15 Temmuz Darbesi ve Türkiye’nin Kıbrıs Savaşı (6)
15 Temmuz Darbesi ve Türkiye’nin Kıbrıs Savaşı (6)
Niyazi Kızılyürek
[email protected]
Türkiye’nin “yeni bir statü” dayatmak amacıyla başlattığı Kıbrıs savaşı 20 Temmuz günü sabahın erken saatlerinde Türk keşif uçaklarının sortileriyle başladı. İlk keşif sortisi 0.4.49’da yapıldı. Keşif uçuşlarının tamamlamasından sonra savaş uçakları adayı bombalamaya başladı. Ardından da havadan indirme, atlama ve denizden çıkarma operasyonlarıyla Türk askerleri Kıbrıs’a ayak bastı. İlk birlik saat 9.47’de LCM-8 adlı çıkarma gemisinin kapak açmasıyla karaya çıktı. Karaya ilk çıkan askerler hiç bir muhalefetle karşılaşmadı, tek bir kurşuna bile hedef olmadı. Bazıları bunu Mağusa bölgesine gönderilen “sahte konvoy” harekâtına bağlıyor. Mağusa-Karpaz bölgesine gönderilen içi boş yolcu gemilerinin Kıbrıslı Rumları şaşırttığını ve hazırlıksız yakaladığını iddia ediyorlar. Bazı komutanlar ise gerçeğe aykırı bir biçimde ilk dalganın yoğun ateş altında karaya çıktığını ileri sürüyor. (Ayrıntılar için bkz, Erol Mütercimler, Satılık Ada Kıbrıs, Alfa Yayınları, 10.cu basım, İstanbul, 2010) Oysa gerçekte indirme ve çıkarma harekâtları başladığında Yunan Cuntası Kıbrıs Rum Milli Muhafız ordusuna saldırı emri vermekten kaçınıyordu.
Bu arada, nakliye uçakları ve helikopterler Hava İndirme Tugayı birliklerini paraşütle atıyor ve indiriyordu. Kırnı bölgesi ile Gönyeli’nin kuzeyine atlayan ve inen askerler denizden çıkan askerlerle Girne boğazında birleşerek bir köprübaşı oluşturacaklardı. Nitekim savaşa 39. Tümen Komutanı olarak katılan ve daha sonra “Barış Kuvvetleri Komutanı” olarak görev yapan Bedrettin Demirel “harekâtın ana fikrini” şu sözlerle özetliyor: “Kıbrıs Harekâtı’nın ana fikri kısaca, harekâtın baskın şeklinde icrası, çıkan ve atlayan birliklerin süratle birbiri ile birleşmesi ve Kıbrıs’ta ilk safhada emin bir askeri bölgenin ele geçirilmesiydi…”
Denizden çıkan ilk dalgada olduğu gibi, havadan indirilen askerler de başlangıçta etkili bir “düşman ateşi” ile karşılaşmadı. Halil Sadrazam’ın da belirttiği gibi, ilk iki saate helikopterlerle inenlerle paraşütlerle atlayanlar Kıbrıslı Rumların ateşine muhatap olmadan adeta “baskın” yapmışlardı. Bu yüzden bazı Kıbrıslı Rum yazarlar askeri bir “çıkarmadan” çok, “sahile çıkmaktan” söz ediyorlar. Fakat daha sonra gelen askerler yoğun ateşle karşılaştılar. Kısmen toparlanan Milli Muhafız güçleri top, havan, tanksavar ve uçaksavarlarla karşılık veriyordu.
Kıbrıslı Rumların “hazırlıksız” yakalanması Yunan Cuntasının tutumu ve darbenin yarattığı koşullardan bağımsız düşünülemez. Yunan Cuntası 15 Temmuz darbesini izleyen günlerde Türkiye’nin adaya müdahale etmeyeceğini söylüyordu ve bu yönde bir hazırlığa gerek olmadığını ileri sürüyordu. Yunan Genel Kurmay Başkanı Bonanos kuvvet komutanlarına hiç bir hazırlığa gerek olmadığını ve hazırlık girişimlerine de müsaade edilmeyeceğini bildiriyordu. Bu yaklaşımıyla Türkiye’nin olası müdahalesi karşısında önceden planlanan önlemlerin alınmasını engelliyordu. Savunma planlarında yer alan hazırlık ve uygulamalar bütünüyle devre dışı bırakılmıştı. Ne Rodos’un yakınlarına açılacak denizaltılarına, ne de Girit’e konuşlandırılacak Yunan savaş uçaklarına müsaade edilmişti. En önemlisi, Kıbrıs Rum tarafının savunma planlarına göre harekete geçmesi istenmiyordu. Milli Muhafız ordusundan beklenilen tek şey darbenin kökleşmesi için uğraşmak ve Türkiye’yi hiç bir biçimde tahrik etmemekti. Bu yüzden 19-20 Temmuz arası olası çıkarma sahillerine hiç bir yığınak yapılmadı ve ağır topların yerleştirilebileceği mevziler boş kaldı. Bazı tank ve zırhlı birlikleri darbe koşullarının bir gereği olarak kışlalarının çok uzağında bulunuyorlardı. Bu durum, Türkiye’nin planladığı gibi “baskın” yaparak adaya asker çıkarmasını kolaylaştırıyordu. Nitekim savaşta bizzat yer alan komando tabur komutanı Cemal Eruç bunun Türkiye için “büyük bir şans” olduğunu söyleyecekti: “15 Temmuz Nikos Samson darbesiyle Yerolakko’da bulunan iki piyade alayı, bir tank taburu kuvvetindeki birlik gücünün büyük kısmı, Baf bölgesine gönderildiği için yetersiz olması, bizim için büyük şans.” Çıkarma başladıktan sonra hareket halinde olan bu birlikler uçaklar için kolay hedef haline gelerek büyük kayıplar vermişlerdi. Ayrıca, Cunta ve adadaki uzantıları “genel seferberlik” ilan etmekten çekiniyorlardı. Seferberlik vesilesiyle silahlandırılacak Kıbrıslı Rumların silahlarını darbecilere karşı kullanmalarından korkuyorlardı. Yunan Genel Kurmay Başkanı Bonanos sadece geri tepkisiz top ve uçaksavar kullanıcıları için “gizli seferberlik” ilan edilmesini kabul etmişti.
