“1950’li yıllardan önce Kıbrıs’ta Hristiyanlar’la Müslümanlar, kardeş gibi yaşardı...” (1)
TALES OF CYPRUS yani “Kıbrıs’tan Hikayeler” başlıklı internet sitesinin yaratıcısı, Avustralya’dan çok değerli arkadaşımız, akademisyen, araştırmacı yazar ve grafik sanatçısı Konstantinos Emmanuelle, “Bize dair gerçekler” başlığı altında yayınlamakta olduğu Kıbrıs’a dair gözlemleri ve araştırmalarında bu kez de Kıbrıs’ta 1950’li yıllar öncesinde farklı etnik ya da dini kökenden gelip de birlikte kardeşçe yaşam sürdüren toplumlarımızın ilişkilerine bakıyor...
Konstantinos Emmanuelle’in yazısını okurlarımız için özetle derleyip Türkçeleştirdik. Konstantinos Emmanuelle şöyle yazıyor:
BİZE DAİR GERÇEKLER: KIBRIS’TA HRİSTİYANLAR’LA MÜSLÜMANLAR BİR ZAMANLAR BARIŞ VE UYUM İÇERİSİNDE YAŞADILAR...
*** “Tales of Cyprus” yani “Kıbrıs’tan Hikayeler” için röportaj yapmış olduğum her bir şahıs, Kıbrıs’ta Hristiyanlar’la Müslümanlar’ın “kardeş gibi yaşadığı” bir dönemi hatırlamaktadır. Elbette bu, 1950’li yıllardan önceydi, bu dönemi ben çoğunlukla “altın dönem” olarak nitelendiririm, okurlarım için bu deyişim bir sürpriz olsa da... Bir Kıbrıslırum bana “O dönem herhangi bir sorun yoktu” diye anlatıyor... “Hepimiz dosttuk... Birlikte sohbet edip gülüyor, yiyor, içiyorduk, ailelerimizle birlikte kutlamalar yapıyor ve hatta birlikte çalışıyorduk... Tek fark vardı – onlar dua etmek için camiye, biz de kiliseye gidiyorduk...”
*** Babamın barışçıl ve açık görüşlü bir adam olmasından ötürü çok mutluyum... İkinci Dünya Savaşı ardından sert çizgideki milliyetçilerin bölücü doktrininin ve siyasi ideolojisinin hiçbir zaman parçası olmadı (veya buna boyun eğmedi)... Aslına bakılacak olursa babam her zaman Kıbrıslıtürk arkadaşlarından ve tandıklarından büyük bir sevecenlikle söz ederdi... “Hepimiz de Kıbrıslıyız” derdi bana, “hepimiz de aynıyız...”
*** 200’den fazla röportaj yaptıktan sonra benim için çok açıktır ki anne-babamın kuşağından Kıbrıslırumlar’ın ezici çoğunluğunun, Müslüman komşularına yönelik kötü duyguları ya da düşünceleri yoktu. Aslında röportaj yaptıklarımın çoğu da 1950’li ve 60’lı yıllarda nefreti, yalanları ve korkuyu ada çapında yayan çeşitli ajitatörlerin yıkıcı propagandasını hatırladıklarında pişmanlık ve hatta öfke duyduklarını ifade ettiler bana...
*** Yaşlı bir Kıbrıslırum bana, yumrukları sıkılı vaziyette, “Bazıları İngilizler’in ‘böl ve yönet’ kampanyasını suçluyor” diyordu... “Ancak buna yanıt veren de BİZ olduk – o zaman suçlanacak olan biz olmalıyız...”
*** “Tales of Cyprus” yani “Kıbrıs’tan Hikayeler” için röportajlarımda her zaman siyaset tartışmalarından kaçındım, buna karşın pek çok Kıbrıslı 1974’teki felaketten önceki yıllarda Kıbrıs’ta neler olup bittiğine ilişkin isyanlarını ifade ediyorlardı... Ve çoğunlukla da görgü tanıklıklarını gözyaşları içerisinde, hıçkırarak paylaşıyorlardı...
*** Şimdi yazacaklarım ilginizi çekebilir: 1974 yılı başlarında, işgalden üç ay kadar önce, Leymosun’un Arçoz köyünde okula gidiyordum... 14 yaşına yeni girmiştim... Öğretmenin “Enosis yanlısı” ya da Yunanistan’la “birleşme” konusundaki duygularını sık sık sınıfta paylaştığını hatırlıyorum. Ben sessiz sedasız oturuyor ve bu adamın sınıfa sık sık ve tekrar tekrar, Türkler’in bizim düşmanımız olduğu şeklinde söylediklerini sersemlemiş vaziyette dinliyordum... Bu adam bunları söylerken, kendi kendime “demek gençlerin beyinleri böyle yıkanıyor” diye düşündüğümü hatırlıyorum... Nihayet bu adamın ideolojisini sorgulayacak cesareti topladığımda, çok büyük bir öfke içerisinde “Biz Yunanız ve anavatanımıza aitiz” diye bağıracaktı. Böylesi bir “düşünce çerçevesi”nin bizlere neler getirmiş olduğunu sizlere anlatmam gereksizdir diye düşünüyorum...
