15 Temmuz Darbesi ve Türkiye’nin Kıbrıs Savaşı (7)
15 Temmuz Darbesi ve Türkiye’nin Kıbrıs Savaşı (7)
Niyazi Kızılyürek
[email protected]
20 Temmuz savaşı her yönüyle asimetrik bir savaştı. Savaşan taraflar arasında çok büyük güç farkı vardı. 1974 yılında Türkiye, NATO’nun Avrupalı müttefikleri arasında en büyük orduya sahipti. Toplam 453.000 kişilik ordusu vardı. Bunların 365 bini kara, 40 bini deniz, 48 bini de hava kuvvetlerinde görev yapıyordu. 1.200’e yakın orta büyüklükte M-47 ve M-48 tankları ve M-8 zırhlı araçları vardı. Savaş gemilerinin yanı sıra, 106 çıkarma gemisine sahipti. Hava kuvvetleri ise 292 savaş uçağından oluşuyordu. “Kıbrıs Harekatına katılan bütün silahlı kuvvetlerin toplam mevcudu 35000-40000 kadardı” (Halil Sadrazam, Kıbrıs’ın Savaş Tarihi, Üçüncü Cilt, Söyle Yayınları, 2013, s. 1074). Buna karşılık, Kıbrıs Rum Milli Muhafız Ordusunda (MMO) 35 T-35 Rus tankı ve 45 zırhlı araç vardı. Çok sınırlı sayıda deniz kuvvetine sahip olan MMO, 6 adet torpidobot, 1 adet hücumbot, 6 adet karakol botu, 2 adet yardımcı gemi ve 1 adet balık timine sahipti. Hava gücü hemen hemen hiç yoktu. Topu topu yedi adet hafif pervaneli uçak ile 3 helikopteri vardı. Seferber edebileceği toplam personel sayısı 30000-40000 kadardı (Sadrazam, a.g.e, s. 1043). Kıbrıs Rum savunma planına göre, Türk çıkarması söz konusu olursa cephe gerisinde bir tür cephe oluşturan Kıbrıslı Türklerin yaşadığı kapalı bölgeler derhal ele geçirilecekti. Ayrıca, Lefkoşa-Boğaz bölgesi mutlaka işgal edilecekti. Saat 09.00 civarında başlayan etnik gruplar arası çatışmalarda MMO, Kıbrıslı Türklerin yaşadığı yerleri tek tek teslim olmaya zorladı. Saat 16.40 ile 18.58 arasında Limasol, Episkopi ve Baf teslim oldular (Jan Asmussen, Cyprus at War, I.B., London, Tauris, 2008, s. 104). Benzer biçimde Lefke ve Larnaka da kısa sürede teslim olma yoluna gittiler. Halil Sadrazam, “buralarda teslim olunmasını onaylayan TMT liderliğinin (...) neden herhangi bir direniş yapılmadan teslim olmayı kabul ettiğini sorgulamak gerekmektedir” diyor. Sanırım, bu sorunun yanıtını Türkiye’nin savaş emellerinde aramak gerekiyor. Adayı kuzey ve güney olarak ikiye bölmeyi amaçlayan Türkiye, ayırım çizgisinin güneyinde kalan/kalacak olan bölgeleri bir anlamda “yok” sayıyordu. Nitekim göstermelik bir direnişten sonra teslim olan ve sivil kıyafetler içinde Dikelya üssüne sığınan Larnaka Komutanı, İngilizlere, çarpışmayı uzun süre sürdürecek kadar silah ve mühimmatı olduğu halde teslim olduğunu, çünkü kendisine verilen emirlerin “göstermelik bir direniş yapıp teslim olmak” yönünde olduğunu söylemişti (Asmussen, a.g.e, s. 257). Adanın güneyinde kalacak olan bölgeler, bir kaç istisna dışında, tek tek düşerken, Türk Harekât Planına göre kuzeyde kalacak Mağusa, Erenköy ve Serdarlı gibi yerlerin düşmemesi için hava ve deniz desteği sağlanmıştı.
