1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. 14 Mayıs Seçimleri ve Kıbrıslı Türk Aydınların Durumu Üzerine
14 Mayıs Seçimleri ve Kıbrıslı Türk Aydınların Durumu Üzerine

14 Mayıs Seçimleri ve Kıbrıslı Türk Aydınların Durumu Üzerine

Yapmamız gereken Lefkoşa’dan dünyaya bakmak, Lefkoşa merkezli yeni bir yaşamı inşa etmek için mücadele etmektir. Somut koşullarımızı tahlil edebildiğimiz sürece yeni direniş pratikleri işgal bölgelerinde Türk kolonyalizmine karşı yükselecektir.

A+A-

Halil Karapaşaoğlu
[email protected]

“14 Mayıs seçimleri ve bu seçimler sonucunda oluşacak yeni yapının Kıbrıslı Türk aydınlarına etkisi ne olacaktır?” sorusunu bu makalede tartışmaya çalışacağım. 14 Mayıs’a doğru giden bu süreçte özellikle Türk ekonomisindeki gelişmeler ve yeni kavşaklar üzerinde duracağım. Faşizm ile totaliter anlayışların hangi koşullarda ortaya çıktığını tartışmaya gayret göstereceğim. Bunu yaparken de özellikle Marksist metodolojiye sadık kalarak demokrasi, insan hak ve özgürlüklerinin sermaye hareketleri ile olan ilişkisine eleştirel açıdan dikkat çekmeye çalışacağım.

 

Neo Liberal Politikalardan Devlet Kapitalizmine; Dünya’da Kapitalizm

1944 yılında imzalanan Bretton Woods Anlaşması ile ABD liderliğinde Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu (İMF) kurulmuştu. ABD dolarının hegemonyasında yeni bir kapitalizm restorasyonuna geçilmişti. Bretton Wood kurumları olarak faaliyet gösteren İMF ve Dünya Bankası neo liberal politikaların diğer ülkelerde de uygulanması için katalitik bir rol üstlendiler (Voutsa, Borovas, 2015, syf. 173). İkinci Paylaşım Savaşı’nın sonlarına doğru imzalan bu anlaşma ile ABD hegemonyasında yeni bir siyasi ve ekonomik döneme de girilmiş oldu. 1980’li yıllardan itibaren ise neo liberal ekonomik modele geçiş yapıldı.

1949 yılında ise Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü, (North Atlantic Treaty Organization, NATO) Washington D.C.’de imzalanan bir antlaşma ile bu projenin askeri kanadı da bu yeni ekonomik ve siyasi yapının korunması ve yayılması için kuruldu. 1952 yılında ise Türkiye Nato’ya girdi.

1945 yılından sonra ABD müttefikleriyle birlikte soğuk savaş öncesi ve sonrası İMF, Dünya Bankası ve NATO gibi gerek ekonomik gerek askeri aparatlarıyla dünyadaki kapitalist tahakkümün kurucusu rolünü üstlendi. 1980’li yıllardan 2008 yılına kadar giden süreçte neo liberal kapitalizm dünyada yayılmaya devam etti. 2008 yılında ise küresel olarak derin bir krize girdi. 2008 krizi kapitalizmin en derin krizlerinden biri olarak değerlendirilmektedir. 2008 krizinden sonra devlet kapitalizmine geçiş süreçleri başladı (Şimşek, 2015, syf, 110).

2006 yılından itibaren ABD’de konut değerlerinde düşüş yaşandı. 2008’de finansal kriz doruğa ulaştı. 1929 “Büyük Buhran” krizinden 2008’e kadar olan süreçte tarihin en büyük krizi başlamış oldu. Sadece ABD’de 2.6 milyon insan işini kaybetti. Tüketici harcamaları yavaşladı ve düşmeye başladı. Harcamaların düşüşe geçmesiyle kitlesel işsizlikler açığa çıktı. Aile gelirleri azaldı. Meta satışlarının düşmesine paralel olarak kâr oranında kayıplar yaşanmaya başlandı. Bu da sistemin küçülmeye gitmesini sağladı (Welch, 2012, syf. 223). Faiz oranlarının düşmesiyle birlikte bankalar tarafından düşük gelirli kesimler konut kredisi için borçlandırıldı. Bu konutların değerinin artmasına sebep oldu. Konut kredilerini ödemekte zorlanan yoksul kesimlerin evlerine teker teker haciz gelmeye başladı. Bu da piyasada konut değerlerinin aniden düşmesine sebep oldu. İnsanlar, evinin değeriyle bankadan çektiği kredi arasındaki uçurum artınca banka borçlarını ödeyememeye başladı. Bu da finansal bir krizin açığa çıkmasına sebebiyet verdi. Bu krizin sebeplerinden biri neo liberal ekonomik modelin uygun gördüğü kredi sistemindeki denetim ve kontrolü yoğunlaştırmaması tam tersine gevşetmesi oldu.

Devlet kapitalizmi bu anlamda neo liberal kapitalizme alternatif oluşturacak bir ekonomik model olarak yükselişe geçti. Devlet kapitalizminde piyasa kontrolü, denetimi ve düzenleyicisi devletin kendisidir. Bu ne anlama geliyor? Bu şirketleri devletin çalıştırması anlamına geliyor. Başka bir deyişle kamu kuruluşlarının devlet tarafından şirket çalıştırılır gibi işletilmesi söz konusu oluyor.

