2024 gitti de nasıl geçti?!
2024 yılı iyi anılmayacak yıllar grubuna dahil olmak üzere gitti. Temmuz 1974’ten beri Kıbrıslı Türkleri yöneten en kötü hükümetin en kötü yönetiminin yaşandığı bir yıl oldu; aynı hükümet 2025’te de yönetimde kalırsa Kuzey Kıbrıs insanı kaderine küssün…
Neden mi?! Hükümetin topluca kendisi ve ayrıca da üyeleri siyasi güç müptelalığından ve zehirlenmesinden muzadarip olarak, KKTC’yi yönetmek yerine kendi kafalarına ve bireysel ilgi alanlarına ve egolarına ve kişisel tercihlerine göre görev yapmayı tercih etti… Bulundukları siyasi makamların gücünü halka sorumluluk duyarak görev yapılması gereken makamlar değil de kendilerinin hak ettiği ve dolayısıyla istedikleri gibi kullanabilecekleri siyasi güç olarak kabul ettiler… Halkın tepkisi oldu mu ya duymazlıktan, önemsemezlikten, dikkate almazdan geldiler, ya da yargı yolunu, siyasi tehditleri, kendilerine bağımlı kıldıkları kişi ve örgütler marifetiyle veya aşsız-işsiz bırakmakla tehdit ettiler; zaman zaman da “Beğenmeyenler Güney Kıbrıs’a” dediler, beslemelerine dedirttiler…
Siyasi yönetimin unsurları ve onların türevleri yolsuzluk, usulsüzlük, kokuşmuşluk ve dahi rüşvet söylentilerine konu oldular. Siyasi dokunulmazlık zırhının arkasına saklanmayı marifet saydılar, polis ve savcılık dosyalarını donuğa soktular… Sokaktaki yurttaş nezdinde itibarlarının olmadığını bile bile, göre-göre kendi kendilerine yarattıkları havalara girdiler; kendileri yaptı, kendileri inandı ve halkın nitelemelerini ve yorumlarını duymazdan geldiler…
İlaç-reçete skandalını bilinçli olarak abartıp nice muteber insanı yargı önüne elleri kelepçeli çıkardılar; kendilerinin muteber sayılmamasına nazire yapmak için… Heyhat! Sahte üniversite diplomaları hep kendi çevrelerinden; ne yukarı tükürebilir ne de aşağı… Bir de yeni doğan bebek zehirlenmeleri ve dahi ölümü olayı çıkagelmez mi? Üstüne üstlük bir de meclis başkanı seçiminde siyasi rezaletleri yok etmek için anti-demokratik yollara ve yöntemlere başvurmazlar mı?! Bunaldılar… Sorumluluk almak, sorumluluk duymak bir yana yükü başkalarına atmaya çalıştılar… Ezildiler… Ezmeye kalkıştılar… Grev ve Toplu İş Sözleşmesi yasasını değiştirmek, kamu çalışanlarının maaş ve özlük haklarını geriletmek üzere yasal değişiklik önerileri getirdiler… Amaçları dikkatleri kendi üzerlerinden başka unsurlara atmak… Tutturamadılar… Ardından gündemi yeniden ve sarsıcı şekilde değişmek üzere KDV oranlarını yükseltmeye kalktılar; gene tutturamadılar, apar-topar geri aldılar… Ve hala daha hükümet olduklarına dair göstermelik iddialarını sürdürmeye devam ediyorlar; aslında “Ne olursa olsun, bu makamlardan gitmeyeceğiz” gibilerinden bir mesaj vermek istiyorlar sanki de halka…