Kıbrıs Rum kuvvetleri Kıbrıs Türk bölgelerinin büyük çoğunu fazla zorlanmadan ele geçirmişti ama Kıbrıs Rum savunmasının ana fikrini oluşturan Lefkoşa-Boğaz bölgesini zapt etmek mümkün olmadı. Savaşın seyrini belirleyen de bu olacaktı. Bölgeye inen ve atlayan Türk birlikleri kıyıdan çıkan birliklerle buluşmak üzere kuzeye doğru harekete geçecekti.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin kesin üstünlüğü ve Kıbrıs Rum toplumunda darbeden ötürü yaşanan sorunlara rağmen -örneğin genel seferberlik ilan edilmesinde çok geç kalınmıştı- 20 Temmuz sabahı başlayan harekât Türkiye’nin istediği hızda ilerlemiyordu. “Çıkan birlikler emir komutanın tam olarak tesis edilmemesi ve koordine noksanlığı nedeniyle planlanan hedeflerin hiç birini ele geçirememişti. Özellikle batı istikametinde çok az ilerleme kaydedilmiş ve çıkan birlikler çok dar bir bölgede sıkışıp kalmıştı” (Sadrazam, a.g.e, Üçüncü Cilt, s. 1158). Orgeneral Bedrettin Demirel de benzer bir noktaya vurgu yapıyor. Öğleye kadar birliklerin hepsi karaya çıkmıştı ama “kıyıbaşında emniyetli bir kıyıbaşı tutmak ve derinlikte ilerlemek mümkün olmamıştı. Kıyıbaşı ile havabaşı arasında herhangi bir irtibat yoktu. Havadan indirilen ve denizden çıkarılan birlik komutanlarının birbirlerinden haberleri yoktu.” (Orgeneral Demirel’in Anıları, Kıbrıs’a Nasıl Çıktık? Yayına Hazırlayan Erbil Tuşalp, Cumhuriyet, 17 Temmuz 1989.)
MMO’da da karmaşa yaşanıyordu. Öncelikle Yunan Alayının öncülüğünde Lefkoşa-Ağırdağ bölgesine saldırıyı öngören “Afrodit 1” planı yerine, Kıbrıs Türk enklavlarını ele geçirmeyi hedefleyen “Afrodit 2” planı uygulamaya konulmuştu. Daha sonra Yunan Alayına Lefkoşa-Ağırdağ bölgesine tank desteğiyle saldırı emri verilmişti ama sadece 13 tank Yunan Alayına destek vermeye gitmişti. Bunlardan da sadece yedisi kullanılabilir durumdaydı. Diğer tanklar darbe esnasında arızalandığından kampta kalmıştı. Sonuç olarak, Yunan alayının taarruzu “kötü planlanmış” ve “kötü uygulanmış” olduğundan sonuç alıcı olamadı.
En şiddetli çarpışmalar 20 Temmuz gecesi yaşandı. “20/21 Temmuz gece yarısına doğru Rum Bozdağı’ndan MMO Komando birlikleri Türk Bozdağı, Darboğaz istikametinde taarruza geçerek Türk Bozdağı’ndaki mücahit bölüğü unsurlarını kısmen geriye atmıştı. (...) Ada Tepe bölgesindeki mücahitler, yangınları ve MMO atışlarını bahane ederek geriye çekilmiş, saat 22.30 sularında Doğruyol’a sızan 31’inci Rum komando taburunun taarruzlarıyla Doğruyol Sırtları kaybedilmişti. (...) Şahinler bölgesi, (...) ele geçirilmiş, buradaki mücahitler dağılmıştı. (...) MMO taarruzları Lefkoşa Girne ana yoluna kadar ulaşma tehdidi yaratmıştı” (Sadrazam, a.g.e, Üçüncü Cilt, s. 1191). Kıbrıs Rum saldırıları karşısında zor duruma düşen Türk kuvvetlerinde tam bir panik havası yaşanıyordu. Komutan “her şeyin bittiğine ve artık yapacak bir şeyin olmadığını düşünerek Kuran’dan dualar okumaya başlamış, emirle bir takım dokümanlar yakılmaya başlanmıştı (Sadrazam, a.g. e, s. 1196). Komuta yeri değiştirilerek planlar tahrip edilmişti (Erol Mütercimler, Satılık Ada Kıbrıs, İstanbul, Alfa Yayınları, 2007, s. 302). Fakat şafakla beraber hava gücünü kullanan Türk ordusu Kıbrıs Rum kuvvetlerini geriletmekte gecikmedi ve bu da savaşın kaderini belirledi.
