20 Temmuz 1974’ten Sonra Can ve Mal Emniyetimiz sağlandı mı?
20 Temmuz 1974 öncesi Kıbrıslı Türkler olarak adaya dağılmış şekilde ve Kıbrıslı Rumların kontrolü altında yaşıyorduk. Can ve mal emniyeti yoktu, BM Barış gücü bunu sağlamakta pek yeterli değildi.
Dış dünya ile sosyal, ekonomik ve siyasal konularda her türlü temas Rumların kontrolünde idi, izin verdikleri kadarı yapılabilirdi. Ada içinde dolaşım özgürlüğü vardı ancak güvenli dolaşım garanti değildi…
20 Temmuz 1974 oldu, ada bölündü, Kıbrıslı Türkler Kuzey Kıbrıs’a yerleşti… Kurtulduk, kurtarıldık havalarımız vardı… Özgür olacaktık, dünya ile doğrudan bağlantı kuracaktık, can ve mal emniyetimiz olacaktı. Bir heves sarıldık yeni koşullarda yeni sosyal, ekonomik ve siyasal yaşama… İddialı idik; Rumlardan çektiğimizden kurtulmuş, kendimiz kendi olanak ve yeteneklerimizle bireysel, ailevi ve sosyal yaşamımızı geliştirecek ve dahi harikalar yaratacaktık. Tamamıyla kendi insan kaynaklarımızın eseri olan Ercan Hava Alanını inşa etmiş, işletmeye açmıştık; yönetiyorduk da… Kıbrıslı Rumlardan kalan sanayi ve turizm tesislerini işetiyor; değişik ülkelere sanayi ve tarım ürünlerimizi ihraç ediyorduk. Turizm sektörümüz de hareketli idi… Müteahhitlerimiz yurt dışında, örneğin Libya’da çok büyük taahhüt işleri yapıyordu… Eğitim sistemimiz de çağdaş dünya değerlerinde idi. Laiktik, herkesin dini inancı ve uygulaması kendisine idi; eğitim müfredatları ve öğretmenleri din baskısı diye bir şey bilmiyordu… Hırsızlık, katillik, insan kaçakçılığı, uyuşturucu ticareti diye konularımız ve gündemlerimiz yoktu. Nüfusumuz da yüz yirmi binlerde idi…
Türkiye ise iç turizmi bile başlatmamış, ailelerin memleket ziyaretleri bağlamında hareketlilikten oluşan bir iç turizm vardı… Müteahhitlik ise gecekondu imalatından yeni çıkmış durumda idi… Plastik boruyu biz ihraç ettik oralara, plastik çarşı poşetlerimizi ve plastik örme çuvallarımızı da kullanımlarına sunmuştuk… İç siyaseti karma-karışık ve siyasi cepheleşmeler halinde idi; dünya siyasi literatürüne “askeri demokrasi” tabirini kazandırmışlardı… Ekonomi kırık-dökük, iç ve komşularla barış yaralı idi…
Gel zaman – git zaman; geldik bugüne… Kıbrıs Türk sağ siyasetinin süreç içinde ülkenin siyasi yönetimini Türkiye hükümetlerine biat etmekle yürütmesi 20 Temmuz 1974’ün Kıbrıslı Türkler için bir kurtuluş mu olduğunu sorgulatır oldu…
Sanayimiz çöktü, Türkiye’ye ihraç ettiklerimizi Türkiye’den ithal eder olduk… Müteahhitlerimizin yurtdışı işlerinin kalmadığı bir yana yurtiçinde de Türkiyeli müteahhitlerin taşeronu oldu… Turizmimiz kumar turizmine kaydı, Kıbrıslı Türk turizmciler tükenmek sürecine girdi… Esnaf işleri yerel insan kaynaklarından çıktı, yurtdışından gelen esnafa kaldı… Arada üniversite sektörümüzü oluşturmuştuk, Türkiye’den devlet hormonlu üniversiteler geldi; bir de sahte diploma pazarlayan üniversiteler oluşturdu Türkiye sermayesi… Bankacılık sektörümüz gelişmeye