“1963 sonrasında Digomolular ne tür zorluklarla karşı karşıya kalmıştı?...”
Kıbrıs’ta geçmişle yüzleşmeye devam ediyoruz: 1963’teki iki toplumlu çatışmalar ardından Digomo ve civar köyler nasıl etkilenmişti?
Kıbrıslıtürk toplumu, yalnızca kendisinin acı çektiğini düşünebilir 1963-64 iki toplumlu çatışmalar ardından – oysa bu dönem bazı Kıbrıslırumlar da öldürülmüş, “kayıp” edilmiş ve onlar da çatışma günleri ardından Kıbrıs’ta yaratılmakta olan koşullardan büyük acılar çekmişlerdi...
Çok değerli arkadaşımız Andreas Kostas Gunaris, bize her iki toplumdan “kayıplar”ın bulunması için büyük yardımlarda bulunan ve bu yüzden geçtiğimiz yıl iki toplumdan barışsever örgütlerin onore ettiği bir Digomolu. O, Digomo’nun (şimdiki adı Dikmen) “Wikipediası” gibi... Kendi sosyal medya sayfasında istikrarlı ve kesintisiz biçimde Digomo’ya dair fotoğraflar, hatıralar, bilgiler yayımlıyor ki bunlar yitip gitmesin...
Andreas Kostas Gunaris’in bir paylaşımında, 1965 yılında Digomo’daki sinemada yapılmış olan bir toplantının resmi var... Bu toplantıya Digomo’nun yanısıra Sihari (Kaynakköy), Vuno (Taşkent), Gutsovendi (Güngör) ve Trahona’dan (Kızılbaş) yetkililer de katılmış...
Andreas Kostas Gunaris’in bu konudaki yazısını “google translate” aracılığıyla Rumca’dan İngilizce’ye çevirdik, sonra da bunu okurlarımız için özetle Türkçeleştirdik. Gunaris, Digomolular’ın 1963 sonrası yaşadıkları zorluklar konusunda özetle şöyle yazıyor:
*** Bugün sevgili köyümüz Digomo’da 1965 yılında Yorgos Lambros Venizelos Sineması’nda köy muhtarı olan amcam Hristos’un girişimleriyle düzenlenen büyük bir toplantıdan söz etmek istiyorum. O günlerde sinemanın büfecisi dayım Lukas Lumakos idi...
*** Muhtar amcam konuşmasında Digomo toplumunun karşı karşıya kaldığı sorunlardan söz edecekti, özellikle 1963 sonrası Kıbrıslıtürkler tarafından denetmenen bölgelerde kalan 15 bin hektarlık arazisi vardı Digomolular’ın. Bu durumdan en çok etkilenenler, köyümüzdeki bazı çiftçiler ve hayvancılardı – topraklarını ekip biçemiyorlar, hayvanlarını otlatmaya çıkaramıyorlardı.
*** Köyümüz üç taraftan, kuzey, güney ve batıdan kuşatma altında kaldığı için çakıl, kum ve kireç üreten iki fabrika operasyonlarını durdurmuşlardı çünkü kimse kendilerine gerekli güvenliği sağlayamıyordu. Bunun sonucunda pek çok insan işlerini ve gelirlerini kaybetmişti...
*** Digomolu pek çok insan Lefkoşa’da çalışmaktaydı ve yaratılan durum nedeniyle Digomo-Sihari-Vuno-Gutsovendi-Mia Milya yoluyla Lefkoşa’ya işyerlerine ya da liselerdeki okullarında eğitimlerini sürdürmeye gidip gelmekteydiler.
*** 1965 yılında sorunların ele alındığı bu toplantıya Sihari, Vuno, Gutsovendi ve Trahona köylerünün yetkilileri de katılmıştı çünkü onların köylüleri de aynı sorunlardan muzdaripti. Toplantıya bazı devlet yetkilileri ve milletvekilleri de katılmıştı...