“Yürüyün da korkmayın” dedikleri müteahhitler Kıbrıs Rum tarafına esir düştü; Girne Limanı’na kruvaziyer turizmi bile vaat ederken yabancı turizm operatörleri Kıbrıs Rum tarafının ablukası altında kaldı… Bazı yoldaş ve yandaşlarının üniversitelerinde pazarlanan sahte diploma skandalı ile yüksek öğrenim sektörü uluslararası yüksek öğrenim pazarına zemin kaybetti… KKTC ekonomisinin üç öncü sektörü yıkıntıya dönüşürken yönetenlerden ses seda yok… Elektrik kesintilerinden halk kıvrandı, santrallara kalitesiz akaryakıtın ihalesiz alımından milim gerilemediler; bacadan çıkan simsiyah duman da berdevam… Sokak aydınlatma tesisatları ve lambaları var, bu hükümetin döneminde çalışmadı; karanlıkları seviyorlar zahir… Narenciye dalında, harnup ambarda kaldı; patates ihraç eden KKTC, hastalıklı patates ithal etti… KKTC hırsıza, uğursuz, kara para aklayıcılara, kiralık katillere, uyuşturucu ve insan tacirlerine elini kolunu sallayarak gireceği ve mesken ve iş tutacağı yer oldu; iç güvenlik olgusu kalmadı… Nüfusu bilen yok, bilmek isteyen bir hükümet yok… Bir de demezler mi 5 yıllık ve hatta 10 yıllık ekonomi programı yapacaklarmış? Bunlar alemin akıllısı, halk aptal sanki…Bırakın uzun vadeli ekonomi planlamasını, yeterli hastane, okul bile planlayamıyorlar; havalarından da geçilmiyor…
Kıbrıs Rum tarafının stratejik eylem planları ile çöküntüye giren KKTC’nin ekonomisinin öncü sektörlerini toparlayabilmek için sektörlerin örgütleri çabalıyor; hükümet avare dişli… Asgari ücret Güney Kıbrıs’takine eşit gibi diyorlar ama satın alma gücü onlarınkinin bayağı gerisinde… Ekonomi biliminin “doğal tepki” diye nitelediği sonuç olarak tüketicinin alışverişi Güney Kıbrıs pazarına kaydı… Yeşil hattan geçiş kapılarında yığılmalar var, bu hükümet işbaşına geçeli beri vardı; Ticaret Odası ile birlikte çözeceklerdi… Büyüklere masallarda bu hükümetin üstüne yok… BM Genel Sekreteri Eylül ayında görüştüğü Kıbrıslı liderlere yeni geçiş kapıları açılması ödevini verdi; taraflar el-ense çekmekten öteye yol almadı; umurlarında değil… Şimdiye kadar hiçbir kapının açılması için Rum tarafının bir arzusu ve umuru olmadı; hep Kıbrıs Türk tarafı inisiyatif aldı, girişim yaptı, Rum tarafı mecburen katıldı… Bunu hep anlattık, hep hatırlattık; bizim tarafın siyasi yöneticilerin tamamı “Yapayım da olmasın” tavrında. En mertleri Dış İşleri Bakanı Ertuğruloğlu; karşıymış, yeni kapılar açılmamalıymış… Halk kapılarda sürünsün, siyasi güç zehirlenmesinden muzdarip yönetenlerin keyfi bozulmasın…
2024 yılında bu hükümetten dolayı yaşanan sıkıntılar, dertler, siyasi ahlaksızlık ve kokuşmuşluklar ve yozlaşmalar saymakla bitmez… Üstüne üstlük bir de İsias Davası’nda TC mahkemesi “Olası kast” diyemedi; davalı muhatap, AKP’nin bölgedeki mihenk taşlarından… Umudu kesmeyelim, istinaf/temyiz var daha ama üst mahkeme daha mı bağımsız?!
2024 yılında Kıbrıs sorunu çözümünün görüşme süreci için olumlu iklim başlatıldı, umutlu olmanın zemini yaratıldı; Cumhurbaşkanı Tatar ile bu süreç ne gider, ne de yönetilir; onun kapasitesini aşar bu süreç… Diğer muhatap Türkiye görüşme sürecini yöneteceğe benziyor; umutlu olalım da genel zekâ düzeyimiz görüşme masasında doğrudan ve etkin ve etkili yer almamanın ne demek olduğunu bilmeyecek ve anlamayacak kadar geri değil…
Girdik 2025’e; bu hükümetle… Tanrı bize acısın…