başlamıştı; Türkiye bankaları bir geldi, pir geldi, bizimkiler gölgede kaldı… Ercan Uçak Alanımız Ankara hükümeti destekli ve oralardan gelme bir işadamına verildi… Deniz limanlarımızı da vermek üzere ihale açma aşamasındalar… Eğitim sistemimiz Türkiye eğitim sistemine kaydırılmaya çalışılıyor, din baskısı yoğunlaşıyor; laik öğretmenlerimiz tehdit edip cihat çağrısı yapanlar bile türedi… Müftü de oralardan geldi, kadınlarımız aşağılayan dini fetvalar verdi…
Nüfus bilinmez, sayılmaz, gerçekleri ret ve inkâr ederek beşyüz bin altında bir rakam söylenir; o kadar sadece motorlu araç var… Nüfus abartısız bir milyondan fazla, bir-buçuk milyon da abartılı bir rakam değil… Kıbrıslı Türkler?! Hade olsun oldun yüz bin… Kurtulmuştuk ve Kuzey Kıbrıs artık bizimdi; azınlık olduk… Can ve mal emniyetimiz sağlanmıştı; hırsızlık, soygun, kaçakçılık, cinayet, kurşunlama, tehditle haraç alma, uyuşturucu ticareti, fuhuş ve daha hiç bilmediğimiz duymadığımız yasa dışı işler günlük yaşamın bir parçası oldu… Ne can emniyeti var, ne de mal emniyeti… 20 Temmuz öncesi öldürse, Rum öldürürdü, şehit olunurdu… 20 Temmuz sonrası ve şimdilerde Kuzey Kıbrıs’a gelenler öldürüyor, şehit de olunmuyor; “bir şey yoluna” gidiyor insanımız…
Kurtulduk ve kurtarıldık idi… Öyle sevinmiştik… Ve tüm emeğimizi bu sevinçle yurdumuza vermek için yarışır olmuştuk… Yurtdışında kalan ve yaşayan Kıbrıslı Türkleri de yurtlarına dönmeye ikna etmeye çalışmıştık… Masal anlatıldı Kıbrıslı Türklere, kötü hikayeyi saklayarak… Kendi yurdumuzda yabancı olduk; bir de “Beğenmiyorsanız terk edin” diyorlar… Kendi yurdumuzu yönetemiyor olduk; “Beğendiklerimiz tarafından yönetileceksiniz” diyorlar… Çok da değildi ama ne kadar varsaydı demokrasi ve özgürlüklerimizi yaşamak istedik; “Türkiye’de ne varsa KKTC’de olacak” diyorlar…
Kurtulduk ve kurtarıldık idi… Öyle sanmıştık, inanmıştık da… Yurdumuzu cennet yapacaktık; Türkiye’nin, en kötüsünden bir arka bahçesi olduk… Ne kadar safmışız?! Evet öyleyiz; hırsız, kaçakçı, katil, uyuşturucu ve insan taciri değildik… Bilemedik, bilemediğimiz için de tanıyamadık… Yaşadığımız deneyimlerimiz sonucu şimdilerde onları öğrendik ama toplam nüfusun onda biri kadar olduk bunları yaşadığımız süreçte… Sonuçta öğrendik ki kurtulmadık, kurtarılmadık…
Ama kurulmak var; kendi kendimizi kurtarmak var… Önümüzde başlama olasılığı yüksek bir Kıbrıs sorunu çözüm süreci var; Türkiye’nin de kendi vizyonları için bu sorunun bir an evvel çözülmesine çok ihtiyacı var… Bu sürece sahip çıkmalıyız; “Ama Rum ister mi, ama Türkiye ister mi?!” diyerek sürecin dinamiklerini Rumlara ve Türkiye’ye terk etmemeliyiz… Sayımız az ama etkili gücümüzü yurdumuzda ve uluslararası siyasette kullanmaya çalışırsak, sayısı fazla olanların engellerini aşabiliriz… Umutlarımızla vizyonumuzu, vizyonumuzla umutlarımızı güçlü kılabiliriz; kendimize güvenirsek kendimizi kurtarabiliriz… Kurtulmamız bizden kaynaklanmıyorsa, kurtulamayacağız…