21 Aralık Felaketine Koşarken Bir Entelektüelin Dediği
Niyazi Kızılyürek:21 Aralık 1963 tarihi yakın Kıbrıs tarihinin en trajik dönüm noktalarından biridir. Günümüze kadar devam eden Kıbrıs Sorunu’nun başlangıç tarihidir
Niyazi Kızılyürek
21 Aralık 1963 tarihi yakın Kıbrıs tarihinin en trajik dönüm noktalarından biridir. Günümüze kadar devam eden Kıbrıs Sorunu’nun başlangıç tarihidir. Bu tarihte Lefkoşa’da Ermu caddesinde bir “kimlik kontrolü” esnasında patlatılan silahlarla Cemaliye (Zalihe Hasan) ve Zeki Halil vurularak öldürüldü. Ardından da bütün ada ateşe atıldı. Kıbrıs Sorunu o gün bugündür devam ediyor…
Kıbrıslıların doludizgin felakete koştuğunu önceden gören Kıbrıslı Rum işadamı Nikos Lanitis 1963 yılının Mart ayında Cyprus Mail gazetesinde “Our Destiny” (Ortak Kaderimiz) başlığıyla bir dizi makale yayınladı. 1963 yılı son derece kritik bir yıldı. Genç cumhuriyet yıkılmakla karşı karşıyaydı. Lanitis’in deyişiyle, 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti “kritik sularda yüzüyor” ve “her an karaya oturma” tehlikesiyle karşı karşıya olan bir gemiye benziyordu. Yine Lanitis’in büyük bir öngörü ile yazdığı gibi, “bir yerde bir kurşun patlayabilir, kontrol elden gidebilir ve her an vahim bir durum oluşabilirdi”. Kendisi de zaten bu yüzden gözlemlerini yazıya dökmeye karar vermişti. Çaresiz bir çırpınışla son bir uyarı yapma gereği ve sorumluluğu duyuyordu.
Nikos Lanitis’in olaylara bakış açısını yazılarına koyduğu başlıktan anlayabiliriz: “Ortak Kaderimiz”. Gerçekten de Lanitis, Kıbrıslı Rumlarla Kıbrıslı Türklerin aynı kaderi paylaştıklarına inanıyor ve bunun bilincine varmalarını istiyor, etnik milliyetçilikten arınıp yurttaşlık bağını ön plana çıkarmayı ve Kıbrıs devletinin yaşatılmasını savunuyordu. Ona göre herkes “Kıbrıslı” idi. Kıbrıs Cumhuriyeti yurttaşı idi. Bağımsız bir devlet sahibi olmayı insanlığın özgürlük yolunda en ileri aşaması sayıyor ve Kıbrıslıları bağımsız Kıbrıs devletine sahip çıkmaya çağırıyordu. Lanitis, bir adım daha ileri giderek, Kıbrıslı Rumlarla Kıbrıslı Türkler arasında Yunanistan ve Türkiye ile olmadığı kadar yakınlık olduğunu, ada halkının bütün farklılıklara rağmen “ortak bir kültür” paylaştığını ileri sürüyordu. Fakat Lanitis bir kültür veya folklor romantiği değildi. Kıbrıs’ın geleceğini ortak kültür temelinde düşünmüyordu. O, Kıbrıs devletine sahip çıkılmasını isterken öncelikle siyasi iradeden söz ediyordu. Lanitis’e göre Kıbrıslı Rumlar Enosis politikasını terk ederek bağımsızlığın nimetlerinden yararlanmayı öğrenmeliydiler. Bunun için de Kıbrıslı Türklere dostluk elini uzatmalı ve onları düşman olarak görmemeliydiler. Milliyetçi gösterilerle Yunan milli günlerinin şatafatlı kutlamaları yerine Kıbrıs devletinin milli günleri kutlanmalı, devletin kendi sembolleri kullanılmalıydı. En önemlisi, Kıbrıs anayasası tek taraflı olarak değiştirilmemeliydi. Anayasada belki Kıbrıslı Türklere “fazladan haklar” verilmişti ama anayasayı değiştirmeye kalkışmak hem iki toplum arasında uçurumun daha da büyümesi, hem de Türk-Yunan barışının bozulması anlamına geliyordu. Anayasayı değiştirmeyi zamana bırakmak gerekiyordu. Hatta zamanla Kıbrıslı Türkler anayasanın kendileri için de bir külfet olduğunu fark edecek ve anayasanın değiştirilmesini bizzat kendileri talep edecekti. Ayrıca, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yaşatılması herkesten çok Kıbrıslı Rumların işine geliyordu. Çünkü adada “liderlik” kaçınılmaz olarak Kıbrıslı Rumların elinde olacaktı. Bu yüzden Kıbrıslı Türklere karşı cömert davranmak, dostane bir yakınlık göstermek her şeyden çok Kıbrıslı Rumların çıkarlarına uygundu.
Kıbrıslı Türklere gelince, Lanitis, Taksim politikasının ve gerçekleşmesi halinde Taksim’in herkesten çok Kıbrıslı Türklere zarar verdiğine, vereceğine inanıyordu. Adanın bölünmesinin Kıbrıslı Türklerin “sonu” olabileceğini iddia ederek, Taksimle birlikte Kıbrıslı Türklerin ya hiç bir önemi olmayan küçük bir devlete kavuşacaklarını, ya da Türkiye tarafından asimile edilerek yok olup gideceklerini düşünüyordu. Ona göre Kıbrıslı Türklerin çıkarları Kıbrıslı Rumların dostluğunu kazanmaktan geçiyordu.
Görüleceği gibi, Lanitis, her iki toplumun da “ortak yarar” etrafında buluşmasını öneriyor, bunun Kıbrıs’ta yaşayan toplumların “ortak kaderinden” kaynaklandığını ileri sürüyordu. İlginçtir, Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduğunda Bülent Ecevit de “ortak kaderden” bahseden bir yazı yazmıştı. 17 Ağustos 1960 tarihinde Ulus gazetesine yazdığı bir yazıda Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasını “Kıbrıslı Türklerle Rumların kader birliğinde ileri bir merhale” olarak tanımlayan Ecevit, “bağımsızlık, iki topluluk arasındaki kader birliğinin şuurlu hale gelmesini sağlayabilir ve ancak bunu sağlayabilirse sürekli ve köklü olabilir” diyordu. Lanitis’in ileri sürdüğü özgün düşünceler de iki toplum arasında kader birliğinin “şuurlu hale gelmesi” için kaleme alınmıştı. Çünkü “ortak kader” “nesnel bir hakikat” olsun ya da olmasın ancak bilinçlerde yer ettiği oranda varlığı hissedilebilen bir olgu olabilirdi.
Ne var ki, Kıbrıs’ta 1960 devletinin kurulmasını “ortak kaderin dışa vurumu” veya “ortak kaderin başlangıç noktası” olarak gören siyasilere rastlamak mümkün değildi. Açıkçası, Lanitis’in düşünce ve önerilerine ne Kıbrıs Rum liderliği ne de Kıbrıs Türk liderliği katılıyordu. Tam aksine, onlar Lanitis’in önerdiği her şeyin tam tersini yapıyorlardı. Örneğin, Lanitis görüşlerini kaleme aldığı tarihlerde Kıbrıs Rum liderliği AKRİTAS planını hazırlamış, ilk aşamada anayasayı değiştirip son aşamada Enosise ulaşmayı hedefleyen yoğun bir hazırlık içindeydi. Kıbrıs Türk liderliği ise değil Kıbrıslı Rumların dostluğunu kazanmak, iyi kötü var olan bağları da yok etmekte yarar (Taksim) görüyordu.
Açıkçası, Nikos Lanitis çok yalnızdı. Kıbrıs Rum toplumunda Kıbrıs Cumhuriyetini savunan, Londra ve Zürih anlaşmalarını destekleyen hemen hemen hiç kimse yoktu. Kıbrıs Türk toplumunda ise bu türden görüşleri benimseyenler tehdit ve baskı altında tutuluyordu. Örneğin, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yaşatılmasını savunan ve Cumhuriyet gazetesi etrafında örgütlenen Kıbrıslı Türk aydınlar sürekli olarak tehdit ediliyordu. Gazete sahipleri Ayhan Hikmet ile Muzaffer Gürkan’ın bir an önce susturulmaları isteniyordu. Ne hazindir ki, Lanitis “sukut katliamına” uğrarken, Cumhuriyet gazetesi yazarları kurşunlarla susturuldular.
Bugün geriye dönüp baktığımızda gerek Cumhuriyet gazetesinin yazdıklarının gerekse Lanitis’in dile getirdiği görüşlerin ne kadar önemli olduğunu daha iyi anlıyoruz. Bu görüşler benimsenmiş olsaydı, Kıbrıs bugün dünyanın en tuhaf, en acılı ülkelerinden biri olmazdı. Fakat daha da tuhaf olan şudur ki, bugün de bu türden görüşlere pek rağbet edildiği söylenemez. Aynı hatalarda hala ısrar eden, aynı yanlışı sürdürerek “ortak yarar” arayışına girmekten imtina eden, etnik-mahpushane içinde volta ve nutuk atan siyasi elitlerin yönlendirdiği bir ülkede yaşıyoruz. 21 Aralık trajedisinden ders çıkardığımız pek söylenemez. Lanitis’in dediklerini hatırlamadıkça da ders filan çıkarmamız mümkün değildir. Kıbrıs trajedisinin en önemli dönüm noktalarından birinin yıl döneminde bildik sloganları haykıracağımız kesindir. Yaşadığımız trajedinin nedenlerini asla öğrenmemek için “Kanlı Noel” ve “Turkiki Antarsia” (“Türk İsyanı”) sesleri her yerden yükselecek ve kulaklarımızı ve aklımızı bir kez daha tıkayacak.
Sahi, Kıbrıs Rum toplumunda AKRİTAS’ın komutanın oğlu Lefkoşa belediye başkanı seçilirken Lanitis’i hatırlayan biri var mı acaba?