Devlet kapitalizmine geçiş yapan veya geçiş yapma sürecinde olan ülkeler kapitalizmden kopmazlar.  Bu ülkeler, kapitalist ekonomi politik teorilerinden uzaklaşmamışlardır. Devlet kaptilalizmi neo liberal kapitalizme karşı bir ekonomik teori olmayıp, kapitalizmin içine girdiği krizden çıkmak için ortaya konan ekonomik bir yaklaşımdır. Devlet kapitalizmi neo liberal ekonomik yaklaşımının ortaya koyduğu ekonomik modelleri de reddetmez. Hatta koşullara göre bu ekonomik pratikten de yararlanmaya devam eder. Devlet, kapitalizmi düzenlemeye devam ederken, özel sermaye grupları da faaliyetlerine devam etmektedir. Öte taraftan devletin de üretim ilişkilerinde belirleyici bir pozisyonda olduğunun altını çizmek gerekmektedir.

Devlet kapitalizminde otoriter liderler iktidara gelir. Yargı, medya ve parlamento liderin etkin kontrolüne geçer. Kendine yakın sermaye gruplarının güçlenmesini sağlar. Bu durum o gruplar arasında refah yaratılmasını sağlar (Kutlay, Öniş, 2020, syf. 48). Çin’in ortaya koyduğu ekonomik model olarak karşımızda duran devlet kaptalizmi Macaristan ve Türkiye gibi liderliklere sahip devletler içinde alternatif bir model olarak durmaktadır.

2001 yılında Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika Cumhuriyeti’nin katılımıyla (BRICS) dev bir ekonomik örgütlenme başlatılmış oldu. Ülkelerin baş harflerinin alınmasıyla bu yapılanmaya kısaca “BRICS” dendi. 2020 yılından sonra Cezayir, Arjantin, Bahrin, Belarus, Mısır, Endonezya, Nijerya, Pakistan, Sudan, Türkiye ve başka birçok ülke BRICS’in parçası olmak istediklerini dile getirdiler. BRICS, ABD kapitalizmine karşı başka bir kapitalist blok oluşturmak için çok önemli bir yapılanma olarak karşımızda durmaktadır. 2014 yılında BRICS’ın finans kurumu olarak “New Development Bank- NDB” (Yeni Kalkınma Bankası) kuruldu. 2015 yılında ise IMF’nin karşılığı olarak “BRICS Contingent Reserve Arrangement-CRA” kuruluşu BRICS tarafından ilan edildi. Bunun yanında BRICS’in NATO karşısında askeri bir ittifak oluşturması tartışmaları da devam etmektedir. Nitekim 17 Şubat 2023 tarihinde Rusya, Çin ve Güney Afrika Cumhuriyeti ortak deniz tatbikatı gerçekleştirdi.

 

Egemen Sınıfın Aygıtı Olarak Devlet; Türkiye’de Kapitalizm

Engels, üretim ve ulaştırma araçlarının şirketler tarafından yönetilemeyecek kadar büyüdüğü durumlarda, bu araçları devletleştirmenin ekonomik bir zorunluluk haline geldiğini ifade eder (Engels, 2020, syf.94).  Engels’in ifade ettiği nokta pazarın büyümesiyle ortaya çıkan ekonomik büyümenin sermaye tarafından kontrol edilmesinde karşılaşılan yetersizliktir. Bu koşullarda devlet bu ekonomik büyümenin kontrolü için devreye girmektedir. Engels “devlet kapitalizmi” diye bir terminoloji kullanmamasına rağmen devletin ve devletleştirmenin hangi koşullarda açığa çıkabileceğine dair bize fikir verir. Aynı zamanda devletin sınıflı toplumlardaki işlevini de anlatır.

Devlet, sınıfların çatışmasından doğduğundan, sınıflar arası zıtlıkların kontrol edilmesini sağlar. Devlet, egemen olan güçlü olan sınıfın devletidir. Bu şekilde egemen sınıf diğer sınıfı sömürmek ve baskı altında tutmak için devleti kullanır (Engels, 2020, syf. 2013). Bu bağlamda devlet, kapitalistlerin ezilenlerin denetimi ve kontrolü için kullandığı bir aygıttır. Devlet özel bir baskı gücüdür (Lenin, 2021, syf.32). Devletin özel bir baskı gücü olarak faaliyet göstermesindeki temel etken sınıflar arası karşıtlıkların giderilememesidir (Lenin, 2021, syf.19).

AK Parti iktidara geldikten sonra yeni bir sermaye grubu daha çok görünür olmaya başladı. İktidarı sırasında korkunç bir büyüme gösteren şirketler arasında Çalık Holding (Ahmet Çalık), İç Holding (İbrahim Çeçen), Cengiz Grubu (Mehmet Cengiz), Ethem Sancak, Fettah Tamince, Kiler Grubu, Kalyon Grubu Kuzu Ailesi, Cihan Kamer ve Akın İpek gibi şirketler ve isimler vardır (Buğra, Savaşkan, 2021, syf. 143). Bu holdinglerin ortaya çıkışı, AKP’nin bu şirketlerin önünü açacak politik uygulamaları, Türk sermayesinde muazzam bir yoğunlaşmayı ve büyümeyi de getirmiştir.

Siyasal partiler, sınıfların iktidarı ele geçirme araçlarından bir tanesidir. Burjuvazi, iktidarı ele geçirmek için bu yönde partiler kurar veya kurulmuş partileri destekler. Burjuvazi, kendi hak ve çıkarlarını koruyan kendi adaletini, ekonomik ve sosyal düzenini yaratmak için bu tarz girişimlerde bulunmak zorundadır. Kamu ihalelerinin alınması, kamu kuruluşlarının kendilerine peşkeş çekilmesi, vergi afları, ithalat ve ihracatta sermaye gruplarının önlerinin açılması gibi birçok adım siyasal partinin beslendiği sermaye grupları için düzenlenir. Kapitalizm’de asgari ücretin belirlenmesi, sermaye gruplarına rağmen yapılmaz. Patron, işçinin emeğinden, ürettiği artı değerden kâr marjını yükseltir. Kârının kaçta kaçından feragat edeceğini, başka bir deyişle işçinin emeğinin kaçta kaçını sömüreceğini yine asgari ücretin belirlenmesi aşamasında hem iş veren tarafı olarak hem de seçtirdikleri siyasiler aracılığıyla masada pozisyon alırlar. Dolayısıyla siyasal iktidarı ele geçirme aracı olarak parti ve sermaye arasında diyalektik bir ilişki olduğunu ifade edebiliriz.

