2014… Sonun başlangıcı…
2015 Cumhurbaşkanlığı seçiminden önce çok yazdık, çok söyledik.
UBP ile DP’nin hem yerel seçimde hem de Cumhurbaşkanlığı seçiminde kurdukları kumpas “çok kirli bir pazarlıktır” diye çok dile getirdik.
Öylesine kirli, öylesine çıkar odaklı bir kumpastı ki bu.
En sonunda kendilerini de bitirdi.
Hem Derviş Eroğlu’nu hem de Serdar Denktaş’ı siyaset sahnesinden sildi bu çirkin oyun…
Sadece bununla da kalmadı.
İrsen Küçük’ü de yedi bitirdi bu kumpas…
Dedim ya çıkara dayalı bir birliktelikten ne beklenirdi ki?
Bu kirli ittifaklarını önce yerel seçim ve Anayasa değişikliği paketinin oylamasında uygulamaya soktular.
Amaçları belliydi.
Nisan 2015 öncesinde CTP’ye yerel seçimde ağır bir yenilgi yaratmak ve Anayasa değişiklik paketinin reddini sağlamak.
Anayasa değişiklikleri reddedilince ne diyeceklerdi topluma?
“Bakın CTP’nin istediği olmadı halk reddetti”
Dediklerini uyguladılar.
Önce yerel seçim için bölge bölge işbirliği yapma yoluna gittiler.
Hatırlayın, yerel seçimi ‘genel’ seçime, hatta ‘Cumhurbaşkanlığı seçimine’ çeviren Derviş Eroğlu ve tayfası açık açık propaganda yapmamış mıydı?
Önceleri gizliden işleri yürüten Eroğlu bizzat sahada değil miydi?
UBP adayıyla broşür dağıtmamış mıydı?
“Koskoca” Cumhurbaşkanı, ne hallerde düşmüştü, hatırlayın.
Strateji belliydi.
CTP'nin yerel seçimlerde başarısız olması...
Mümkünse büyük kentlerde devrilmesi, Anayasa’ya da referandumda 'hayır' çıkması…
Temel amaç buydu.
Şimdi diyeceksiniz ki; Eroğlu'nun gölgesindeki UBP ile DP mecliste anayasaya 'evet' demedi mi?
Evet dedi.
Ama o günkü toplumsal baskı onu gerektirdiği için bunu yaptılar.
Ancak el altından alayına vurdular.
‘Sol’ maskeli, sağ maskeli fark etmez.
Hepsinin amacı belliydi…
CTP'nin başarısızlığı…
Referandumda yeni anayasaya çıkacak EVET, CTP'nin reform yaptığını tescilleyecekti.
Ve gerisi gelecek, bunu biliyorlardı.
Yerel seçimden CTP'nin mevcut 9 başkanına ek 5-6 başkan daha eklemesi büyük bir başarı sayılacaktı.
Bunu da biliyorlardı!
Bu nedenle alayına vurdular.
Sol olduğunu iddia edenler CTP'ye karşı sağ adayları destekleyecek kadar kendilerinden geçmişlerdi, unutmadım.
Komitede, mecliste anayasaya evet diyenler hayır için açık açık çalışacak kadar raydan çıkmışlardı. Ve başarılı oldular.
Yerel seçimce CTP’nin iç çekişmelerinden de faydalanarak büyük bir başarı sağladılar.
Bu kirli ittifak Lefkoşa’da “sol maskesiyle” yer almıştı, iyi hatırlayın.
Son hafta operasyonlarını, körpe siyasetin beklenmeyen çıkışını hatırlayın.
Kimin oyları kime kaymıştı?
Ne tuhaftı, en aşırı sağ gazetede, en aşırı “sol” gazetede aynı yayını yapıyordu.
Nedeni çok açıktı.
Başbakan'ın imzasını taklit edecek kadar küçülen bu siyasi çirkef çetesi önce başarılı oldu.
Yerel seçimi Cumhurbaşkanlığı seçimine çeviren Eroğlu siyaseti de kendi partisini de darmadağın etti.
Olan olmuştu artık.
Bu çirkef ittifakı miadını doldurmuş, Cumhurbaşkanlığı seçimi ve UBP kurultayı rezaletlerinin ardından çökecekti.
Ve öyle oldu.
Önce UBP’de sürdü hastalık ve daha da yayılacak…
Şimdi de DP’de tüm vücuda yayıldı.
Eroğlu da kaybetti bu çirkin oyunda.
Küçük de…
Serdar Denktaş da…
Baba Denktaş görse bu halleri ne derdi acaba?
“Aferin oğlum, aferin” mi derdi?
Yoksa Eroğlu’na destek vererek seçim kaybeden ve kendi sonunu da hazırlayana kızar mıydı?
Bence bu olanlara izin vermezdi.
Asla vermezdi.
----------------------------------------------------------------------
DP’de yanlış nerede?
DP’ye “UG” denen hastalığı Eroğlu ve tayfası bulaştırdı, biliyorsunuz.
