“1974’te Leymosun’da öldürülmekten nasıl kurtarıldıydık...”
*** OKURLARIMIZ BİLDİKLERİNİ PAYLAŞMAYA DEVAM EDİYOR...
Bir okurumuz şu bilgileri paylaşmak istediğini söyledi:
“1974’te savaş esnasında birinci harekat olabilir, ikinci harekat da olabilir. Çocuk aklımla ancak esir alındığımızı hatırlarım, tam tarihi hatırlamam.
Ben 10 yaşlarındaydım...
Leymosun’un Vietnam Mahallesi’nden esir alındıydık... 30-40 kişiydik.
Vietnam Mahallesi’nden Leymosun’daki Türk Hastanesi’ne yürüyerek götürülüyorduk.
En önde 15 yaşlarında falan bir genç vardı, elinde bir değnek, üstünde beyaz bir çarşaf bağlıydı.
Vietnam Mahallesi’nden Türk Hastanesi’ne mesafe yürüyerek 1-1.5 kilometre birşeydi hatırladığım kadarıynan...
Bizi komando askerler yan tarafımızda yürüyerek hastaneye götürüyordu.
Bu komandolar, belki da Yunanistan’dan gelme bir birlik olabilirdi, başlarında siyah bere, tabancaları bacaklarına bağlıydı...
Tam hastaneye yanaştıydık ki tam karşıdan bir Kıbrıslırum askeri belirdi, elinde otomatik silah vardı… Bağırarak hepimizi öldüreceğini söylerdi. Annem farsi Rumca bildiği için ne söylediğini bize anlatırdı.
Yanımızdaki komandoların komutanı ona “Bunları öldüremen, bunlar esirdir, sivildir, hepsi çoluk çocuk kadın ve yaşlıdır” dedi.
Ama O Kıbrıslırum, “Benim gardaşımı öldürdüler, ben da onları öldürecem” diye bağırıyordu. Kendinden geçmiş vaziyetteydi...
Sonra karşı kaldırıma geçip otomatik silahını kurdu ve bize doğrulttu. Kendini kaybetmiş vaziyetteydi… Artık son noktadaydı…
Yunan olduğunu tahmin ettiğimiz o komutan tabancasını çıkarıp o Kıbrıslırum askerini vurdu. Asker yere düştü. Kanları yola fışkırıyordu. O zaman Yunan komutan karşıya geçip oradaki kasap dükkanından bir önlük aldı ve bu Kıbrıslırum askerin üstünü örttü. Bu komutan kalkıp da karşıya geçip onu durduramazdı… Bu mümkün değildi…
Sonra yeniden yola devam ettik ve hastaneye vardık.
Hastanede Leymosun’dan toplanmış Kıbrıslıtürk esirler vardı, hepsi hastanenin bahçesindeydi.
Biz hastanede bir gece kaldık sanırım, ondan sonra bizi başka bir Rum hastanesinin avlusuna götürdüler. Hepimizi Rum hastanesine götürdüler.
Hiç unutmam orada ses çıkarmaylım, sigara yakmasın kimse denirdi. Çünkü Türk uçakları geçerdi.
Rum hastanesinin bahçesinde birkaç gün kaldık. Sonra bizi mahallemize götürdüler. Evimizde kaldık. Sonra da bizi Paramal’a götürdüler, Paramal’a gittik ve altı ay kadar çadırlarda kaldıydık.
Bu olay beni senelerinan, günlerinan etkiledi. Gecelerinan hep rüyalarıma girdi ve çok zor atlattım bu olayı.
Birkaç sene bunun etkisinde kaldım. Benimle birlikte ablam da, abim da, annem da etkilendiydi çok…
Çok zor bir süreç idi…
Biz o gün ölmüş olabilirdik. Oradaki asker deyebilirdi, “hade be bırakın vursun…”
Onun için bizim için her gün bir lütuftur yani…”
Bu okurumuza bu çok değerli anısını bizimle paylaşmış olduğu için yürekten teşekkür ediyoruz... Bu insaniyet öyküsünü kaleme alırken, geçmişle yüzleşebilmek için tüm yaşanmış olanların bilinmesi gerektiğinin altını bir kez daha çizmek istiyoruz... Tüm kötülükler de, tüm iyilikler de gizlenmemeli, bilinmelidir... Ancak bu şekilde daha iyi bir gelecek inşa edebiliriz evlatlarımız ve torunlarımız için...