*** Muhtar amcamın sevgili köyümüze sunmuş oldukları paha biçilmezdi. Köyde yaşayan herkesin kapısını çalıyordu, Digomolular’ın hayatını iyileştirmek tek kaygısıydı... 1958 yılında her bir mahalleye birer çeşme yaptırmıştı çünkü herkes evlerine farklı kaynaklardan su götürmeye çalışmaktaydı. 1970 yılında büyük çabalar sonucu köyü yeraltı su borularıyla döşetmeyi başarmıştı, böylece her evin kendi suyu olmuştu. 1959 yılının Temmuz ayında Elektrik Kurumu’na başvurarak, Digomo’ya elektrik bağlanmasını talep etmişti ve 30 Ağustos 1963 tarihinde tüm köy elektriğe kavuşmuştu: O günlerde “Işığı gördük” diyorduk... Ben kişi olarak liseyi gaz lambası ışığında okuyarak bitirmiştim...
*** Daha önce de belirtmiş olduğum gibi, 1963’teki iki toplumlu çatışmalar nedeniyle Digomolular bir yere gideceklerinde uzun bir yol katetmek zorunda kalıyorlardı. Vuno, Gutsovendi, Mia Milya üzerinden ancak Lefkoşa'ya ulaşıyorlardı. Bu nedenle Sihari ile Mia Milya arasına yeni bir yol inşa edilmesi gerekiyordu. Muhtar amcamın girişimleri ve büyük çabaları başarıyla sonuçlanacak ve 1973’ün ilk aylarında Digomo-Lefkoşa yeni yolunun inşası tamamlanacaktı.
1965 yılında Digomo'nun sorunlarının ele alındığı toplantı... Foto Andreas Kostas Gunaris'in arşivinden...
Bir zamanlar Digomo'da bir çoban ve sürüsü... Foto Andreas Kostas Gunaris arşivinden...
“Kaleburnu’ndan Çatoz’a Yılmaz ve Sabiha Derebeyli’nin ardından...”
Ulus Irkad
Amcam Yılmaz Derebeyli, Serdarlı Bölgesi veya Çatoz’da tanındığı ismiyle Demirci Efe’yi beş yıl önce, yengem Sabiha’yı, yani hanımını da geçen hafta kaybettik. Amcam aslen Kaleburnulu, Derviş Osman Nuri Hüseyin Guselli Beppei Hoca’nın oğluydu. Büyük Dedemin ilk hanımı çok genç ölmüş ondan doğan çocukları da hayatta çok zorluklar çekmişlerdi. Mesela Emine adlı kızının Filistin’e yüzyıl başlarında satılması da ayrı acıklı bir olaydı. Hoca Dedemin ikinci izdivacından, Hasan, Ayşe ve Yılmaz diye üç çocuğu olmuş ama bu defa da ikinci hanımı onu üç çocukla terkedince, Amcam Yılmaz ve kardeşleri, abilerinin yardımları veya çok güç koşullar altında kendilerini yetiştirdiler. Tüm kardeşler Kaleburnu’luydu. Onlara köyün en büyük ailesinin adıyla köyde “Beppeiler” denmekteydi.
DEMİRCİYDİ...
Yılmaz amcam kardeşlerinin en küçüğüydü. Demirciydi ve demirden çok kolay bir şekilde silah üretmeyi başarmıştı. Çok becerikliydi. Zaten Kaleburnu’lu Beppeiler’in köyde de sanatçı ruhu bayağı üstündü. Yeğenlerinden İdris Dakko amcam da demirden ve taştan heykeller üretirdi ki sonradan Avustralya’ya göç edince, hem Pankreas güreşçisi hem de bir sanatçı heykaltıraş ve demirden heykeller yapan bir sanatçı diye Avustralya’da meşhur olacaktı.
ÇATOZ’A YERLEŞMİŞLERDİ...
