Cenk Mutluyakalı

Cenk Mutluyakalı

15 saat

A+A-

 

Gece saat on gibi...
Düğün dönüşü...
Markete koşuyoruz, “acele, kapanacak...”
İlk adımda gülümseyerek, biraz da mahcup “kusura bakmayınız” diyoruz kasa başındaki kıza...
“Yok!.. Daha zaman var, yaz geldi, on buçuğa kadar buradayız...”

***

On dakikanın ardından yine yüzleşiyoruz, gözleri savruk, bakışı yorgun, yine de nezaketle gülümseyen kızla...
- ‘Saat kaçta başladın işe” diyorum.
- “Sabah” diyor, “Cumartesi tam gün...”
- “Nasıl yani?”
- “Sabah yedide...”

***

Yediden yediye on iki saat...
Üç saat da ona...
Gelmesi, gitmesi bir yana...
On beş saat...

***

Şimdi geliniz ‘eşit işe, eşit ücret’ tartışması için buradan çıkalım yola...
Ve geliniz ‘emekçi’ kelimesini yorumlayalım yeniden...
Var mısınız birlikte ‘utanmaya’...
Yok yok iyisi mi siz ‘utanma’ payını başkasına havale ediniz de, başlayınız ‘slogan’ atmaya...

***

‘Mesai’yi bir yana koydum...
‘Fiili’ çalışma süresi üç bilemedin dört saati bulmayan nicesinin ‘gürültü’sü tahammül edilmez oluyor, böylesi yüzleşmelerden sonra...
Ve ‘dolgun’ bir maaşa ‘ödenek’ kavgası, ek mesai kumpası eklenirken...
Yazlıklı kışlıklı evlerin, son model ‘gıcır’ arabaların, tatillerin gezmelerin üçgeninde ‘emekçi’ edasıyla ortaya çıkanlara bağırmak geliyor içimden avazımın çıktığı kadar:
- “Siz hiç emekçi görmediniz galiba...”

***

Bu ülkede ‘insan’ olmanın koşulu başka...
Yoksa gündeme gelmezsiniz...
Ne siyasetin...
Ne sendikacılığın...
Ne medyanın ‘gündemi’ uğramaz size, kolay kolay...

***

On beş saat!..
Ve karşılığında ‘asgari ücret’ sadece...
Kimin ‘umurunda’...
‘Örgütlensinler’ değil mi?
Kolaysa...
Eğer bunu düşünmeye fırsatları kalırsa.

Bu yazı toplam 3642 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar