1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. 15 Temmuz Darbesi ve Türkiye’nin Kıbrıs Savaşı (3)
15 Temmuz Darbesi ve Türkiye’nin Kıbrıs Savaşı (3)

15 Temmuz Darbesi ve Türkiye’nin Kıbrıs Savaşı (3)

15 Temmuz Darbesi ve Türkiye’nin Kıbrıs Savaşı (3)

A+A-

 

Niyazi Kızılyürek
[email protected]


Buraya kadar yazdıklarımızdan anlaşılacağı üzere, Kissinger Kıbrıs Masası Şefi Boyatt’ın darbeyi engellemek üç aylık ısrarlı çabaları sonucunda ‘gönülsüzce’ bir talimat vermişse de, büyükelçi Tasca’nın da itiraf ettiği gibi, ABD’nin Atina büyükelçiliği emirleri ‘gönülsüzce’ yerine getiriyordu. Açıkçası, darbenin engellenmesi için ABD tarafından ciddi bir girişimde bulunulmadı. Kuşkusuz, bu, ABD’nin darbeyi bizzat örgütlediği anlamına gelmiyor. Nitekim böyle bir iddiayı doğrulayacak bilgi ve kanıt elimizde yok. Ayrıca, ABD o dönemde genel olarak Makarios’tan pek şikâyetçi değildi. Hatta iki taraf bir süreden beri iyi ilişkiler içindeydi. Örneğin ABD 1970 yılında Makarios’a helikopterinde yapılan suikastı kınamıştı. 1972 yılında ise Makarios’a karşı planlanan darbeyi ABD engellemişti. Bunun bir nedeni, Sovyetler Birliği’nden düş kırıklığı yaşayan Makarios’un ABD ile yakınlaşma yollarını aramasıydı. 1970 yılında ABD Başkanı Nixon ile bir araya gelen Makarios iki taraf arasında buzların erimesi için epeyce çaba göstermişti. Makarios Nixon’a Kıbrıs’ın coğrafi ve özel nedenlerle Bağlantısızlar Hareketine katıldığını ama Kıbrıs’ın tarih, kültür ve ideolojik olarak ‘Batı’ya ait olduğunu’ anlatarak, ‘biz diğer bağlantısızlar gibi Doğu yanlısı değiliz’ diyordu. (İlksoy Aslım, American Foreign Policy on Cyprus (1960-1974), Yayınlanmamış Doktora Tezi, Oulun Yliopisto, Oulu University Press, Oulu, 2010,  s.271)

Makarios Nixon ile görüşmesinde Amerika’nın Kıbrıs’ta komünizm konusunda endişesini giderici açıklamalarda da bulunmuştu. Hiç bir komünisti yüksek mevkie atamadığı ile övünüyordu ve komünistlerin kendisini desteklediğini, çünkü başka çarelerinin olmadığını, kendisinin de bu desteği kabul ederek onları kontrol altında tuttuğunu ileri sürüyordu. Kıbrıs’ın Küba olamayacağını da iddia eden Makarios, bu iddiasını Kıbrıslı Rumların son derece dindar olmalarına bağlıyordu. (İlksoy Aslım, y.a.g.e, s.271)

ABD’nin Lefkoşa büyükelçiliğinden Washington’a gönderilen mesajlarda da iki ülke arasında ilişkilerin ‘mükemmel’ olduğu ve ABD dışişleri bakanlığının Makarios’u Akdeniz’in Kastro’su’ olarak görmediği belirtiliyordu. (İlksoy Aslım, y.a.g.e, s.269) Makarios, Kıbrıs Sorununun çözümünde belki bir engel olarak görülüyordu ama statüko Amerika’yı pek rahatsız etmiyordu. (İlksoy Aslım, y.a.g.e, s.269) 1973 yılında Makarios-ABD ilişkileri her zamankinden daha ileri bir aşamaya girmişti. Makarios Sovyetler Birliği’nin tepkilerine rağmen Ağrotur üssüne Amerikan U2 casus uçaklarının konuşlandırılmasına onay vermişti. Ayrıca, Kıbrıs’ta Foreign Broadcast Information Service (FBIS) (Yabancı Yayın Bilgi Servisi) kurması için Amerika’ya izin vermişti. ABD, kira karşılığı sağladığı bu servisle bölgenin bütün radyolarının yayınlarını dinleyebiliyordu.

Görülebileceği gibi, ABD 1970’li yılların başında Makarios’tan şikayetçi değildi. Kuşkusuz, Kıbrıs Sorununu katı tutumu yüzünden çözümsüz bırakması Batı’da herkes gibi ABD’yi de rahatsız ediyordu. Çünkü Kıbrıs Sorunu çözülmeden Türk-Yunan ilişkileri tam olarak düzelemezdi. Fakat iki toplum arasında müzakereler iyi kötü devam ediyordu ve Türkiye ile Yunanistan da sorunun çözümü için istişare halindeydi. Gelgelelim, şurası da bir gerçekti ki, Henry Kissinger Makarios’tan hiç hoşlanmıyordu. Ondan ‘Kızıl Papaz’ veya ‘Kötü-Papaz’ gibi tanımlamalarla söz ediyordu. Çok açıktır ki, Yunan Cuntasının düzenlediği 15 Temmuz darbesini doğrudan teşvik etmediyse bile, bunu Makarios’tan kurtulmak için iyi bir fırsat olarak görüyordu. Nitekim Kissinger darbeden sonra Büyük Britanya’nın Makarios’un yeniden cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturması ve 1960 düzenine geri dönülmesi yönünde yaptığı bütün önerilere karşı çıkacaktı ve Kıbrıs Sorununun bambaşka bir mecraya girmesine neden olacaktı... 

Kissinger’in Cambazlıkları: ‘Ya Kliridis ya da Çifte-Enosis’ 

Darbeden sağ olarak kaçmayı başaran Başpiskopos Makarios Londra’ya gittikten sonra İngiliz hükümeti ile kurduğu temaslarda darbe rejiminin tanınmamasını, eski statüye geri dönülmesini ve Yunanlı subayların adadan ayrılmasını talep ediyordu. Büyük Britanya ve Avrupa Ekonomik Topluluğu da benzer görüşleri savunuyordu ve Makarios’un geri dönmesini destekliyorlardı. Hatta Türkiye’nin ilk tepkileri de benzer yöndeydi. Ne var ki, ABD aynı fikirde değildi. Kissinger Başkan Nixon’a şöyle diyecekti: ‘Kıbrıs’ta sorun, Avrupalıların Makarios’un geri getirilmesi için ortak görüş almaları ve bizim Yunanlılara baskı uygulamamızı istemeleridir. Benim kaygım, Makarios’un şimdi komünistlere ve Doğu Blokuna yaslanmasıdır.’ (Jan Asmussen, a.g.e. s.56-57) Kissinger, hiç bir şekilde Yunan Cuntasına baskı yapmak istemiyor, Cuntanın iktidardan düşmesine kesinlikle karşı çıkıyordu. ABD’nin bu yaklaşımı NATO Genel Sekreteri Joseph Lüns’ü bile rahatsız etmişti. Amerikalıların Yunanistan’da demokratik bir rejimin kurulmasına neden karşı çıktıklarını anlamıyorum diyen Lüns, pek çok NATO üyesinin Yunan Cuntasının devrilmesinden memnun olacağını söylüyordu ve Türkiye’nin Yunanistan’dan daha önemli bir müttefik olduğunu ileri sürüyordu. (Jan Asmussen, a.g.e. s.88) Fakat Kissinger ısrarla Yunan Cuntasının yanında duruyordu. Darbeden sonra tek yaptığı Dimitris İoannidis’e bir mesaj göndererek ABD’nin Kıbrıs’ı egemen ve bağımsız bir devlet olarak gördüğünü, siyasal ve anayasal yapısının değiştirilmesine karşı olduğunu bildirmekti. Yani, Kissinger Türk-Yunan savaşına yol açacağından korktuğu için İoannidis’in Enosisi ilan etmesine karşı olduğunu vurguluyordu ve bununla yetiniyordu.

‘Diplomasi cambazı’ Kissinger abartılı bir anti-komünizm ve saplantılı bir Sovyet korkusuyla ne Makarios’un geri dönmesini istiyordu, ne de Yunan Cuntasına Kıbrıs’tan askerlerini çekmek için baskı yapılmasını... Kissinger, Türkiye’nin anayasal düzene geri dönülmesinden söz etmesini duymak bile istemiyordu, çünkü bunu Makarios’un geri dönmesi olarak algılıyordu ve Türkleri kendi çıkarlarını bilmemekle suçluyordu. Hatta bir adım daha ileri giderek, dışişleri bakan yardımcısı Joseph Sisco’ya Ecevit’e ‘hayatın gerçeklerini’ anlatma görevi vermişti: ‘Görünen o ki, Türkler Makarios’u Türk uydusu yapmak istiyorlar. Yunan uydusu olmayan bir Makarios, Türk uydusu hiç olmaz. Hayatın gerçeklerini Ecevit’e anlatırsan iyi olur.’ (Jan Asmussen, a.g.e. s.57) Aslında Türkiye’nin sadece Makarios’un geri dönmesiyle yetinmeye niyeti yoktu. Nitekim 17 Temmuz günü ABD Ankara büyükelçisi Macomber ile bir araya gelen Bülent Ecevit Türkiye’nin ya İngiltere ile birlikte ya da tek başına müdahale etmeye hazır olduğunu, müdahalenin ancak bir kaç gün ertelenebileceğini açıkça dile getirdikten sonra, müdahalenin amacını şöyle tanımlamıştı: ‘anayasal hükümetin yeniden kurulması -ki bu ancak Makarios’un geri gelmesi veya anayasaya uygun olarak başka birinin seçilmesi ile mümkündür-, Milli Muhafız ordusunda görev yapan Yunanlı subayların adadan ayrılması ve Kıbrıs Türk toplumuna denize açılan güvenlikli bir koridor sağlanması.’ (Jan Asmussen, a.g.e. s.53) Özellikle bu son nokta Türkiye’nin sadece bozulan anayasal düzeni geri getirmek için müdahale etmeyi düşünmediğini açıkça ortaya koyuyordu. Türkiye, Kıbrıslı Türklerin, en azından bir kısmının, adanın kuzeyinde denize açılan bir bölgede toplanmalarını istiyordu.  

