakta kalmayı başaran ve direnen kadınların hikâyesi. Bu kadar çok acılar yaşanmasına rağmen hikâyesini anlattığım kadınların hiçbiri yenilmedi. Hepsi ayakta. Belgesellerimde bugün politika veya sanatın içinde olan dirayetli kadın figürleri yer alıyor. Hep onların hikâyesini öne çıkarıyorum ki başkalarına, başka kadınlara da umut olsun.”

Sanatçıya göre aslında her şey bir belgeselin konusu olabilir. Belgesel adeta hayatın içinde saklı…
“Tabii her şeyin belgeseli yapılır ama insan hikâyeleri çok önemli. Bir şeyi konuşurken bile, mesela sizin kendi ailenizin geçmişinde de birtakım acılar mutlaka vardır. Burası da savaşın yaşandığı bir coğrafya. Burada da çok hikâye var. Ben aslında biraz da kendi etrafıma bakarak, kendi konularımı buluyorum. Ben Çerkez kökenli bir kadınım. Hayalimdeki en önemli proje Çerkezlerin iç tehcirini anlatacağım bir belgesel yapmak. Belgesellerimde ve kısa filmlerimde kendime yakın hissettiğim politik ve içinde kadın olan konuları anlatmayı tercih ediyorum.”

Kadınların emeğine sinema sektöründe de sahip çıkılmadığını ve yok sayıldığını söyleyen Aytunç, bir kadın yönetmen olarak sinemada kadın figürüne ilişkin değerlendirmelerde bulunuyor.
“Ben içinde kadınların olduğu konuları işlemeyi tercih ediyorum çünkü kadının emeği sinema sektöründe de yok sayılıyor. Yönetmenler genelde erkek oluyor. Kadınlar sadece oyuncu ve figür olarak sinemada yer alıyor. Özellikle de dizilerde güçlü kadın figürleri yerine daha çok entrikacı kadın figürleri ve başrol yerine yan rollerde kadın sanatçıları görüyoruz. Ben kadının emeğini sinemada da görünür kılacak işler yapmak istiyorum.”

********************************
 
“BELGESELLE 12 EYLÜL’ÜN PORTRESİNİ ÇİZDİK” 

Eylül’ün Kadın Yüzleri 32 kadının 12 Eylül darbesinde neler yaşadığını konu alıyor. Bir anlamda darbeyi kadınların gözünden anlatıyor. 
“Eylül’ün Kadın Yüzleri belgeseli Mamak, Metris ve Diyarbakır Cezaevinde yatan kadınlar yanında, tutuklu olmayan ancak darbeye şahitlik eden ve bundan etkilenerek işten atılan sanatçı ve akademisyenlerin de yer aldığı bir yapım. 32 kadınla bu belgeselde 12 Eylül’ün portresini çiziyoruz. Elbette belgeselde Diyarbakır Cezaevi öne çıkıyor. Bu cezaevi Gülten Kışanak, Filiz Ağın ve Mevlüde Acar tarafından temsil ediyor. Diyarbakır Cezaevi’nin 12 Eylül darbesinin en ağır yaşandığı cezaevi olması da biraz daha öne çıkmasına neden oluyor.”

Belgesel Türkiye’de bir ilk olması… Militarist olan ve akla hep erkekleri getiren darbeyi kadınlarla bütünleştiriyor.
“Belgesel beş yılda yapıldı. Ben zaten 16 yaşımdan bu yana Türkiye’deki kadın hareketinin içinde olan bir kadındım. Etrafımızda solcu, o dönemi yaşayan ablalarımız vardı. Ancak o ablalarım hiç konuşmuyor, yerine hep erkekler konuşuyordu. Oysa kadınların da çok değerli öyküleri vardı. Gün geldi ben onlardan bu öyküleri anlatmalarını istedim. Seve seve de anlattılar. Onların desteği ve anlattıkları olmasaydı zaten film de olmazdı. Doğrudur darbe çok askeri ve militarist bir şey. Bu kadınlar erkeklerle birlikte devrim yapmayı ve yeni bir dünya kurmayı hayal ettiler. Onlarla birlikte aynı yolları paylaştılar. Ama kadınların emeği hep yok sayıldı. Biz yok sayılan bu emeği filme katılan kadın arkadaşlarla gözler önüne serdik ve hatırlattık.”

Belgesel Melike Demirağ’dan, Nur Sürer ve Zeyno Oral’a kadar çok farklı kesimlerin kadın hikâyelerine ve kayıp ailelerine yer veriyor…
“Bu kadar fazla kadının darbeyi anlattığı ilk film bu. Belgesel 12 Eylül’ün kadınlara ne yaptığını ve o kadınların yenilmeyip Türkiye’deki kadın hareketinin nüvelerini ve hareketin bu günlere nasıl geldiğini anlatan 102 dakikalık bir belgesel. Aslında 35 yılı, 102 dakikaya sığdırmaya çalıştık. Şimdi bu belgeselin kitabını hazırlamaya çalışıyoruz. Elimizde 60 saatlik bir kayıt var. O kayıtdan da kitap hazırlığı içindeyiz.”