*** Bugün dahi bazı Kıbrıslılar’ın, Kıbrıs’a dair kendi siyasi görüş ve inançlarını ve geçmişe dair gerçeğin kendi versiyonlarını kabul etmem için beni dönüştürmeye çalışmaları karşısında hayretler içerisinde kalıyorum. Benim için röportaj yapmış olduğum insanların canlı hatıraları, “bir zamanlar Hristiyanlar ve Müslümanlar’ın birlikte yaşadığına, sevgi, güven ve karşılıklı saygı içerisinde varolduklarına” ilişkin yeterli kanıttır...
*** O “altın dönem”de orada değildim, bunu biliyorum ancak şunu söyleyebilirim size: Eğer o dönemi yaşamış olan ükiyüz yaşlı Kıbrıslı birbirinden bağımsız biçimde bana geçmişe dair aynı şeyleri anlatıyorsa, o zaman ben kimim ki onların anlattıklarına ve canlı hatıralarına karşı çıkayım... Her neyse, benden bu kadar – sizleri o güzel eski günleri hatırlayan bazı Kıbrıslılar’ın (Hristiyan ve Müslüman) yorumlarını okumaya bırakayım... RİK 2 Televizyonu’ndan arkadaşım Hüseyin Halil’e, bazı röportajlarını bu paylaşımım için İngilizce’ye çevirmeme izin vermiş olduğu için özel olarak teşekkür ediyorum... Lütfen şuna da dikkat çekmek istiyorum: Bu metinlerde “Türk” sözcükleri, “Kıbrıslıtürk” anlamında kullanılmıştır.
URANYA PETRU PELOPİTHA – ANOYİRA KÖYÜ (TAŞLICA), LEYMOSUN...
“Afet eveleneceği zaman, kızkardeşim Vasiliki’yi “gumerası” (nedimesi) olarak seçtiğini hatırlıyorum. Düğün günü tüm köye övünüyordu ki kendisini giydiren Hristiyan kızlar olmuştu... O kadar yakındık ki, o kadar yakındık... O günleri düşündüğümde acı çekerim – büyük bir utançtır bu...”
ANTULLA LURUCADİ – LURUCİNA KÖYÜ, LEFKOŞA...
“Ben çocukken, mahallemizden bütün çocuklar beraber oynardık. Tek bir kişi dahi kimin Müslüman, kimin Hristiyan olduğuna aldırmaz ve böyle bir ayırım yapmazdı. Böyle bir şey hiçbir zaman tartışılmazdı. Bize göre hepsimiz de aynıydık... Herkes Rumca konuşuyordu... Okuldan sonra tarlalarda beraber çalışırdık, birlikte dikiş diker, nakış işlerdik Türk kadınlarla... Arkadaşım Ayşe, makinesini bizim eve getirirdi... Çok çok iyi geçinirdik...”
NİKOLAS HACIVANAKİS – AKAÇA KÖYÜ, LEFKOŞA...
“Her duyduğuna inanma – bizim Türkler’le hiçbir sorunumuz yoktu. Birlikte yaşıyorduk, birlikte çalışıyorduk ve birlikte kutlamalar yapıyorduk. Kardeş gibiydik... Komşu köydeki Hoca’yı hatırlıyorum, bir bakkal dükkanı vardı ve herkes gidip ondan alış-veriş ederdi. Herkes... Eskiden olduğu gibi yeniden birlikte yaşayacağımız günü bekliyorum ve bunun için dua ediyorum...”
TROFAS İRODOTU – LEFKE...
“Naim’in oğlu Enver’i hatırlıyorum... 16 yaşından itibaren boyacı Yanni’nin yanında birlikte çalışıyorduk... Enver’in babasının bir portokal bahçesi vardı ve haftada bir Enver bana bir sakkulla portokal getirirdi... Bu kadar çok portokalı çarşıda iki şiline satın alabilirdiniz ve işte, arkadaşım Enver bana her hafta bir sakkulla portokal veriyordu... Birbirimizi severdik ve birbirimize çok özen gösterirdik. Köydeki Türkler’le herhangi bir sorunumuz yoktu... Kahvehanelerde hep beraber otururduk... Kağıt oynardık, top oynardık – ne yapıyorsak her zaman beraber yapardık... Bunları düşündüğümde ağlamak isterim çünkü gerçekte hiçbir sorunumuz yoktu...”
NİKOS KONSTANTİNU – AMARGET KÖYÜ, BAF...
“Dürüst olmak gerekirse hatırladığım tek sorun, köydeki bizim Rum kızlardan birisi bir Türk oğlancığa aşık olduğu zaman ortaya çıkmıştı... Bu kız zaten evliydi fakat kocasını beğenmiyordu ve böylece o Türk oğlancıkla kaçmıştı... Birkaç taş atıldıktan sonra herşey eski haline dönmüş ve kız da nihayetinde o Türk oğlancıkla evlenerek kendi ailesini kurmuştu... Hatırladığım kadarıyla köyümüzde yaşanmış olan tek sorun buydu. Elbette 1953 öncesinden söz ediyorum...”
HRİSANTOS KSENEFONDOS – AMARGET KÖYÜ, BAF...
“Şansıma bakın ki benim yaşlarda olan, öksüz bir küçük Türk kızının evinin tam karşısında dünyaya gelmiştim. Her gün birlikte oynuyorduk... Ben onun evine gidiyordum, o da benim evime geliyordu... Altı yaşına gelinceye kadar her gün birlikte oynadık... Söylemek istediğim odur ki, birlikte olmamıza izin veriliyordu... Babam da her zaman köydeki Türkler’le birlikte çalışıyordu...”
HRİSTODULOS LOİZU – AMARGET KÖYÜ, BAF...
“Beş, altı tane Türk çocuk tanırdım, birlikte oynardık... Evime gelirlerdi, ben de onların evlerine giderdim. Babam çiftçiydi, çok fakirdik ve bu çocuklar gelip bize ekin biçerken ve ne iş yapılacaksa, yardım ederlerdi... Annem de sıcak birşeyler hazırlayıp gelir, tarlada çalışan bizleri yedirirdi...”
ANDREAS KAYZER – AMARGET KÖYÜ, BAF...
“Kilisemiz ile cami birbirinin karşısındaydı... Türkler Bayram’ı kutlarken, okuldaki tüm çocuklar ve kahvedeki tüm insanlar gidip onların bayramını kutlardı... Biz de Paska’yı kutlarken, onlar bize gelerek “Galo paska” derdi ve onlara pilavuna ve tatlılar ikram ederdik. Birlikte barış içerisinde yaşardık ve birlikte barış içerisinde çalışırdık... Birbirimize her konuda yardım etmek için yarışırdık adeta: un değirmeninde, ekin biçmede, üzüm toplamada, yapılması gereken iş her neyse, o işte... Bu işlere din karıştırılmazdı... Bizler kiliseye giderdik, onlar camiye giderdi... Paskalya’dan önceki Cuma günü Türkler sokaklara dizilir ve Paskalya Ayini yürüyüşünü izlerlerdi... Birbirimize ve birbirimizin dini ritüellerine karşı saygı vardı...”
ANNA KATSURA – ANGLİSİDİS KÖYÜ (AKSU), LARNAKA...
“Birbirimizin düğünlerine giderdik... Düğün ziyafeti için birbirimize masa-sandalye verir, pişirilecek yemeklerde ve içeceklerde birbirimize yardım ederdik... Bütün gece boyunca şarkılar söyleyip danseder ve sonra da birbirimizin evinde uyurduk... Tüm bunlar güzel değil midir?”
SOFİA MİHALİ – ANGLİSİDİS KÖYÜ (AKSU), LARNAKA...
“Çevremizdeki bütün komşularımız Türkler’di... Ancak o günlerde onlardan bahsederken “Türk” diye bahsetmiyorduk... Yusuf vardı orada, yolun tam karşısında Hüseyin vardı... Onları “Türk” diye ayırmıyorduk. Hepimiz aynıydık... Onların Müslüman isimleri vardı, bizim Hristiyan isimlerimiz vardı...”
ANDREAS MİHALİ – ANGLİSİDİS KÖYÜ (AKSU), LARNAKA...
“Kemal en iyi arkadaşımdı. Harika bir insandı... Babasının eli sıkı olduğunu ve ona fazla para vermediğini hatırlıyorum, ona mümkün olduğunca yardım ediyor, onun için sigara ve istediği şeyleri alıyordum... Kemal, köyde motosiklet sahibi olan ilk kişiydi. Bana nasıl motor süreceğimi alıştırdı... Böylece köyün dışına dolaşmaya giderdik. O kadar iyi arkadaştık ki... Bir gece bana, “Hade Andrea, İskele’ye gidelim” dedi, gittik... Geceydi... 18 mil gidiş, 18 mil dönüş... O kadar harika bir arkadaştı ki...”
HRİSTALLA LUKİA – ASOMATO KÖYÜ (GÖZÜGÜZEL), LEYMOSUN...
“Durun size bir hikaye anlatayım. Ben çok küçükken annemle babam çok hasta olmuşlar ve hastaneye kaldırılmışlardı. Büyük kızkardeşim o günlerde on yaşındaydı ve evdeki biz dört çocuğa bakmak zorunda kalmıştı. İyi yürekli komşularımız Abdullah ve Hatice, hemen yardımımıza koştular... Bir tavşan öldürdüler ve kızkardeşime bizi yedirmek üzere yemek pişirmek için yardım ettiler. Böylesi iyilikleri insan unutamaz...”
(TALES OF CYPRUS’ta Konstantinos Emmanuelle’in yazısını derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN... Fotoğraflar, “Tales of Cyprus”tan alınmıştır...)
(Devam edecek)