İsviçre’den Kayıplar Komitesi’ne mali destek...
İsviçre’nin Kayıplar Komitesi’ne mali destek verdiği bildirildi. Kayıplar Komitesi tarafından dün yapılan açıklamada şöyle denildi:
“İsviçre Konfederasyonu 11 Ekim 2023 tarihinde Kayıp Şahıslar Komitesi'nin (KŞK) çalışmalarını desteklemek amacıyla toplam 1 milyon İsviçre Frangı (yaklaşık 1.05 milyon Euro) tutarında bir anlaşma imzaladı. İlk taksit olan 500,000 Euro, 2023 yılında KŞK'nın genetik analiz çalışmalarını destekleyecek. Bu katkı ile İsviçre'nin 2014 yılından bu yana KŞK'ya yaptığı mali yardım toplam 571,000 Euro'ya ulaşacak.
KŞK 1981 yılında Birleşmiş Milletler himayesinde Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk liderler arasında varılan bir anlaşma ile kurulmuştur. Kıbrıs'taki Kayıp Şahısların Mezardan Çıkarılması, Kimliklerinin Tespiti ve Kalıntılarının İadesine ilişkin KŞK Projesi 2006 yılında faaliyete geçmiştir ve Avrupa Birliği tarafından ortak finanse edilmektedir.
2023’te bu fonlar, uzun yıllardır aileleri etkileyen bilinmezlik durumunun sona erdirilmesini amaçlamakta olan Kıbrıs'taki Kayıp Şahıslar Komitesi’nin Genel Kazı, Kimlik Tespiti ve Kayıp Şahısların Kalıntılarının İadesi Projesini destekleyecektir.
Şimdiye kadar her iki Kıbrıs toplumundan 1.034 kayıp kişinin kimliği tespit edildi ve onurlu bir cenaze töreni için ailelerine iade edildi.
KŞK, ilgili ailelerin acılarını hafifleten iki toplumlu projesini uygulamak için bağışçı desteğine güveniyor.”
*** GİDENLERİN ARDINDAN...
“Hoşçakal Şaban Balıkçıoğlu... Sana nasıl ağlasam bilemiyorum...”
Ulus Irkad
Şaban abime ağlarken, 1963 öncesi ve sonrası Bafımızın nice kültürel faaliyetlerinde öncü olmuş gençlerine takdirlerimle ve Şaban abi, sana nasıl ağlasam bilemiyorum...
AİLESİ FİLİSTİN’DEN GELMİŞTİ...
Şaban Balıkçıoğlu’nu son 60-70 senede, Baflı olup da bilmeyen yoktur ve olamaz zaten. Çok küçük yaşlarında ailesi ile Filistin’den gelmiş, ailesinin bir kısmı Baf’ta, bir kısmı da Leymosun’da bulunan, Baf’ın adeta şakaları, yaptığı doğaçlamaları ile, şaklabanlıkları ve de kalbi insan sevgisi ile dolu, hem öğrencilik döneminde, hem de liseden mezun olduktan sonra, yaşanan olaylarda ve sıkıntılı getto hayatında, sporda, sanatta ve birçok alanlarda, isim yapmış, değerli bir genciydi Şaban abimiz... Baf Kurtuluş Lisesi, 1950’lerin başlarında artık bölgenin dinamik spor merkezlerinden ve bilhassa Baf’ın biricik spor kulübü, Baf Ülkü Yurdu’na sporcu yetiştiren bir eğitim ve spor merkezi durumuna gelmişti. Gerek Türkiye’den gelen spor öğretmenleri, gerekse Baf gençlerinin başarılarıyla, bu eğitim merkezinin başarıları hala daha anılmaktadır.