Henry Kissinger Cuntanın iktidardan düşmesini engelleyecek, Türk-Yunan savaşının önünü kesecek ve Sovyetler Birliği’nin soruna müdahil olmasına fırsat vermeyecek formüller ararken aslında Türk müdahalesini kaçınılmaz kılıyordu. Makarios’u kesinlikle istemiyordu, Türkiye’nin de Sampson rejimine katlanamayacağını biliyordu. Bu verilerden hareketle demokratik meşruiyet sorununu göz ardı ederek ortaya Glafkos Kliridis kartını atmayı karar verdi. Kliridis cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturursa, solcularla Sovyetler Birliği’nin durumdan yararlanmalarının önü kesilebilir ve iki toplum arasında görüşmelere devam edilebilir diye düşünüyordu. Oysa Kıbrıs dosyasına vakıf olan İngiltere başbakanı James Callaghan bunun mümkün olamayacağını Kissinger’e açık ifadelerle anlatmıştı: ‘Kliridis bu yükü kaldıramaz.’ (Jan Asmussen, a.g.e, s.56) ABD Dışişleri bakanlığının Kıbrıs Masası da Kissinger ile ayni fikirde değildi. Fakat Kissinger, her şeye ve herkese rağmen, bu son derece yüzeysel yaklaşımını ABD’nin resmi politikası olarak kayda geçirmeyi başardı ve 17 Temmuz günü toplanan WSAG (Washington Özel Eylem Grubu) durum değerlendirmesi yaptıktan sonra Kissinger’in önerisini onayladı. WSAG’ın değerlendirmeleri şöyleydi: ‘Türkiye büyük bir ihtimalle Sampson hükümetini de-facto Enosis olarak görüyor ve bir alternatif olarak kabul edilemez buluyor. Makarios’un geri dönüşü bizim ve ilgili tarafların çıkarlarıyla örtüşmüyor. Türklerin Makarios’un dönüşünde özel bir çıkarı yoktur. Böyle bir gelişme, Yunan rejiminin çabalarına karşı bir tepki olacak ve Atina’da iç karışıklığa sürükleyen zorluklar kadar, ABD için de zorluklar yaratacaktır. Yunan etkisinden arınmış ve içeride solculara dışarıda da Doğu Blokuna dayanan bir Makarios rejimi bizim çıkarlarımıza hizmet etmez. Mantıklı alternatif, Türk-Yunan uzlaşmasına temel oluşturacak Kliridis çözümüdür.’ (Jan Asmussen, a.g.e, s.53)

Aslında Kissinger ilk etapta açıkça söylemese de, ‘Kliridis-Çözümünün’ başarısız olması halinde diğer alternatifin Türk müdahalesinin sonucu olarak ‘Çifte-Enosis’ olabileceğini hesaplıyordu. Nitekim Kıbrıs krizini yönetmekle görevlendirilen dışişleri bakan yardımcısı Joseph Sisco İngiliz hükümeti ve Bülent Ecevit ile temaslarda bulunmak üzere Londra’ya uçarken kendisine ‘Türkleri müdahaleyi askıya almak için ikna etmek’ görevi verildi ve iki alternatiften söz edildi: ya Kliridis-Çözümü ya da Türk müdahalesi sonucunda Çifte-Enosis veya iki toplumun görüşmeler yoluyla bulacağı bir çözüm... (Jan Asmussen, a.g.e, s.56)

Bu haber toplam 2570 defa okunmuştur
Gaile 276. Sayısı

Gaile 276. Sayısı