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2011 seçimlerinde zafer kazanmasıyla birlikte Türkiye yeni bir ekonomik döneme de girmiş oldu. Bu yeni ekonomik dönemin karşılığı devlet kapitalizmidir (Öniş, 2019, syf. 202). Yukarıda bahsettiğim gibi devlet kapitalizmi neo liberal politikalardan kopma anlamına gelmemektedir. Türkiye’de aynı anda neo liberal politikalar da devam etmektedir.

Ali Burak Güven ise Türk kapitalizminin yapısını incelerken üç karakteristik özelliğinden bahseder. Bunlardan birincisi otoriter neo-liberalizm, ikincisi crony kapitalizm (Yandaş Kapitalizmi) üçüncüsü ise devlet kapitalizmidir (Güven, 2023).

Aaron O'Neill’ın yaptığı istatistiki araştırmaya göre Gayri Safi Yurt İçi Hasıla-Gross Domestic Product (GSYİH) (Piyasadaki mal ve hizmetlerin son tahlilde piyasadaki değeridir) 2011-2021 yılları arasında tarımda %2.63 oranında, servis sektöründe %0.3 oranında gerileme gösterirken, sanayi alanında %4.27 büyüme göstermiştir (O’Neill, Statista, 2023). Deutsche Welle’nin 2021 yılında yayımladığı habere göre 2021 yılının ilk çeyreğinde Türk ekonomisi %7 büyüme göstermiştir. Türkiye, Çin ve Tayvan’dan sonra 2021’in ilk çeyreğinde dünyanın 3. hızlı büyüyen ekonomisine sahip oldu (Duran, 2021).

Türk ekonomisi 2022 yılında ihracatta rekor kırdı. Erdoğan, ihracattaki büyümenin %13 oranında artış gösterdiğini, satışların 254 milyar dolara ulaştığını belirtmişti.  Finans alanında otoriterlerden biri olan JPMorgan Chase şirketi ise Türk ekonomisinin içinde bulunduğu durumun sürdürülebilir olmadığını, ekonominin 3. çeyrekte resesyona yani durgunluğa geçeceğinin altını çizmektedir (Yackley, Samson, 2 Ocak 2023).

Yavuz, geç gelişmekte olan ülkelerdeki iş dünyasının demokratik değerlerle ilgili hassasiyetlerinin yeteri kadar olmadığını ifade etmektedir (Yavuz, 2012, syf. 520). Yavuz’un altını çizdiği nokta önemlidir. Bu batı kapitalizmi ve doğu kapitalizmi arasındaki en temel farklardan bir tanesidir. Batıdaki kapitalist anlayış en azından bir döneme kadar burjuva zeminde insan hak ve özgürlüklerine karşı “hassas” davranmıştır. Bu hassasiyet kendi tahammül sınırları içinde kendini bulmuştur. Nitekim Ukrayna savaşında Polonya sınırında “sarışın” olanların sınırdan geçebileceğini ancak “esmer” olanların Ukrayna sınırında savaşın içinde kalmalarına zorlandıklarına tanıklık ettik. Irkçılık bir anda Avrupa’nın göbeğinde kendini göstermiş oldu. Rus edebiyatının temellerinden Dostoevsky’nin İtalya’da bir üniversitede yasaklanmaya çalışıldığını da gördük. Batı kapitalizminde insan hak ve özgürlükleri de belli bir alan içinde geçerliliğini korumaktadır. Ne yazık ki Yavuz’un dikkat çektiği nokta da doğu kapitalizminde burjuvazinin demokratik değerlerle ilgili hiçbir hassasiyeti yoktur. Nitekim bunu Türkiye’de de görmekteyiz.

 

Faşizm ve Otoriter Rejimler Üzerine

Kawashima’nın faşizm üzerine üç önemli tespiti vardır. Birincisi emperyalizmin kapitalizmin en yüksek aşaması olduğu kabulünden yola çıkar. Dahası, faşizmin kapitalizmin içinde bulunacağı bir krizde tepki olarak karşımıza çıktığını belirtir. İkinci olarak finans kapitalin ve finans oligarşisinin olduğu kapitalist toplumlarda çelişkilerin kaçınılmaz bir krize girdiğinde bir tepki aracı olarak ortaya çıktığının altını çizer. Üçüncü olarak ise emperyalizm aşamasında, kronikleşen kapitalist krizin kronik işsizliği ortaya çıkardığını ve bu kronik işsizliğe karşı bir tepki olarak karşımıza çıktını vurgular (Kawashima, 2021). Yani faşizm, kapitalizmin gireceği krizlere karşı bir tepkidir. Faşizm, sermaye hareketlerinden yola çıkarak kaçınılmaz olarak karşımıza çıkmaktadır. Başka bir ifadeyle faşizm burjuvazi tarafından kapitalizmin totaliter araçlarla savunulması koşullarında karşımıza çıkmaktadır (Sinclair, 1976, syf. 110). Bu koşullar da kriz koşullarıdır.

Türkiye Cumhuriyeti’nde her ne kadar faşizmi çağrıştıran uygulamalar olsa da bu bağlamda Türkiye faşizm evresine geçti diyemeyiz. Türkiye, AKP hükümetiyle birlikte feodalizm ve kapitalizm arasındaki üretim ilişkileri içinde feodalizmden kapitalizme doğru hızlı bir ilerleyiş sağlamıştır. Türkiye Cumhuriyeti ileri endüstrinin egemen olduğu bir ekonomik yapıya erişti de diyemeyiz. Bu nokta önemlidir. Türkiye’deki siyasal atmosferi tanımlayabilmek için kapitalist üretim ilişkilerinin evrimini, Türk kapitalizminin gelişim sürecini dikkatli bir şekilde incelemek zorundayız. Kapitalizm açısından Türkiye 1970’lerde bulunduğu konumdan çok daha ileri bir noktadadır. Ancak bu, Türkiye’nin emperyalist bir ülke olduğu sonucuna bizi getirmez elbette. Çünkü emperyalizm Lenin’in ifade ettiği üzere kapitalizmin en yüksek aşamasında kendini gösterir. Türkiye bu skalanın içinde basamakları çıkmaktadır. İleri endüstri ülkesi değildir. Ancak oraya doğru şahlanma, ulaşma arzusu içindedir. Bu skalanın içinde ilerlemektedir. Türk kapitalizmi 1970’lerden bugüne korkunç bir büyüme ve ilerleme göstermiştir.

Somut koşulların somut tahlilini yapmak işte tam da bundan dolayı önemlidir. Marksizm sürekli olarak değişen ve dönüşen koşulları anlamaya çalışmakta sürekli olarak tahlillerini güç ilişkilerini göz önünde bulundurarak yenilmek zorundadır.

Otoriter rejimlerin ortaya çıkması kapitalizmin iç dinamikleriyle bağlantılıdır (Held, 2004, syf.52). Horkheimer, Adorno ve Pollock’un içinde yer aldığı Frankfurt Okulunun önemli bir kanadı, tekelci kapitalizmde rekabetin gelişmesi otoriter devlet yapısının ilerleme koşulunu ortaya çıkarır, diye iddia etmektedir (Held, 2004, syf. 53). Franz Neumann, tekelleşme süreçlerinde yoğunlaşan sermayenin krizlere karşı daha hassas olduğunu ifade eder. Böyle durumlarda faşizmin nüvelerinin görünebildiğine vurgu yapar. Bu durumlarda demokratik hareketleri bastırmak için ekonominin devlete ihtiyaç duyduğunu belirtir (Neumann, 1957, syf. 265).

 

Devlet Kapitalizmi; Türkiye Varlık Fonu

Devlet Kapitalizminin en önemli bileşenlerinden bir tanesi “Ulusal Varlık Fonları”, “Sovereign Wealth Fund”dır.  AKP, 2016 yılında Türkiye Varlık Fonunu (TVF) kurmuştur. TVF’nin yönetim kurulu başkanı Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dır. TVF 7 ayrı sektörde faaliyetlerini sürdürürken, bünyesinde 29 şirket bulundurmaktadır. TVF, Finans Hizmetleri, Ulaştırma ve Lojistik, Enerji, Teknoloji ve Telekom, Tarım ve Gıda, Madencilik ve Demir-Çelik, Gayrimenkul ve diğer olmak üzere farklı alanlarda piyasanın içinde yer almaktadır. Ziraat Bankası'ndan Türk Hava Yollarına, Türkiye Petrolleri'nden Şans Oyunlarına, Turkcell'den Çaykur'a, Eti Maden'e kadar birçok şirketi bünyesinde toplamıştır.

Türkiye Varlık Fonu, dünyadaki en büyük 14. varlık fonu olarak dünya piyasalarında yerini almıştır (Top 100 Largest Sovereign Wealth Fund Rankings by Total Assets – SWFI). Varlık fonlarının esas amaçları yeni sermaye alanlarının yaratılması, sermayenin olanaklarını artırmak, sermaye yatırım yapma kabiliyetini yitirdiğinde, ona katkı sağlamaktır. Başka bir anlamda TVF topluma ait olan servetin sermayeye dönüşmesi için bir araç görevindedir (Demir,2021,syf. 224).

 

Türk Devleti ve Kolonyalizm

Türk ekonomisini, Türk kapitalizminin içinde bulunduğu evrimi kendi içinde değerlendirmek ve derin bir araştırmaya girişmek Türk Devleti’nin Kıbrıs’la gireceği ilişki biçimini anlamak için önemlidir. Bu aynı zamanda Türk kolonyalizminin yayılma politikalarını anlamlandırmamız ve tarif etmemiz için de gereklidir. Türk ekonomisinin kapitalist üretim ilişkilerinin içinde ilerlemesi demek Türkiye’deki işçi sınıfının yoksullaşması demektir. Türklük sözleşmesinin dışında kalan Kürtlere, Kıbrıslılara, Araplara ve diğer Türkleşme süreçlerinin dışında kalan etnik gruplara karşı Türk ırkçılığının ve şiddetinin artması da kaçınılmazdır. 1950’lerde Türk sermayenin yükselişi Demokrat Partiyle başlamıştı. Türkiye ilk kez Demokrat Parti liderliğinde 1960 darbesinde asılan Adnan Menderes’le serbest piyasa ekonomisine hızlı bir şekilde geçiş yapmaya başlamıştı. Türkiye Kıbrıs’la Menderes hükümetinde açık bir şekilde ilgilendi. Hatta Kıbrıs İstirdat Projesi olan Türk Mukavemet Teşkilatı Türk Derin Devleti tarafından Menderes’in verdiği yetkiyle kurulmuştur. Ne kadar ilginçtir ki Demokrat Parti geleneği üzerine kurulan AKP yine aynı şekilde Kıbrıs’la ilgili süreci başka bir noktaya taşımaktadır. 1974 işgalinin gerçekleştiği, Demokrat Parti ve AKP arasındaki dönemde de hatırlamakta fayda var Ecevit hükümetinin ortağı Millî Selâmet Partisi başkanı Necmettin Erbakan’dı. Türkiye’nin Kıbrıs’la ilgili kırılma süreçleri Adnan Menderes, Necmettin Erbakan ve Recep Tayyip Erdoğan hattında gelişmektedir.

Bu bağlamda Türk sermayesi hareket kabiliyetini artırdığı noktada Kıbrıs’la ilgilenmeye başladı diyebiliriz. Şimdi de Türk sermayesinin Afrika, Ortadoğu ve Asya’da faaliyetlerini başlattığı bir dönemde Kıbrıs’la kurduğu ilişkinin başka bir aşamaya gelmiş olduğunu görmekteyiz. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde neredeyse dünyanın %80’i batı ülkelerinin kolonisi olmuştu. Dünyanın %20’si ise dünyanın %80’ini yönetiyor ve sömürüyordu. Türk Devleti işte tam da bu koşullarda ortaya çıktı. Türk ulus devleti kurtuluş savaşından sonra %20’nin içinde sömüren ve yöneten pozisyonunda olmasa da sömürülen ve yönetilen pozisyonunda da olmadı. Burasının altını çizmekte yarar var. Çünkü Türk ulus devleti hiçbir zaman batılı devletler tarafından kolonize edilemedi. Bundan dolayı Türkiye’nin çok özel bir durumu vardır. Türkiye ne İngiltere’dir ne de Hindistan’dır. Sömürülen ülkelere bağımsızlıklarını veren batılı ülkeler kolonyalizmden neo kolonyalizme 1950’li yıllardan itibaren geçiş yapmıştır. Neo kolonyalizm kavramı Gana’nın 1960-1966 yılları arasında devlet başkanlığı görevini üstlenmiş Kwame Nkrumah tarafından ilk kez kullanılmıştır. Türkiye, Afrika ülkelerinin batıyla kurmuş olduğu sömürge ilişkilerinin içine hiçbir zaman girmemiştir. Dolayısıyla Türkiye’nin ekonomik ve siyasi dinamikleri bambaşka bir motivasyondan geliştiğinden Türkiye’yi yeni sömürgecilik tartışmalarının içinde de değerlendiremeyiz. Türkiye bu iki kutbun arasında kendine has ekonomik ve politik dinamiklerin olduğu özel bir yere sahiptir. Türkiye’nin NATO’yla girdiği ilişkiden sonra da Türkiye tamamen ABD’nin taşeronu olmuştur ya da tamamen bağımsız bir ülke olarak faaliyetlerine devam etmiştir, sonuçlarına da ulaşmak çok zordur. Farklı dönemlerde bu egemenlik ilişkisi artmış farklı dönemlerde bu egemenlik ilişkisi azalmıştır diyebiliriz. Bu durum kesinlikle ABD’nin kolonyal sömürü ilişkilerine girdiği eski sömürge ülkeleriyle aynı değildir. Bu tespiti yapmak Türk kolonyalizmini anlamak açısından önemlidir.

Bugün Türk Devleti ABD ile bağlarını tamamen kopartmamıştır. Ancak Türk Devleti’nin Çin ve Rusya ile de güçlü ilişkileri ve ittifakı söz konusudur. Nitekim Çin’in liderliğini sürdürdüğü ekonomik modeli de ABD’nin sürdürdüğü ekonomik modeli de kendi koşullarına göre uyarlamıştır. Kendine has ekonomik model ortaya çıkmıştır. Türkiye, Kıbrıs’ın kuzeyinde uyguladığı koloni politikalarının yanında Çin ve Rusya gibi devlerle birlikte Afrika kıtasında oluşacak yeni dönemde koloni politikalarını gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA), Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB), Yunus Emre Enstitüsü (YEE), Türkiye Maarif Vakfı (TMV), Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK), İnsan Yardım Vakfı (İHH) gibi temel kuruluşlarıyla koloni politikalarını Afrika ve Asya’da yürütmeye çalışmaktadır. Askeri, ekonomik, kültürel alanlarda Somali, Libya, Sudan, Etiyopya, Senegal ve Cezayir’de Türk koloni politikalarını görmekteyiz. Türk sermayesi Afrika ülkelerinde sermaye yatırımlarını çoğaltmaktadır.

 

AKP ve Kıbrıslı Türk Aydınlar

Türk Devleti Kıbrıslı Türklere, Kıbrıslı Türk aydınlara yönelik baskısını artırmıştır. Türk Devleti, 1958 yılından itibaren Kıbrıslı aydınlar üzerinde baskı kurmaktadır. AKP’nin iktidara gelmesiyle Kıbrıslı Türk solunun liderliğini yürüten CTP’nin, AKP ile girdiği işbirliğinden dolayı bu baskının merkezi soldan sağa dönmüştü. 2003’lü yıllardan itibaren Kıbrıslı Türk sağı üzerinde bir baskı vardı. 2011 yılından sonra AKP hükümetinin temel politikalarında değişiklik yapmasından sonra baskı merkezi sağdan sola kaymıştır.

Erdoğan’ın emriyle buradaki yerleşik nüfusun 22 Ocak 2018 yılında gerçekleştirdiği Afrika-Avrupa gazetesine yapılan saldırılar bir kırılma noktasıdır. O gün Kıbrıslı Türk aydınları çok korkunç bir deneyim yaşamıştır. Afrika-Avrupa gazetecilerine yapılan bu barbar saldırı aslında toplumun geneline verilen bir mesajdı. İlk kez Türk devleti 1958’den bu yana toplumun bütün kesimlerinin gözü önünde, saldırganların polis korumasında Kıbrıslı Türk aydınlara vahşi bir şekilde saldırılmasını sağlamıştı. Arkasından Hatay’ın muhtarlarının bile akın akın geldiği, AKP’nin seçim ofislerinin bütün kamu önünde kurulduğu, Milli İstihbarat Teşkilatı’nın Akıncı’ya yakın kişileri tehdit ettiği 2020 Cumhurbaşkanlığı seçimlerini gördük.