O dönemlerde, bilhassa 1950’lerin sonlarında, Baf Kurtuluş Lisesi sadece spor değil, sanat ve müzik, ama daha fazla spor alanında da, kendi sesini tüm Kıbrıs’ta duyurmaya başlar. 1960’lı yılların başlarında, 1963-64 yıllarından önce, okul ve Baf Ülkü Yurdu Kulübü, Baf Kurtuluş Lisesi’nin de yetiştirdiği sporcularının takımda parlak dönemlerini yaşamalarıyla, adeta bir devrim yaşamaktadır. Ülkü Yurdu, İkinci Ligi de geride bırakarak, Birinci kümeye çıkmış, Baf halkına birçok sevinçler ve başarılar yaşatmaktadır. Her müsamere dönemlerinde, gerek Baf Kurtuluş Lisesi’nin müsamere salonları ve gerekse Baf Yeşilova Sineması’nda düzenlenen tiyatro ve okul geceleri, Baf halkının hayattan zevk almasına, sanatı daha da iyi tanımasına neden olmaktadır. Şaban Balıkçıoğlu, Ali Volkan, Aşar Ustaoğlu, Çetin Salim Hocalar, Numan Kanatlı, Tezel Muharrem, Hikmet Canova (Abisi Celal Canova dönemi de parlak bir geçmişle doludur), rahmetli Erdal Kalkan, Derviş Muharrem ve daha niceleri bu her alanda parlak dönemde, Baf halkını her bakımdan aydınlatan gençlerindendirler. Ülkü Yurdu, birçok alanda o dönemlerde büyük başarılar kazanmış, Baf Kurtuluş Lisesi de bu öğrencileri vasıtasıyla üne kavuşmuştur. Eski bir tez bu dönemlerde de önem kazanır; “Eğer Baf Kurtuluş Lisesi spor ve kültürde iyiyse, bölge takımı Ülkü Yurdu ve Baf’taki gençlik dinamizmi de başaracaktır” görüşü…
HER ALANDA BAŞARILIYDI...
İşte Şaban Balıkçıoğlu, bu başarılı gençlik kesimi içindedir. Her alandaki başarıların elemanlarından biridir. 1963 sonrası, Baf Halkını ayakta turmak için, Mustafa Baflı ile Ali Volkan’ın, Cengiz Topel Sineması’nda düzenledikleri tiyatrolarda, o da arkadaşları ile yer almaktadır. Tüm tiyatro oyunlarında yer almıştır. Namık Kemal’in “Vatan Yahut Silistre Oyunu”nda, kendisine verilen Abdullah Çavuş rolünü en iyi oynayan oyunculardandır. Çünkü bu karakter, onun da karakterine uymuştur. Abdullah Çavuş gibi oyun sırasında yaptığı hareketler ve devam ettirdiği haşarılıklar, yurt sevgisiyle dolu sözler, oyunu izleyenler tarafından hem beğenilmiş, hem de Şaban abinin kendi karakterine benzediği için, seyirciyi hem etkilemiş hem de güldürmüştür. “Vatan elden giderse kıyamet mi kopar” sözünü o kadar güzel kendi doğaçlama becerisiyle kullanan bir sanatçı yoktu herhalde… Gettoda oynanan futbolda halkın takımı olan Volkanlar’da yer alması (Ali Volkan, Alçın Volkan ve rahmetli Alpay Volkan unutulamazlar), hatta takım şampiyon olacağında, sırf maçta bulunmak için, ki şampiyon olacaklardı, ta Türkiye’den Kıbrıs’a gelmesi ve şampiyonluk kupasını sevinç içinde alması, nasıl unutulur ki? O her zaman için Vatan Yahut Silistre’deki rolüyle, Baf’ın Abdullah Çavuşuydu ve biz Baflı’ların da gözünde hep öyle kalacaktır.
EMEKTEN VE EZİLENDEN YANAYDI...
1963-64 çarpışmalarında onun ve arkadaşlarının fedakarlıkları, toplumcu ve de haktan yana, Baf gettosu içinde ezilenlerden yana hep yer alması, halkın dinamizmini ayakta tutmak için Ali Volkan gibi arkadaşlarıyla, liderlik pozisyonunda, emekten ve ezilenden yana olmaları nasıl unutulur ki? Bucak Dergisi’nin Baf’a ve tüm Kıbrıs’a ulaşmasında, rahmetli babam Hüseyin Irkad, Ali Volkan, Mustafa Adaoğlu, Mustafa Baflı, Sobutay Ali Ratip ve diğer öğrenci arkadaşlarınızla birlikte, öğretmen ve aydınlarla birlikte, döktüğünüz emekleri mi anlatsam... Bu sayfalara sığmaz ki…
SANA NASIL AĞLASAM ŞABAN ABİ?
Sana nasıl ağlasam ki Şaban abi? Babamın hem İlkokulda, hem ortaokulda öğrencisi olduğunu, onun tarafından biz oğlularını sever gibi, seni de çok sevdiğini, hatta tüm arkadaşlarını, tüm öğrencilerini, sizleri, bizleri sever gibi, sizleri de sevdiğini mi anlatsam ya da yazsam?
