1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. 15 Temmuz Darbesi ve Türkiye’nin Kıbrıs Savaşı (5)
15 Temmuz Darbesi ve Türkiye’nin Kıbrıs Savaşı (5)

15 Temmuz Darbesi ve Türkiye’nin Kıbrıs Savaşı (5)

15 Temmuz Darbesi ve Türkiye’nin Kıbrıs Savaşı (5)

A+A-

 

Niyazi Kızılyürek
[email protected]


Başpiskopos Makarios 19 Temmuz Cuma günü Güvenlik Konseyinde yaptığı ve Cuntayı Kıbrıs’ı işgal etmekle suçladığı konuşmasını bitirdiğinde Kıbrıs’ta saatler 22:30’u gösteriyordu. Türkiye’nin adaya müdahalesi ise 20 Temmuz günü sabahın erken saatlerinde başlayacaktı. Yani, Makarios’un konuşmasından tam 6-7 saat sonra…
“Sabah Daireden çıkarak biraz uyumak için eve gittim. Yollar henüz boş sayılacak kadar erkendi. Yolda arabamı sürerken dudaklarımın arasından gayri ihtiyari askeri marşlar dökülmeğe başladı. Sakin ve sessiz yolda bu marşlara yüksek sesle ve yürekten iştirak ettim. Son on bir yılın olayları gözlerimin önünden sinema şeridi gibi geçiyordu. Ne devirler geçirmiştik. Koca Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bir papazın karşısında senelerce haysiyetinden olmuştu. Askerleri gemilere bindirip indirmiş, gemileri denize yollamış geri çekmiş, ama bir türlü Kıbrıs’a çıkarma yapamamıştık. (…) Türkiye’nin başucundaki adada, haklarının çiğnenmesi karşısında hiçbir şey yapamamasının ezikliği içindeydi. (…) Bütün bu haysiyet kırıcı durumlar gözlerimin önünden geçiyordu”.

Dönemin Kıbrıs masası şefi Ecmel Barutçu Türkiye’nin adaya asker çıkarmasını bu duygularla anlatıyordu. Türkiye’nin 1964-74 yılları arasında yaşadığı “ezikliği”, maruz kaldığı “haysiyet kırıcı” durumları gözünün önüne getiriyor ve intikam almanın huzuruyla milli marşlar okuyordu…

Savaş 20 Temmuz sabahı başladı. Önce su altı komandoları amfibi harekâtının gerçekleştirileceği Pladini plajını (bugün Yavuz Çıkarma Plajı olarak anılıyor) taradı ve mayın olmadığını tespit etti. Mayın arama tarama operasyonu tamamlanır tamamlanmaz, Türk savaş uçakları önceden belirlenen Kıbrıs Rum ve Yunan hedeflerini bombalamaya başladı. Saatler 06:20’yi gösteriyordu... Uçaklar bombalarla birlikte bildiri de atıyordu. Yunanca ve Türkçe olarak kaleme alınan bildirilerde “Türk askerlerinin ayak bastığı her yerde, din ve ırk ayırımı yapılmaksızın herkesin şeref, can ve mal güvenliği Türk askerinin güvencesi altında bulunmaktadır” deniyordu. Bir bildiride aynen şunlar yazılıydı: “Kıbrıs Rumları, Dost ACI SÖYLER fakat DOĞRUYU SÖYLER.... Şu anda JET UÇAKLARIMIZ ACI KONUŞUYOR... Fakat HAKİKATTE HEDEFİMİZ, sadece Türk ve Rum cemaatlarının sulh ve huzur içinde KARDEŞÇE YAŞAMASIDIR....” Bildirilerin altında KIBRIS TÜRK BARIŞ KUVVETLERİ KOMUTANI imzası yer alıyordu.

Başbakan Bülent Ecevit 20 Temmuz sabahı yaptığı konuşmada “Biz aslında savaş için değil, barış için ve yalnız Türklere değil, Rumlara da barış getirmek için adaya gidiyoruz” diyordu. Rauf Denktaş da 20 Temmuz sabahı Bayrak radyosunda yaptığı konuşmada müdahalenin amacının adaya barış getirmek olduğunu söylüyordu: “Bu bir istila değildir. Kıbrıs’ın bağımsızlığını, ülke bütünlüğünü ve güvenliğini yeniden tesis etmek için girişilen ve sadece bu gayeye matuf sınırlı bir polis harekâtıdır. (…) Hepimizin vazifesi, bu harekâtı hedefinden saptırmamak, kan akmasını önlemek, bir an evvel Kıbrıs’a barış getirmektir. (…) Zafer, bağımsız Kıbrıs Cumhuriyetinin savunucusu, Tüm Kıbrıslılarındır.”