Şimdi bir bir kaçıyorlar DP’den…
Kaçarken kendi oylarını da alıp gidecekler hiç kuşkusuz.
Ancak gerçek DP ne aşamada?
Geçmişte neydi, bundan 5 yıl önce mesela?
Bakın hesap nasıl:
• 2013’te yapılan LTB seçimlerinde % 19.9 oy alan DP…
• 2014’te yapılan LTB seçimlerinde % 7 oy alan DP-UG…
• 2010’da 2 vekille 5 belediye alan DP.
• 2014’te 11 vekille 1 belediye alan DP-UG
Sizce yanlış nerde?
Bence yanlış “gerçek DP” olamamakta…
Yanlış Eroğlu’nun kuyruğuna takılmakta…
Yanlış UBP’den bir fark yaratamamakta…
---------------------------------------------------------------
YURTTAŞ EKONOMİSİ
Bana ne devletten, bana ne iş insanından!
Ekonomik açıdan zor bir döneme girdik.
Döviz gittikçe tırmanıyor.
Bu artışa bağlı olarak akaryakıttan tüp gaza dövize endeksli her şeyin fiyatı da artıyor.
Cebimizdeki para gittikçe eriyor.
Çalışan kesim için bunu söylemek güç değil…
Alım gücü düşüyor, maaşlar eriyor.
Çok fazla ekonomiden anlamanıza gerek yok, mal meydanda…
Peki bu kötü tablo herkes için geçerli mi?
Elbette ki hayır!
Bu vahşi kapitalizm şarlarında en fazla ezilen yine çalışanlar oluyor.
***
Kıbrıs’ın kuzeyinde çok geniş bir kitle var, orta kesim…
Ya kamu maaşı alan, ya da özel sektörde çalışan sosyal sigortalı çalışanlar…
Devlettekiler bir nebze olsun daha iyi durumda…
Maaşlar az daha yüksek…
Özelde maaşlar da düşük, birçoğu için…
Bu pahalılıkta da daha da aşağılara iniyor.
Peki ne yapılabilir bu kötü ekonomik şartlarda?
Zira, her şey ateş pahası…
Bir fikir jimnastiği yapalım.
***
• LÜKS harcamalarından kesinti yapılabilir.
• Daha az telefonda konuşulabilir.
• Tüp gazlı soba daha kısa süre açık tutulabilir.
• Klima pek açılmasa daha iyi…
• Bu sene planlanan tatiller ertelenebilir, ya da 'daha ucuzundan' bir tatil planı yapılır.
• 2 araba varsa, teki kullanılır.
• Savurgan alışverişten kaçınılır.
• Veeeee, vergileri ödemek ERTELENİR!
***
Mesela seyrüsefer ruhsatları!..
Ateş pahası…
Döviz krizinden önce de yüksekti, şimdi de yüksek…
Binlerce araç sahibi bu vergiyi ERTELİYOR!..
Yani ödemiyor.
Hükümeti yönetenlerin en azından bu geçiş dönemi için dar gelirli-orta sınıf yurttaşı korumak adına bu tarz vergilerde İNDİRİME gitmesi çok yerinde bir önlem olacaktır.
Tamam, anladık, maliyede para yok…
Ama 'hep bana hep bana' da olmaz ki!..
Vatandaş da nefes almak istiyor.
Vatandaş zaten ödemiyor, en azından fiyatı azalsa gidip ödeyecek, maliyenin kasasına para girecek…
Peki başka ne yapılabilir?
Ekonomistler TV ekranlarında, gazete sayfalarında dillendiriyor.
Döviz kuru bazı sektörlerde SABİTLENEBİLİR.
Mesela özel okullarda…
'Euro üzerine' bir ödeme planı uyguluyor özel okullar…
Bu çok yanlış bir uygulama…
En azından bir yıllığına bu yöntem terk edilebilir.
Teşvikle ricayla olmuyorsa 'yasama' devreye girebilir.
Ekonomik çöküş arifesinde orta sınıf adına 'pozitif ayrımcılık' sosyal devlet olmanın da gereği değil midir?
Bu konu da gündeme gelebilir.
Kısacası ekonomik krizin yanında 'kendi krizlerimiz' de vardır, kendi iç krizlerimiz…
Biz kendi krizlerimizi yatıştırsak, orta sınıfın ödediği vergilerde indirime girsek, dövize endeksli iç piyasaya (bir süreliğine) döviz kullanma yasağı getirsek, iç piyasaya para akışını da sağlamış oluruz diye düşünüyorum…
Yoksa böyle giderse vatandaş para harcamaktan vazgeçecek, vergiden kaçıracak, hem işadamı hem de devlet 'hava' alacak…
'Orta halli bir çalışan' olarak kendi penceremden bunu görüyorum:
Ben kazanmazsam ne vergi veririm, ne de harcama yaparım!
Bana ne devletten, bana ne iş insanından!