“1974 harbini yaşadık… Hayatımın en güzel insanını Kıbrıs’ta buldum”
Kıbrıs’a 1972’te çalışmaya gelen, adaya yerleşen, burada aile kuran ve sol mücadele içerisinde hep başı dik yürüyen Kutman Tayaz’ın anısına…
“1974 harbini yaşadık…74’te Kıbrıslı bir hanımla nişanlandık… Hayatımın en güzel insanını, hayat arkadaşım Perihan’ı Kıbrıs’ta buldum. Lefkoşalı’dır ama aslen Baflı’dır, Melatyalıdır, Baflıların da eniştesi oldum…”
“Kıbrıslı’nın kendine olan saygısı vardı, bütün mesele o, şimdi o da kalmadı. İnsanların birbirlerine saygıları vardı. Ben çok iyi hatırlarım, yasalarla konulmuş çalışma saatleri vardı, onlara kesinlikle uyarlardı. Öğlen çıkıp da Arasta’nın içinde açık dükkan bulamazdınız.”
“Yani şimdi ben buraya kendi evime, bir sürü insan getirteyim, evin içine yerleştireyim ve onlar bana hükmetsinler, bu yanlıştır. Yaşasınlar benimle beraber evet, evleri barkları yoksa ama bıraksınlar da evi de ben idare edeyim, idare edemesinler benim evimi gibi…”
-------------------------
Röportaj: Sevgül Uludağ (Nisan 2002, Yenidüzen)
------------------------
Kutman Tayaz, 1972’de Kıbrıs’a gelmiş, sonra “hayatımın en güzel insanı” dediği eşi Melatyalı Perihan’la tanışıp evlenmiş… 1980’li yıllarda TKP’nin aktif kadrolarından olan Tayaz, bir grup arkadaşıyla birlikte partiden ihraç edilince YKP’yi kurmuş, “kadim dostum” dediği Alpay Durduran’la…
Kutman Tayaz, 1972 yılı sonunda Kıbrıs’a Dr. Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi’nin mekanik sistemlerini yapmak üzere gelmiş. Daha önce İstanbul’da çalıştığı şirkette çalışan iki Kıbrıslı arkadaşı olmuş: Saydan Ahmet Eminağa ile “kadim dostum” dediği Alpay Durduran. “Onlarla beraber burada şantiyeyi kurduk, çalışmaya başladık” diye anlatıyor. “1974 harbini yaşadık…74’te Kıbrıslı bir hanımla nişanlandık… Hayatımın en güzel insanını, hayat arkadaşım Perihan’ı Kıbrıs’ta buldum. Lefkoşalı’dır ama aslen Baflı’dır, Melatyalıdır, Baflıların da eniştesi oldum…” diyor.
“SEN BAFLI DEĞİL MİN BE!”
O dönem çok iyi karşılandığını anlatıyor: “Yapımız gereği, insanlara yaklaşımımız farklı olduğu için hiçbir farkımız kalmadı Kıbrıslılardan zaten, hatta enteresandır, Saray Otel önünde bir Kıbrıslı arkadaşımız bu gelişen süreç içerisinde Türkiyeliler ile Kıbrıslılar arasındaki ufak tefek çatışmalardan dolayı bana şikayette bulunmuştu, “İşte geldiler, şöyle yaptılar böyle yaptılar” … Ben o anlattıkça yüzüne bakıp gülüyordum… “Ne gülüyorsun yahu?” dedi, “Karşındaki adama hakaret ediyorsun, farkında değilsin” deyince “Sen Baflı değil min be!” dediydi… Bu bir kültür meselesidir. Biz bu kültürün parçası olarak bu ülkede Kıbrıslı kardeşlerimizle birlikte yaşamaya çalışıyoruz, onlarla aynı mücadeleyi veriyoruz, yaşam mücadelesi veriyoruz…”
İki tane “dünya güzeli” kızı olduğunu, onların ikisinin de Kıbrıslı olduğunu anlatıyor… “Biz de otuz senede geçen süreç içinde biz de Kıbrıslı sayıyoruz kendimizi, bir takım insanlar bizi Kıbrıslı saymasa bile, biz Kıbrıslı sayıyoruz…”
“HEMŞEHRİLERİM DEĞİL KIBRISLI KARDEŞLERİM BANA OY VERDİ!”
Kutman Tayaz, siyasi yaşamında birlikte çalıştığı arkadaşların önemli rolü olduğunu anlatıyor… Türkiye’deyken her zaman yelpazenin solunda olduğunu, Kıbrıs’ta da yelpazenin solunda olduğunu anlatan Tayaz, “O zaman TKP üyesiydik… 1985’te TKP’den milletvekili adayı olduk, çok enteresandır, aday olduğum Değirmenlik köyünde bana Türkiyeli hemşehrilerim değil de Kıbrıslı kardeşlerim bana oy verdiler!” Bunun nedenini sorduğumuzda, “Herhalde uyumum ve yaşam şeklim onlara daha uygun olduğu için çünkü ben doğma büyüme İzmirliyim, İzmir’in taşrasından değil, doğrudan içindenim… İzmir, geleneksel demokrat bir şehirdir… Kendi ailemin yaşamı da farklı olduğu için, dünyayı daha iyi algılayabilen bir ailenin evladı olduğumuz da bu şekilde ortaya çıktı… Anne tarafında Giritlilik de var.. Dolayısıyla adalıların adalılarla yakınlığı da ortaya çıktı!”
“PARTİ KURDUK, SİLAHLI CEVAPLAR ALDIK!”
TKP’de güzel yıllarının geçtiğini anlatıyor… DMP sürecine gidilirken “bir takım yanlışlıkların yapıldığını gördüklerini” anlatıyor:
“11 arkadaştık. Önce Alpay Bey bu partiden uzaklaştırılmaya çalışıldı, sonra biz 11 arkadaş bir deklerasyon yayımladık, partiye yapmayın, yanlış yapıyorsunuz, bir takım ilkeler vardır diye. Hepimizi disiplin kuruluna verdiler ve bunlar iflah olmaz diyerek bizi partiden uzaklaştırdılar, ihraç ettiler. 1989’du… Ayrılan grup Kıbrıslılar Dayanışma Derneği’ni kurduk, orada çalışmalara başladık, daha sonra Yeni Kıbrıs Partisi kurucuları arasındaydım… Daha sonra hem televizyonlarla, hem gazetelerle cevabımızı aldık! Silahlı cevaplar aldık, partimiz kurşunlandıydı… Maalesef “ahlaksız” muhalefetin de bu işleri şakşaklaması, egemen güçlere bu gücü veriyor. Daha sonra CTP’nin hükümet olup da hükümet olamayışlarının nedenlerini anlayan birkaç arkadaşın ayrılmasıyla birlikte yeni bir çalışma içine girildi, Yurtsever Birlik Hareketi’ni kurduk …”
Hastane inşaatından sonra Planlama İnşaat Dairesi’nde çalışmaya başlayan Kutman Tayaz, cezaevi, Atatürk Kültür Merkezi, havaalanı inşaatlarında mekanik sistem teknisyeni olarak çalışmış… “Bu memlekete gelen Türkiye kökenliler içinde hizmet veren ilk kişilerden biriyim, karşılıksız bir hizmet… Kimseye sırtını dayamadan verilmiş bir hizmet, yaşamımız bu, kendi kendimize yeterli olmaya çalıştık ve yettik de…” diyor.