2020 seçimlerinin olduğu süreç içinde Afrika-Avrupa gazetesi yazarlarından Ozay Kurtdere 5 Ekim 2020 tarihinde Türkiye’ye girişi yasaklanan ilk kişi olmuştu. Kurtdere’nin Türk milli güvenliğini tehdit ettiği gerekçesiyle Türkiye’ye girişi engellenmişti. Girişi, Mayıs 2023 tarihi itibariyle son yasaklanan kişi gazeteci Ulaş Barış oldu. Ulaş Barış sosyal medya hesabından yasaklanma kararının Mart 2022'de alındığını belirtmişti. Bu ne anlama geliyor? Bu, buradaki TC valiliğinin ve TC istihbaratının sürekli olarak bu isimleri güncellediği ve yeni yasaklılar listesi oluşturduğu anlamına geliyor. TC Kıbrıs’ın kuzeyinde korku toplumu oluşturmak istiyor. Bu "evcilleştirme" politikalarının tümü Kıbrıslı Türk aydınlarının TC’ye biat etmesini sağlamak için ortaya konmuştur.

14 Mayıs 2023 tarihinde Türkiye’de çok kritik bir seçim vardır. Bir tarafta AKP’nin Çin ve Rusya ittifakıyla güçlü ilişkiler içinde olması, diğer tarafta neo liberal krizle boğuşan ABD ittifakıyla CHP ve Altılı Masa’nın seçimlere girmesi söz konusudur. AKP, TC devletini kapitalizmin gelişim süreçleri içinde çok güçlü bir noktaya getirmiştir. Oluşturduğu sermaye birikimi, tekelleşme ve bu sermaye yapılarına destek olmak için kurduğu varlık fonu yoğun bir sermaye birikiminin tahakkümünü getirmiştir. Göründüğü üzere burjuva demokrasinin birçok özelliği bile askıya alınmıştır.

14 Mayıs seçimlerini bu makalede ortaya koyduğum parametrelerle düşündüğümüzde AKP’nin kaybetmesi düşük bir ihtimaldir. AKP seçimi kaybetse bile Türkiye’nin içinde bulunduğu sermaye ilişkileri AKP’nin oluşturduğu siyasal ve ekonomik yapının değişmesine fırsat vermeyecektir. Bu rejimi korumak için elinden gelen her şeyi yapacaktır. Bundan dolayı Türkiye 14 Mayıs seçimlerinden sonra totaliter bir devlet yapısına daha yoğun bir şekilde bürünecektir. İnsan hak ve özgürlükleri askıya alınacaktır. Türkiye’nin koloni politikaları ve kolonyal bir güç olarak Türklerin dışında kalan etnik gruplara uyguladığı şiddet daha da artacaktır.

Şu an Kürt aydınlarının cezaevlerine atılması, Kürtlerin yerel yönetimlerine kayyumların atanması bu yeni yapının bir sonucudur. Aynı şekilde Kıbrıslı Türkler de bundan nasibini almaktadır. Sosyal hizmetler alanlarında yapılan protokolle Türkiye Kıbrıs’ın kontrolünü kendi atadığı memurlarıyla sağlamaya başlamıştır. Enerji ve sağlık alanında yapılan protokollerle kâr oranı artırılmak istenmektedir.

Falyalı cinayeti ile kara para, uyuşturucu ve kumar sektörleri üzerindeki denetim ve kontrol Türk mafyasına devredilmiştir. Ulusal Birlik Partisi’nin kurultaylarına yapılan müdahaleler de bütünsel politikaların sonucudur. Hatırlayalım gazeteci Şener Levent’e ve Ayşemden Akın’a Türkiye mahkemelerinde davalar açılmıştır. Gazetecilerimiz Türkiye mahkemelerinde yargılanmaya başlamıştır. Yani 2011 yılına kadar dolaylı olarak tahakkümünü gösteren AKP kontrolündeki Türk devleti artık daha açık bir şekilde doğrudan Kıbrıslı Türklerin siyasi, ekonomik, askeri, kültür, eğitim ve dini hayatlarında şiddetini artırmıştır. Görünür olmaktan, sömüren sömürülen çelişkilerini ortaya çıkarmaktan korkmamaktadır.

Türk devletinin kolonyal bir özne olarak Kıbrıslı Türklerin bütün yaşam alanlarında otoriter, baskıcı, insan hak ve özgürlüklerini hiçe sayan, Kıbrıslı Türkleri hiçleştiren bir politika hattı izlemesinin nedenleri Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik gelişmelerin bir sonucudur. Türkiye AKP hükümeti olsun veya olmasın içinde bulunduğu krizlerle veya sermaye evrimiyle bu şiddeti artıracaktır. Bu şiddetin en büyük mağdurları Kürtler ile Kıbrıslı Türkler olacaktır.     

Türkiye kapılarının gerek siyasi gerekse kültürel alanlarda tamamen Kıbrıslı Türklere kapatılması demek, onların belki de ilk kez Kıbrıs Cumhuriyeti’ni zorlamaları sonucunu doğuracaktır. Sağlık alanı başta olmak üzere Türkçenin kullanımı ve Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs Cumhuriyeti ve dünyadaki temsiliyetleriyle ilgili sınırlar ister istemez zorlanacaktır. Türkçenin Kıbrıs Cumhuriyeti’nde kullanımı çok önemli bir konudur. Kıbrıslı şair Mehmet Yaşın Türkçenin Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki kullanımıyla ilgili geçtiğimiz ay çok önemli bir makale yayımlamıştır (Yaşın, 2023).    

Kıbrıslı Türk aydınlar bu ilerleyen süreçlerde eğer itaat etmekte direnirlerse haklarında davalar açılacaktır. Siyasal partiler ve demokratik kitle örgütleri yasal kılıflar uydurularak kapatılmak zorunda kalacaktır. 14 Mayıs seçimlerinden sonra önümüzde duran en önemli projelerden biri Kıbrıs Türk Devleti- Başkanlık sistemidir. İkinci proje ise Kıbrıslı Türk muhalif yargıçların tasfiye edilmesi ve hukuk sisteminin Türk hukuk sistemine entegre edilmesidir. Bunun sonucunda daha fazla muhalifin buradaki mahkemelerde yargılanması ve cezaevlerine gönderilmesi söz konusu olacaktır. Türk Devleti buradaki muhalifleri yargılayıp, onları cezalandırmakta çeşitli engeller yaşamaktadır. Elbette Türkiye ölçeğindeki gibi bir kıyım olmayacaktır. Kıbrıslı Türklerin azınlık olmasından dolayı bu sayı çok sınırlı kalacaktır. Toplumun büyük bir çoğunluğu daha da sessizleşecektir.

Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs Cumhuriyeti ile kuracağı ilişkiler çok önemlidir. Kıbrıs Cumhuriyeti ile güçlü ilişkiler kurulabilirse, Kıbrıslı Türk aydınlar bu süreci başka bir noktaya taşıyıp Kıbrıslı Türklerin özneleşme süreçlerini başlatabilirler. Uluslararası alanda temsiliyetlerini sağlayabilirler. Muazzam güçlü bir direniş pratiği örüp, kültür sanat alanında da çok yaratıcı işler ortaya koyabilirler. Bu onların kaybettikleri özgüven süreçlerini de yeniden inşa edecektir. Kıbrıslı Türklerin böyle bir döneme girebilmeleri için Kıbrıs Cumhuriyeti’nin desteğine ihtiyaçları vardır. Bu süreç Kıbrıslı Rumlarla Kıbrıslı Türklerin yakınlaşma sürecini artırabilir. Kıbrıs Cumhuriyeti’nde çalınan kapıların açılmaması durumunda Kıbrıslı Türk milliyetçiliği yükselecektir. Bunun sonucunda Kıbrıslı Türk milliyetçiliğinin kurumsallaşması söz konusu olabilir.

14 Mayıs seçimlerinden sonra Türk solunun Kıbrıslı Türklerin sorunlarına duyarsız kalması Kıbrıslı Türk aydınların Türkiye ile bugüne kadar kurduğu ilişkilerin de mesafeli olması sonucunu getirecektir. İstanbul merkezli düşünen Kıbrıslı Türk aydınları bu merkezi ister istemez Lefkoşa’ya alacaktır. Bugüne kadar İstanbul’a ulaşmaya çalışan şairler, yazarlar ve diğer sanatçılar İstanbul kapılarının kendilerine kapanmasıyla Lefkoşa merkezli yeni bir edebiyatı üretme sürecine gireceklerdir. Bu süreçlerin görünür olması Kıbrıslı Türk toplumunun direniş pratiğiyle kurduğu ilişkiye bağlı olarak şekillenecektir. Buradaki asıl motivasyon Lefkoşa merkezli entelektüel üretimlerin özellikle batı tarafından ne kadar dikkate alınacağıyla bağlantılı olarak artabilir veya düşebilir. Eğer arzu edilen temsiliyetler yakalanamazsa bu motivasyon ne yazık ki ortadan kalkacaktır.

Avrupa Parlementosu’nda milletvekili olan Niyazi Kızılyürek hocaya bu noktada önemli bir görev düşmektedir. Nitekim yazılarında sürekli olarak Kıbrıslı Türklerin özneleşme süreçlerine değinmektedir. Avrupa’nın çeşitli kentlerinde sergilerin açılması, konserlerin verilmesi, kitap tanıtım ve söyleşilerinin yapılması Kıbrıslı Türk aydınlarının motivasyonunu artıracaktır. Niyazi Kızılyürek bütün bu süreçlerde kilit bir rol üstlenebilir. Kızılyürek’in Kıbrıs Cumhuriyeti’yle kültür, sanat, siyasal ve sağlık alanında açılması zaruri olan “yaşam koridor”larını inşa sürecinde katalizör bir rol üstlenmesi gerekmektedir.

Kıbrıslı Türkler “madun” olarak, Niyazi Kızılyürek’in “parya” olarak tarif ettiği bir durumla,  yeni bir sancılı sürecin içine girecektir. Memleket hakkı, yurt hakkı en temel insan hakkıdır. Eğer sizin yurdunuz olmazsa o yurdun içinde sağlık, eğitim, ekonomi ve kültür politikaları üretmeniz imkansızdır.

1974 işgali şiirimizde “Ret Kuşağını” doğurmuştu. İlerleyen süreçlerde, dünyadaki güç dengelerinin kırılmasıyla birlikte Türkiye’nin Kıbrıs’ın kuzeyinde yaratacağı yeni siyasal düzen yeni bir şiir perspektifinin doğmasına sebebiyet verecek mi? Kıbrıslı Türk aydınların içinde bulundukları baskı koşullarını felsefe ve siyasal bir alt yapıyla edebiyata yansıtabildikleri oranda nitelikli, güçlü edebiyat yapıtları çıkartacağını düşünmekteyim. Bu edebiyat yapıtlarının Kıbrıs Cumhuriyeti desteğiyle çevirtilip, Türkiye dışında başka ülkelerde tartıştırılması çok önemlidir. Aydınlar Türkiye’de var olabilmek için bu direniş süreçlerinin dışında kalmayı tercih ederse bu da tabii ki korkunç bir çürümenin ortaya çıkmasına sebep olacaktır. Kıbrıs Sanatçı ve Yazarlar Birliği’ne bu kritik dönemde çok önemli görevler düşmektedir. Kıbrıs Sanatçı ve Yazarlar Birliği’nin bu girişimleri başlatması dahası bu konuları tartışması gerekmektedir.

Her ne koşulda olursak olalım, yapmamız gereken Lefkoşa’dan dünyaya bakmak, Lefkoşa merkezli yeni bir yaşamı inşa etmek için mücadele etmektir. Somut koşullarımızı tahlil edebildiğimiz sürece yeni direniş pratikleri işgal bölgelerinde Türk kolonyalizmine karşı yükselecektir. Baskının olduğu her yerde direniş de vardır. İnsan özgürleşinceye kadar üç kişi, beş kişi de olsa insan kalmak adına direnecektir! İnsanı insan yapan özgürlüktür!

 

Referanslar

Buğra, A. Savaşkan, O. (2021). Türkiye’de Yeni Kapitalizm. Siyaset, Din ve İş Dünyası. Çev. Bilent Doğan. İletişim Yayınları. İstanbul

Demir, E.E. (2021).Türkiye’de Devletin Finans Kısıtı:Türkiye Varlık Fonu. Çalışma ve Toplum. Sayı 1.

Duran, A. E. (2021, 31 Mayıs). Ekonomi büyüdü, vatandaşın cebi küçüldü. Deutsche Welle. https://www.dw.com/tr/ekonomi-b%C3%BCy%C3%BCd%C3%BC-vatanda%C5%9F%C4%B1n-cebi-k%C3%BC%C3%A7%C3%BCld%C3%BC/a-57732633

Engels, F. (2020). Ütopyadan Bilime Soyalizmin Gelişimi. Çev. Erkin Özalp. Yordam Kitap. İstanbul

Engels, F. (2020). Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni. Çev. Erkin Özalp. Yordam Kitap. İstanbul

Güven, A. B. (2023). Towards a New Political Economy of Turkish Capitalism: Three Worlds. TURKISH STUDIES.VOL. 24, NO. 1, 177–196

Held, D. (2004). Introduction to Critical Theory. Horkheimer to Habermas. Polity Press. Oxford.

Kawashima, K. (Mart 31, 2021). Fascism is a Reaction to Capitalist Crisis in the Stage of Imperialism: A Response to Ugo Palheta. Historical Materialism. https://www.historicalmaterialism.org/blog/fascism-reaction-to-capitalist-crisis-stage-imperialism

Kutlay, M. Öniş, Z. (2020). Otoriter Kapitalizmin Yükselişi: Değişen Küresel Dengeler ve Demokrasinin Geleceği Üzerine. İktisat ve Toplum. Sayı 120

Lenin, V.İ. (2021). Devlet ve Devrim. Çev. M. Halim Spatar-Celal Üster. Yordam Kitap. İstanbul

Neumann, F. (1957). The Democratic and The Authoritarian State. The Free Press of Glencoe. London.

O’Neill, A. (2023). Turkey: Share of economic sectors in gross domestic product (GDP) from 2011 to 2021. World Bank. https://www.statista.com/statistics/255494/share-of-economic-sectors-in-the-gross-domestic-product-in-turkey/#:~:text=In%202021%2C%20agriculture%20contributed%205.54,percent%20and%2052.75%20percent%20respectively.

Öniş, Z. (2019). Turkey under the challenge of state capitalism: the political economy of the late AKP era. Southeast European and Black Sea Studies. 19:2, 201-225, DOI:10.1080/14683857.2019.1594856

Sinclair, P.R. (1976). Fascism and Crisis in Capitalist Society. New German Critique. No. 9 (Autumn, 1976), pp. 87-112. Duke University Press. https://www.jstor.org/stable/487690

Şimşek, O. (2015). Yeni Devlet Kapitalizminin Yükselişi: Küresel Ekonomi-Politik Bir İnceleme. Atılım Sosyal Bilimler Dergisi 5 (2), 106-144.

Top 100 Largest Sovereign Wealth Fund Rankings by Total Assets - SWFI. (n.d.). https://www.swfinstitute.org/fund-rankings/sovereign-wealth-fund

Voutsa, M. E. Borovas, G. (2015). The operation of the Bretton Woods institutions in the modern globalized environment: problems and challenges. Procedia Economics and Finance 33. 168 – 180.

Welch, L. (2012). Neoliberlism, Economic Crisis, and The 2008 Financial Meltdown in the United States. International Review of Modern Sociology. Vol. 38, No. 2. pp. 221-257

Yackley,A. J. Samson, A. (2 Ocak 2023). Turkish exports hit record high in 2022. Financial Times. https://www.ft.com/content/6bdcecc4-67f2-4747-89b0-ebf89f31af18

Yaşın, M. (2023). AB’de resmî dil olması beklenen, Kıbrıs’ın öteki dili Türkçe. Gazedda Kıbrıs. https://gazeddakibris.com/abde-resmi-dil-olmasi-beklenen-kibrisin-oteki-dili-turkce-mehmet-yasin-tr-gr/

Yavuz, D. A. (2012). Capital, the State and Democratization: The Case of Turkish Industry. Sociology 46(3) 507–522. Sage.DOI: 10.1177/0038038511422550

 

 

Bu haber toplam 3518 defa okunmuştur
Gaile 501. Sayısı

Gaile 501. Sayısı