Türkiye, adaya müdahale edeceğini Yunanistan’a resmen bildirmemişti. Türkiye’nin çıkarma yapmayacağına inanan/inandırılan Yunan Cuntası çıkarma ve indirme operasyonları için düğmeye basılmış olmasına karşın Türkiye’nin “tatbikat” veya “güç gösterisi” yaptığını ileri sürüyordu ve savaşın başladığını kabul etmek istemiyordu. 20 Temmuz sabahı Türkiye’den Kıbrıs’a hareket eden çıkarma gemilerinin görüldüğünü Atina’ya bildiren Kıbrıs’taki Rum-Yunan kuvvetlerinin komutanı Georgitsis, o saatlerde uyuyan Genelkurmay Başkanı Bonanos’tan “tatbikat yapıyorlar” şeklinde bir yanıt alacaktı. Türk çıkarma gemileri saat 4.30 civarında Kıbrıs sularına girdiği halde Atina’dan yine hiç bir emir gelmiyordu. Atina’ya Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahale ettiğine dair bilgi yağmasına rağmen -Rauf Denktaş, çıkarmanın başladığını sabah saat 5.00’te Bayrak radyosundan Türkçe, Yunanca ve İngilizce olarak duyurmuştu- Yunanistan Genelkurmay Başkanı Bonanos “tatbikattan” söz ediyordu. İlginçtir, Türk uçakları Lefkoşa’yı bombalarken bile Yunan Genelkurmay Başkanı savaşın başladığına hala inanmıyor ve gerekli emirleri vermekten kaçınıyordu. Nikos Samson, komutan Georgitsis ile birlikte Yunan Genelkurmay Başkanını ikna etmek için telefonun ahizesini pencereden dışarıya uzatarak ona uçak ve bomba seslerini dinlettiklerini anlatır. Böyle olduğu halde, Bonanos hiçbir girişimde bulunmuyor, bunun Yunanistan’ı Türkiye ile savaşa sokmak için bir manevra olduğunu düşünüyordu.
Türkiye Yunanistan’ı savaş başladıktan sonra resmen bilgilendirdi. Diplomasi kurallarına aykırı bu tutum “baskın harekât” planının bir parçasıydı. Yunanistan’ın Ankara büyükelçisi Dimtris Kosmadopoulos “Ankara’da Bir Büyükelçi’nin Hatıra Defteri” adlı anı kitabında 20 Temmuz sabahı saat 05.45’te dışişleri bakanı Turan Güneş tarafından çağrıldığını ve Türkiye’nin adaya asker çıkardığının kendisine bildirildiğini anlatır. Turan Güneş, büyükelçiye Türkiye’nin Garantörlük anlaşmasının 4. Paragrafı ile 2. Fıkrasına dayanarak adaya asker çıkardığını, amacının Yunanistan ile savaşmak olmadığını, bilakis bu kararından sonra Yunanistan ile anlaşma ortamı yaratılacağını ümit ettiğini söyler. Büyükelçi derhal, saat 0615.te, Atina’ya yıldırım telgrafı çekerek durumu bildirir. Ne var ki, Atina’dan hiç bir haber gelmez. Bu sessizlik karşısında telaşa kapılan büyükelçi saat 08.00’de teleks memurundan Atina Radyosunun yayınlarını öğrenmesini ister. Atina’dan gelen telekste radyonun yayınlarının hiç bir şey olmamış gibi devam ettiği yazıyordu: “Atina Radyosu: Şarkılar. 2. Program: Girit türküleri. Silahlı Kuvvetler Programı: Cimnastik Müziği...”
Durum apaçık ortadaydı. Yunanistan Kıbrıs yüzünden Türkiye ile savaşa girmek istemiyordu. Nitekim Lefkoşa’dan gelen yardım çağırılarına Atina’dan bir komutan şu cevabı veriyordu: “Türkiye Kıbrıs’ı bombalıyor bizi değil. Biz, Yunanistan’ız…”