DEĞİŞEN SÜREÇLER…
1972’den bu yana adamızda bulunan Kutman Tayaz’a, Kıbrıslıların Türkiye’den gelenlere yaklaşımında değişen süreçlerle ilgili gözlemlerini soruyoruz. Şöyle diyor:
“1974 öncesi Kıbrıslılar adanın çeşitli bölgelerine dağılmıştı, benim gözlemleyebildiğim Lefkoşa içerisiydi. O zaman Türkiye’den gruplar gelirdi. Bir farklılık vardı. O da şu: mesela Türkiye’de alışverişlerde pazarlık unsuru vardır ama bu memlekete geldiğimde, bu pazarlık unsurunun olmadığını gözlemledim. En büyük özellik oydu alışverişte – Türkiye’den gelenler ille indirim yapılsın isterdi, oysa ki burada öyle birşey yoktu. Ama ilişkiler iyiydi… Kıbrıslı’nın kendine olan saygısı vardı, bütün mesele o, şimdi o da kalmadı. İnsanların birbirlerine saygıları vardı. Ben çok iyi hatırlarım, yasalarla konulmuş çalışma saatleri vardı, onlara kesinlikle uyarlardı. Öğlen çıkıp da Arasta’nın içinde açık dükkan bulamazdınız, o siesta saatinde o dükkanlar mutlaka kapalı olurdu. Şimdi bunların hiçbiri yok. Bir de Arasta eskiden çok güzeldi, şimdi çok değişti, çok büyük farklılıklar var. Biliyorsunuz, Türkiye hala göçer vaziyettedir, Doğu’dan Batı’ya doğru devamlı bir hareketlilik vardır. Doğu insanının kültür yapısıyla, Batı insanının kültür yapısı arasındaki fark, işte burada Kıbrıs’ta ayan beyan ortaya çıkmıştır. Onların yaşam şekilleri başkadır, Türkiye’nin batısındaki insanların yaşam şekilleri başkadır, Kıbrıslı’nın da onlardan daha farklıdır, ada kültürüyle yetişmiş Kıbrıslılar, İngiliz sömürge dönemindeki İngilizin yaşamını almış, Osmanlı’nın yerleşik düzeninden hal ve tavırlarını almış, ikisinin karışımı… Bir de kendine has Türk ve Rum toplumunun, diğer toplumların yapısından kaynaklanan kültür yapısı var. Çok farklı bir yapıdır bu çünkü İzmir’in Giritlilerle İzmir’in yerlileri arasında bile kültür farkı vardı, Girit’ten ilk gelen Giritlilerle… Giritlilere “Kritikozlar” derlerdi… İzmir’de Latinler de vardı, Yahudiler vardı, Levantenler vardı… Birbirleriyle çok iyi anlaşırlardı ama Girit’ten gelenlerle Türk kökenliler arasında yaşam farkı vardı, ailevi yaşamları farklıydı, yemek farklılıkları vardı mesela. Bu farklılıklar olacak… Yani insanlar şalvar giyiyor diye değil de, buraya geldiler kardeşim, ben burada Değirmenlik’te arkadaşlarımızla, yani Türkiye’den gelenlerle konuşuyorum. Kıbrıs’ta yaşamayı insanlar kendilerine verilmiş bir ödün olarak görüyorlar, TC tarafından verilmiş bir ödün olarak görüyor ve o ödünü kullanmaya çalışıyor. Tutunmuyor buraya, ben de bu Kıbrıslılarla beraber bu mücadeleyi vereyim de bu topraklara gerçekten sahip çıkalım diye birşeyleri yok çünkü tarlası varmış, evi varmış, buradaki malını mülkünü satıyor gidiyor oraya, geliyor tekrar, gidiyor… Bizim farklılığımız buradan kaynaklanıyor… Bu kültür farklılığını daha iyi anlayabilmem için benim, bir on sene kadar Değirmenlik Kültür Derneği’nin başkanlığını yaptım… On sene bana bu onuru yaşattı arkadaşlar ve ses verdik bu memlekette… O egemen güçlerin kabul etmediği, “azılı dernekler” sırasına bizi de koydulardı. Halk-Der’le birlikte çalışarak bu derneği geliştirmiştik ve on sene başkanlığını yapmıştım… Benzer oyunlar var mı? Var… Batı kökenli oyunlarda biraz benzerlik vardır, zaten bu Akdeniz havzasının içinde tüm oyunlar benzerdir.”