Sana nasıl ağlasam Şaban abi, kaybın büyük, seni son 65-66 yıldır tanıyan, seni seven ve sayan öğretmeninin oğlu olarak, yıldızlarda, uzayda, eğer varsa başka bir hayatta rahat ve mutlu ol. Ne diyeyim ki başka… Tüm arkadaşlarına, öğretmenin olan babama, ölen tüm öğretmenlerine ve öğretmenlerimize, sizi Baf’ta çok seven Feriha Hocanıma ve diğerlerine, cenette selam söyle. Selam söyle Bafımıza, selam söyle tüm kaybettiklerimize…Hoşça kal…
Şaban Balıkçıoğlu abimizin tüm ailesinin, arkadaşları ve dostlarının başı sağolsun… Çok üzgünüz..
AİLESİ FİLİSTİN’DEN GELMİŞTİ...
Şaban abimizin ailesi Filistin’den gelmişti... Bunu da Tezel Muharrem’in bir paylaşımından aktarayım:
“Yıl 1947... Filistin o yıldan itibaren Yahudiler’in kendi ülkesi olarak BM tarafından bütün dünyaya ilan ediliyor ve bu yeni ülkenin ismi İsrail oluyor. O yıl Yahudiler ülkenin yalnız %3'üne sahipti !
O yıllarda Yafa şehrinde yaşayan bir Arap ailesi vardı. Bu aile de diğer Araplar gibi büyük bir baskı altında gittikce yoksullaşmaya mahkum kalmış evini, şehrini ve ülkesini terketmek zorunda kalmışlardı.
Tek çare birçok Filistinli Arap gibi Mısır'a sığınmaktı. Aile babası balıkçı ve bir balıkçı sandalı sahibiydi. Bu küçük motorlu sandalla yedi kişiden ibaret olan bu aile önce Sinai yarımadasına, oradan da İskenderiye şehrine ayak bastılar.
Birkaç yıl sonra tüm aile - babaları nedenini bilmediğim bir sebeple - İskenderiye'de kalma kararı alır. Bu altı kişilik aile tahminen 1950 -1951 yılında Kıbrıs'a gelir.
Anneleri Seher aba, Ahmet, Mustafa, Şaban, Muhammed ve en küçükleri, şu anda ismini hatırlayamadıģım kızkardeşleri, annelerinin doğduğu Kasaba/Baf'taki nenelerinin evine yerleşirler.
Büyük abileri Mustafa ve Ahmet kısa bir süre sonra Leymosun'da iş bulup oraya yerleşmişlerdi.
Tahmin ederim ki vefakar Baf halkı bu aileye sahip çıktı ve her türlü yardım elini onlara uzattı. Seher aba, annem Behiye Muharrem Doğa'nın akrabası idi. Benim ve Derviş Muharrem Doğa abimin hemen hemen yaşıtı olduğu için, bizimle kalmayı tercih etti.
O gün bugündür en samimi bir arkadaşımız olarak 21 Ekim 1964 yılına kadar hep beraber olduk. Ben o tarihten beri, İsveç'te ikamet etmeme rağmen, Kıbrıs'a hemen hemen her geldiğimde görüşüyorduk. Lise yıllarında Futbol, beden eğitimi, folklör ve tiyatro gibi etkinliklerde de hep beraberdik. Hatıralarımız çok ve asla unutulmayacaktır! Mekânın cennet olsun değerli kardeşim!”
Tezel Muharrem'den: "1962-63 Baf Kurtuluş Lisesi bandosu. Arkada soldan: Mandirgalı bir arkadaşımız, Tezel Muharrem, Şaban Balıkçıoğlu ve Şakir Cemal.
Ortada soldan: Bayar Rahmi, Tansel Faik, Ali Volkan, müzik öğretmenimiz, Hikmet Canova ve Günay Varoglu.
Önde soldan: Çetin Gutto İbrahim, Erdal Kalkan, Gökmen Kalkan, Ertan Hilmo, Asar Ustaoglu, ? , Cemal Seydali, İlker Kılıç ve Ulusay Salih".
Tezel Muharrem’den: Bu fotoğraf Baf'taki Kelpetri Plajı'dır. Arkada Ertan Zannet Salihonbaşı.
Önde soldan: Hikmek Ziba Canova, Şaban Balıkcıoğlu ve Tezel Muharrem Doğa...