**************************

“KAYIP HİKÂYELERİ ÇOK TRAJİK”

32 hikâye içinde Aytunç’u en çok etkileyen, kayıp şahısların anlatıldığı hikâyeler…
“Kayıp ailelerin hikâyeleri beni çok etkiledi. O kayıp aileleri temsilen belgeselin içinde Hayrettin Eren’nin ailesi var. Annesi Elmas Eren ve kardeşi İkbal Eren’nin hikâyeleri. Beni bu hikâye çok etkiledi. Elbette eşini ve çocuğunu kaybeden çok insanın hikâyesini dinledim ama o kayıpların mezarları var. Bir yol uğruna hayatlarını feda ettiler. Buna inanıyorlar. Ancak 35 yıl önce evden normal biçimde çıkan bir insanın bunca yıl içinde ne kemiği ne de mezarına ulaşılamıyor. Ortadan kayboluyorlar. O ailenin dramı, ki onlar bunu dram gibi yaşamıyorlar, hala her hafta Cumartesi anneleriyle birlikte Taksim’de oturarak mücadeleye devam ediyorlar. İşte beni en çok etkileyen bu aileler oldu, Hayrettin Eren’nin hikâyesi oldu. Kıbrıs’ta da kayıp hikâyeleri olduğunu bu gelişimizde öğrendim. Ama Türkiye’deki kayıp hikâyeleri çok daha trajik çünkü bunu size kendi devletiniz yapıyor. Aslında sizi korumak ve kollamakla yükümlü olan devletiniz.”

“KÜRT SAVAŞININ TEMELİ 12 EYLÜL’E DAYANIYOR”

Bülent Arınç da belgeseli izleyen ve bunun üzerine yorum yapan isimlerden biriydi. O günlerde yaptığı açıklama çok tartışılmış, Gülten Kışanak’ın Diyarbakır Cezaevi’nde yaşadıklarını duyduğu zaman dağa çıkmasını haklı gördüğünü söylemişti.  Aytunç’a göre ise bu açıklama samimiyetsiz…
“Ben dağa çıkmanın çözüm olmadığını düşünüyorum. Bugünkü meselenin ve yaşadığımız Kürt savaşının temeli 12 Eylül’e dayanıyor. Eğer o Diyarbakır Cezaevi olamasaydı ve Diyarbakır Cezaevi’nde Kürtlere yapılan zulüm olmasaydı bugün bizim PKK diye sorunumuz olmayacaktı. Bu Diyarbakır Cezaevi’nin zulmünden çıkan bir şey. Bülent Arınç bunu söyledi çünkü o dönemde gündemde çözüm süreci vardı. Kendi de o konuda yetkiliydi. Madem o kadar iyi anlamıştı yaşananları o zaman bu sürece devam etseydi ya da etselerdi. Bana Arınç’ın üzüntüsü samimi gelmiyor. Yine de bu kadınların birçoğu hikâyelerini ilk defa anlattı. Üstelik ailelerine bile anlatmadıkları detaylarıyla. Kadından kadına terapi oldu. Ben zaten sorularla gitmedim. Sadece ‘12 Eylül size ne ifade ediyor, süreç nasıl işledi’ dedim. Onlar hikâyelerini anlattılar. Aslında insanlarda empati yaratma, özellikle yeni nesillere o günleri anlatma da önemli. Yeni nesiller Kenan Evren’i sadece ressam olarak biliyordu. Vedat Türkali’nin de dediği gibi herkes tarihi kendi kuşağıyla başladı sanıyor. Kimse süreçleri bilmiyor. Bu belgeseli izleyen gençler ise kendi yürüdükleri yolun öncesini de görüyor, empati kuruyorlar.”

Yeni projeleri hakkında da bilgi veren Aytunç, yine ses getirecek projelere imza atmaya hazırlanıyor gibi…
“Daha önce kısa filmler ve bir Cemal Süreyya belgeseli yaptım. Eylül’ün Kadın Yüzleri ilk uzun metrajlı belgeselim. Şimdi ‘Silsilenin Dibinde’ isimli bir projemiz var. Kültür Bakanlığı’ndan destek aldı. Ayrıca bu belgeselin devamı yönünde ‘Gölgesini Kaybetmeyen Kadınlar’ isimli bir çalışmam var. O belgeselde de darbe ve baskı dönemlerinde sürgüne giden, mülteci kadınların hikâyesini anlatacağım. Bu hikâyede 12 Mart darbesi nedeniyle sürgüne giden, 44 yıldır Türkiye’ye dönemeyen, şu an 75 yaşında olan İnci Öz’den yola çıkıyorum. O en yaşlı sürgün kadınımız, oradan Pınar Selek’e kadar ki Pınar’ın durumu da sürgün, o dönemleri anlatacağım.”

Bu haber toplam 1821 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 233. Sayısı

Adres Kıbrıs 233. Sayısı