“KIBRISLI’NIN EVLADI KARŞI GELİR, TÜRKİYELİNİNKİ GELEMEZ”
“Bir o tutunamayanlar var dediniz ama bir de onların çocukları var, onların durumu çok ilginç… Çünkü o çocuklar kendini Kıbrıslı hissediyor, Türkiye’ye gidiyor alışamıyor, geri geliyor, burada rahat ediyor… Ama bir sesleri yok… Aile baskısı veya çevre baskısı altına alınabiliyorlar… Bunları gözlüyor musunuz?” diyoruz…
“Tabii gözlüyorum” diyor Kutman Tayaz… “Gene kültür farkıdır. Ataerkil yapıdan geliyor Türkiye’nin insanları, yani babanın sözü dinleniyor. Baba ne derse odur. Bir de şu vardır: rejimi yaşatsın diye kurulan sistem insanları o hale getirdi ki, çalışmayan ve çalışmadan para alan insanlar var, bağladılar kendilerini… Her seçim dönemlerinde ve seçimlerden sonraki dönemlerde bir takım ulufeler dağıtılıyor. Bu tabii sizin ve benim cebimden alınan paralarla dağıtılan ulufeler bunlar… İnsanlara bir takım paralar veriyorlar… Kıbrıslı’nın evladı atasına, babasına karşı gelebilir ama Türkiye kökenli bir ailenin evladı, anasına babasına karşı gelemez. Onu yapabilmesi için, belli bir kültür seviyesine erişmesi lazım. O kültür seviyesini ailesi verir insana zaten, onu da veremeyeceğine göre, iki derede bir arada kalan çocuklar vardır, doğrudur dediğiniz, üniversiteye giden çocuklar vardır, onlar işin farkındadırlar… Bizim köyümüzde 9-10 tane üniversiteli çocuk var, bunların 5-6 tanesi Kıbrıslıdır, geriye kalanlar Türkiye’den gelmiş ailelerin çocuklarıdır, onların zihinleri açıktır bu konuda… Zaten konuşma şekilleri bile Kıbrıslı lehçesine çalıyor… Ama ailevi baskılar fazla… Enteresandır, burada bir Resul Gez efendi vardır, bir aşiretin başkanı gibidir… 15-20 kişilik bir ailesi vardır, çok da iyi bir insandır, okuma yazması da yoktur, Resul Gez ve ailesi devamlı muhtardır… Söylemem odur ki, bütün çocukları çalışıyorlar, ediyorlar, para geliyor ortaya konuyor ve o şekilde dağılıyor. Yani klan yaşamı sürüyorlar. Siirtliler, Maraşlılar falan vardır, bunlar hep aşirettirler, o aşiretlerin ileri gelenlerini işte siyasilerimiz alıyorlar ellerine, istedikleri gibi yönlendiriyorlar. Bir de Kürtler vardır, onlar üzerinde bir baskı vardır, arada bir yoklarlar kendilerini, devamlı denetim altında tutsunlar diye… Bu insanlar yaşıyorlar… Şurası muhakkak ki Türkiye’deki yaşamlarından çok daha bir yaşam içinde yaşıyorlar burada, daha medeni bir yaşam içindeler bunun içinde. Evleri var, arabaları var, telefonları, televizyonları var… Tahmin etmiyorum onların Kıbrıs’tan ayrılıp geriye gideceklerini çünkü gittikleri yerde bu yaşamı bulamayacaklar. Yepyeni bir hayat kurdular. Aslında ben de yepyeni bir hayat kurdum. Kıbrıs’a gelmekle, ömrümün yarısını yepyeni bir şekilde yaşadım, gelip de Kıbrıs’ta karımla tanışmasaydım, umurumda değildi evlenmek… Türkiye’de iyi para kazanıyorduk, alıyorduk, yiyorduk, İstanbul’da her genç delikanlı nasıl yaşıyorsa, biz de yaşıyorduk… Evimiz barkımız vardı, ailemizden ayrı yaşıyorduk… Ama bir Kıbrıslı bizi teslim aldı!”
“BURADA DOĞMUŞ İNSANLAR GERİ GÖNDERİLEMEZ”
Kutman Tayaz, şöyle diyor:
“Şunu sorarsanız, bir anlaşma durumunda ne olacak, ben kesinlikle burada doğmuş insanların, bu ülkeye sahip çıkmaya çalışan insanların geriye gönderilmesinin karşısındayım. Ama şu, her uygar ülkede olduğu gibi, insanların bir klasifiye edilmesi lazım, kim vatandaştır, kim değildir, kim o vatandaşlıktan, vatandaş haklarından faydalanabilir… Yaşadığınız yerin esas sahiplerinin iradelerine hakim olmayacak bir konumda yaşatılmanız lazım bunun içinde. Yani şimdi ben buraya kendi evime, bir sürü insan getirteyim, evin içine yerleştireyim ve onlar bana hükmetsinler, bu yanlıştır. Yaşasınlar benimle beraber evet, evleri barkları yoksa ama bıraksınlar da evi de ben idare edeyim, idare edemesinler benim evimi gibi…”