Oysa gerçekte ne Bülent Ecevit’in adaya barış götürme niyeti vardı, ne de Rauf Denktaş’ın Kıbrıs’ın toprak bütünlüğünü koruma gibi bir derdi vardı. Türkiye adaya asker çıkarırken önceden hazırlanan planlar çerçevesinde adayı bölme niyetindeydi. Coğrafi bölünmeyi Kıbrıs Rum nüfusunun zorla yer değiştirmesi sonucunda demografik bölünme izleyecekti. Nitekim adaya barış getirmek istediğini söyleyen Bülent Ecevit 20 Temmuz sabahında yaptığı “barış” konuşmasının ardından katıldığı TBMM’nin gizli oturumunda nasıl bir Kıbrıs tahayyül ettiğini şu sözlerle anlatıyordu: “Kıbrıs için behemehâl bir yeni devlet statüsü oluşturulması gerekir, daha doğrusu bir devlet statüsünün yeniden oluşturulması gerekiyor. Bu eski statünün bir benzeri olabilir, çok değişik bir statü olabilir...” Ecevit, konuşmasında 20 Temmuz öncesinde yapılan diplomatik temaslara da değinmişti ve Türkiye’nin müdahaleden vazgeçmesi için ileri sürdüğü şartları açıklamıştı. Bu şartlara baktığımız zaman bunların 1974 savaşından sonra masaya konan şartlarla büyük benzerlik taşıdığını görürüz. Ecevit şöyle diyordu: “bir çıkış yolu vardır; adada Geçici Kıbrıs Rum Cumhuriyeti ile Geçici Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin bulunması. Bunların kabul edilmesi gerekir dedik. Geçici tabirini de şunun için önerdik. Kıbrıs Devleti yıkılmıştır aslında, anayasal temeli çökmüştür, güvencesi kalmamıştır, ne temeli, ne başı kalmıştır. Devletin yeniden kurulması gerekiyor. Eski biçimiyle veya değişik biçimle. Onun için bir kuruluş döneminden geçilmesi gerekiyor. O dönem için iki geçici hükümet olur, her hükümet kendi başında muhtar olur diye düşündük”. Bülent Ecevit konuşmasında, devamla, Kıbrıslı Türklerin deniz ve hava limanlarına çıkabilme hakkına sahip olma şartını ileri sürüdüğünü anlatıyordu ve “bunun mutlaka sağlanması gerektiğini” vurguladığını belirtiyordu. Ayrıca, adada “Türk varlığı, Türk askeri gücünün konumlandırılmasını” şart koştuğunu söylüyordu.

Bülent Ecevit’in 20 Temmuz günü TBMM’nin kapalı oturumunda dile getirdiği bu görüşler Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahale ederken izlediği stratejiyi bütün açıklığı ile gözler önüne seriyor. Amaç, Kıbrıs Cumhuriyeti’nde bozulan anayasal düzeni tesis etmek değil, aslında Kıbrıs Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırmak ve onun yerine, etnik grupların sahip olacağı iki ayrı hükümetin kuracağı yeni bir devlet (federal) kurulmasını sağlamaktı. Açıkçası, Türkiye 1964 yılında Londra konferansında savunduğu coğrafi bölünmeye ve toplumların ayrılmasına dayalı federal devlet anlayışını hayata geçirmek amacıyla Kıbrıs savaşına girmişti.

Ana muhalefet lideri Süleyman Demirel de TBMM’de yaptığı konuşmada “gücün gereği yeni bir nizamdan” söz ediyordu: “Bir yeni nizam kurulacaktır, bir yeni nizam kaçınılmazdır. Binaenaleyh, Türkiye bugün 1960 Kıbrıs Devletine hayatiyet veren Anlaşmaların şartlan içerisinde de kalamaz. Binaenaleyh, bu yeni nizamı kurarken, fevkalade dikkatli davranılması gereğine ve böyle büyük hadiselerin sık sık meydana gelmemesi için, masa başına güçle oturulduğu inşallah nasip olacaktır ve bu gücün gereği olan bir yeni nizamın kurulmasına azami dikkati sarf etmemiz gerekecektir.”

Başbakan Bülent Ecevit ABD’nin Türkiye’nin müdahalesi karşısında takındığı tavrı anlatırken ilginç noktalara değiniyordu. ABD’nin yeşil ışık yakmadığını ama kırmızı ışık da yakmadığını söylüyordu. Ecevit, Amerikalı diplomat Joseph Sisco ile yaptığı görüşmelerde ABD’nin en büyük endişesinin Kıbrıs’ta komünizmin güçlenmesi olduğunu tespit ettiğini ve Sisco’ya komünizme karşı en iyi panzehrin Türkiye’nin adadaki varlığını güçlendirmek olacağını söylediğini de aktarıyordu...

Bu haber toplam 3561 defa okunmuştur
Gaile 280. Sayısı

Gaile 280. Sayısı