Yengem Sabiha’yla amcam 1960’lı yılların başında tanıştılar. Çatoz-Serdarlı’ya yerleştiler. Orada kız çocuklarını yetiştirdiler. Hayatımda ilk defa onlara 1966 yılında Lefkoşa’da Tren Yolu Sokağında abisi olan dedem Mustafa Hısım’ın kafeteryasında rastladım. Amcam Yılmaz Efe, Beşparmak Dağlarından belinde aynen Cowboylar gibi kendi ürettiği iki revolver tabanca ile gelmişti. O mücahit elbiseleri içinde adeta efsane bir kahramanı andırıyordu. Hatırladığım kadarıyla üstünde de bu ürettiği silahlarının kurşunları bulunmaktaydı.Yengem Sabiha ilk çocuklarını elinden tutarken yeni gelecek olan ve adını o günlerde ölen halam Sultanın adı verilecek olan bebeğine hamileydi. Ne yazık ki yeni bebek de Sultan halamın kaderini paylaşacak ve küçük Sultanımız da aynen halam gibi genç yaşta gözlerini hayata kapayacaktı. Bu yüzden ailemizde artık Sultan ismine uğurlu olarak bakılmıyor.
İDAMLA YARGILANMIŞTI...
Yengem amcamın TMT’li olmasından ve silah yapmasından dolayı çok sorunlarla da karşılaşmıştı. Evlenmeden önce amcamın 1950’li yıllarda üzerinde imal ettiği silahlar bulunduğu için o dönemde idamla yargılandığı ve tevkif edildiğinde de hapishanede EOKA’cı Samsonla aynı hücreyi paylaştığı anlatılmaktadır. O dönemlerde avukat olan merhum Denktaş’ın amcamı ipten kurtardığı ve onu idamdan kurtararak onun için Müstemleke Hükümeti’nden af aldığı söylenmektedir. Her Serdarlı’ya gittiğimizde hep yengemize giderdik. Yengemiz bizi büyük bir sevinçle karşılardı. Amcam da onları ziyaretimize sevinirdi.
TEHLİKELİ DURUMLARDA BİLE GÜLERDİ, SOĞUKKANLIYDI...
Ne yazık ki beş yıl önce amcamı, geçen hafta da dünyalar iyisi temiz yürekli yengemizi kaybettik. Amcam her zaman en tehlikeli durumlarla karşılaşsa bile gülerdi ve olayları hep soğuk kanlılıkla karşılardı. Beş yıl önce seksenli yaşlarda öldüğünde de öleceğini bilerek son nefesini verdi. Elbet hastalığını biliyordu ama onu öldürecek bu hastalıktan da korkmadı. Sonuna kadar da yaşamak için mücadele etti. Ne yazık ki ecel onu aramızdan beş yıl önce aldı. Amcamız Yılmaz herkes ve yeğenleri tarafından sevilen örnek bir insandı.
Yengeme de amcama da rahmet diliyorum. Serdarlı’daki yeğenlerime, tekrar başınız sağolsun diyorum.
“Fakir Kıbrıslılar bir zamanlar evlatlarını zenginlere evlatlık olarak verirdi...”
Kostas ve Rita Severis Vakfı’na ait CVAR yani Görsel Sanatlar ve Araştırma Merkezi’nin internet sayfasında yer alan “Bunları biliyor muydunuz? Lala” başlıklı yazıda özetle şöyle deniliyor:
*** Savaşın ortasındaki yıllarda (1940’lar kastediliyor – S.U.) fakir ailelerden babalar, kızlarının daha iyi koşullarda yetiştirilebilmesi için zengin aileler arıyorlardı. Kızlarını onlara (evlatlık olarak vermek üzere), aracılar bularak bu zengin insanlara yaklaşıyorlardı.
*** Uygun birini bulan fakir bir köylü, Lefkoşa’daki yeni ana-babasına kızlarını istemeye istemeye emanet ediyor ve köyüne yalnız dönüyordu... Kızın evlatlık verilmesini takip eden yıllar içerisinde, baba, kızını ziyaret ediyordu...
*** Benzer biçimde erkek çocukları da zengin ailelerin yanına evlatlık olarak verilmekteydi. Evlatlık olarak verilen oğlan çocuklarına “uşak” deniliyor, daha esmer tenli olan oğlan çocuklarına ise “Lala” deniyordu.
*** İlerleyen yıllarda bu evlatlık oğlan çocukları son derece itaatkar oluyor ve büyüdükleri zaman aile onlara bir iş ve evlenecek bir eş buluyordu...
(CVAR’ın bu yazı için kullandığı, sayfamıza aldığımız fotoğraf ise 1924 yılında çekilmiş...)