Türk ordusunun yaşadığı organizasyon ve koordinasyon sorunları Harekât boyunca devam etti. 21 Temmuz günü Türk savaş uçakları, Türk savaş gemisi Kocatepe’yi batırdı. O gün saat 13.45 sularında Ankara’da görev yapan İngiliz Askeri Ateşe Türk Genelkurmay Başkanlığı adına Kıbrıs’taki İngiliz ordusundan Baf bölgesinde görülen gemilerin kimliğini tespit etmesini istiyordu. Fakat yoğun hava trafiği yüzünden İngilizler keşif uçağı Nimord’u bölgeye göndermeyi reddetmişlerdi. Aynı saatlerde Joseph Sisco, Yunan Cuntası Şefi İonnidis’e Baf açıklarında bir Yunan konvoyu olup olmadığını soruyordu. İonnidis’in cevabı son derece manidardı: “Eğer Türkler Kıbrıs’ın Tehlike Bölgesinde Yunan gemileri görürlerse, Türklere bu gemileri batırmalarını söyleyin.” Bunun üzerine Kissinger Ecevit’i arayıp bilgilendirmişti. Ecevit ısrar ediyordu: “Yunanistan’ın güvenilir olduğuna inanmıyoruz. İoannidis’in şeref sözü vermesi olsa olsa bir şaka olabilir... Yunan bayrağı taşıyan gemilere ateş açabileceğimizi söylüyor ama onun gemileri Türk bayrağı taşıyor.” Bunun üzerine Kissinger Ecevit’e “kendi gemilerini batırırsan hiç kimse seni suçlayamaz” diyerek ironik bir cevap veriyordu. Ecevit ısrarını sürdürüyordu. Gemilerin Türk gemisi değil, Türk bayrağı taşıyan Yunan gemisi olduğunu söylüyordu. Kissinger sinik üslubuyla “öyleyse, onları batırabilirsin” diyordu (Asmussen, a.g.e., s. 111). Sonunda Türk uçaklar gemilerin üzerine dalarak bombalarını bıraktılar. Kocatepe isabet alarak battı. Kocatepe’yi vuran pilotun Türkiye’ye döndüğü zaman uçağının dağa çarptığı bildirildi. Bunun bir kaza mı yoksa intihar mı olduğu hiç bir zaman öğrenilemedi.
Güvenlik Konsey’inin çağırısı ve baskısı üzerine taraflar 22 Temmuz günü ateşkes imzalamayı kabul ettiklerinde Türk birlikleri önceden belirlenen hedeflere ulaşmamıştı. Orgeneral Bedrettin Demirel’in sözleriyle, “inen, atlayan ve çıkan birlikler 22 Temmuz’a kadar birleşememişlerdi. İki günlük cephane ve yiyecekleri vardı. Bunlar tükenmiş olabilirdi. En önemlisi, Girne o güne dek düşürülmemişti.” Saat 17.00’de ateşkes sağlandığında Girne ele geçirilmiş olsa da, Türk birlikleri istedikleri kadar ilerleyememişlerdi. Bu yüzden ateşkese rağmen ilerlemeye devam edildi. Bolu Komando Tugayı 1’inci tabur komutanı Cemal Eruç ateşkesin ihlal edildiğini şu sözlerle anlatıyor: “Çıkan birliklerimiz doğu ve batı yönünde ateşkese rağmen ilerlemeye, yer kazanmaya ve temizliğe devam ediyorlar” (Cemal Eruç, Ceride, İstanbul, Cinus Yayınları, 2014, s. 72) Ayrıca, aralıksız olarak adaya asker ve mühimmat sevkiyatı yapılıyordu. 27 Temmuz gününe kadar adaya 16 bin asker, 46 tank ve 88 helikopter sevk edilmişti. 8 Ağustos’ta rakamlar ikiye katlandı ve 36 bin asker ile 200 tank çıkarıldı.